Bir okur olarak söyleyebilirim ki, otobiyografik tarzda giriş cümleleri genelde sıkıcı olurlar. Daha önce kendime dair bir giriş yazmadığım için, yazan kişi için de sıkıcı olduğunu henüz fark ettim. O nedenle, Adilmedya okurlarını ( ve kendimi) fazla sıkmayarak, kısa tutalım: Bu satırların müellifi olan kişi, tarih lisans eğitiminin sonlarında, dünyaya, memlekete ve hayata dair dertleri, bir miktar da ütopyaları olan ortalama bir yurttaştır. Olabildiğince dertlerini paylaşma, ütopyalarını da modern hayatın kurgusal gerçeklerine ezdirmeme gayretindedir. Yazı faaliyetinin sebeb-i hikmeti budur. Söz meclisten dışarı, ola ki yazdıkları/yazacakları halihazırda ya da sonra konforunuzu kaçırır veya canınızı sıkar, şimdiden peşin peşin özür diler. Allah izin verdikçe kalemimiz haktan yana olmaya çalışacaktır. Tabii yine de, filozofun dediği gibi “dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.”
Selam ediyor ve konumuza giriyoruz.
Tartışmalar
Son günlerde İslami camia, “müslüman sol” gibi nevzuhur tanımlar eşliğinde yürütülen tartışmalarla (tabiri caizse) çalkalanır vaziyette. Bu tartışmaların bu kadar hararetli bir şekilde zuhur edişi aslında bir noktada kaçınılmazdı. Konunun vuzuha erişi ya da tartışmaların doygunluğa ulaşması şimdilik biraz uzak olsa da, bu tartışmaları harekete geçiren dinamiklerin ne olduğuna dair birkaç şey söylenebilir. Tartışmaların kaçınılmaz olduğunu söylememizin cevabı bu dinamiklerde saklı. 10 yıla yaklaşan AKP iktidarı, Türkiye’nin yıllardır kangren olmuş siyasi meselelerinde ( askeri vesayet ve anayasası, kürt sorunu vs ), “görünüşte” çözüme yönelik gerilimleri açığa çıkardı. Asker-sivil ilişkileri yavaş yavaş yeniden organize edilirken, Kürt sorunu noktasında tehlikeli bir mehter yürüyüşü devam ediyor. Bu gerilimler bir yana, AKP iktidarının toplumsal ve iktisadi alanlarda tetiklediği dönüşümlerin etkisi daha derin bir şekilde hissediliyor. AKP örgütleri etrafında kümelenmiş Anadolu’nun müslüman-muhafazakar ticaret adamlarının hızla çaplarını genişletip holdingleşmeleri, küresel alanda boy göstermeye başlamaları Türkiye’deki “büyük sermaye sahipleri” resminin görünüşünü yavaş yavaş değiştirmeye başladı. Kamusal alanda git gide daha belirginleşen “müslüman zengin” figürü bazı kesimler için tehlikeli çağrışımlarla yüklü. Türkiye’nin kurucu ideolojisi artık oksijen çadırına alınmışken, hâlâ onunla motive olan ve “seküler” değerlerin sahipleniciğini yapan hatırı sayılır bir kesim için “müslüman zengin” figürü, Türkiye’nin “çağdaş” ve ”laik” kültürel kodlarındaki geri dönülmez bir bozulma anlamına geliyor. Artık halk plajlara akın etmiş, vatandaş denize giremez vaziyete gelmiştir. Ayrıcalıkların elden gidişi ve kadim islamofobi, bu yeni “müslüman zengin” lere yönelik karşı konulmaz bir hınç duygusuna yol açmış vaziyette. İşte “müslüman sol” tartışmaları, tam da bu momentte gerçekleşiyor.
Peki, neden “müslüman sağ” değil de “müslüman sol” ?
El Cevap:
Sebebi çok açık: Müslüman ahalinin bünyesinden çıkan yeni zenginler bir tür ifsad üzere yükseliyorlar. Modernite’nin bir zamanlar aforoz edilen unsurları, bu zenginleşmenin içinde “muhafazakar” sıfatı ile yeniden vücut buluyor. Tüketim alışkanlıklarından tutun, cemiyet hayatının gayri ahlaki trendlerine varana kadar hayret verilesi bir yeniden üretme durumu ile yüz yüzeyiz. Alkolsüz içkilerden, muhafazakar moda dergilerine, gün aşırı yeni bir “muhafazakar” absürdlük ile karşılaşır hale geldik. Zenginleşen müslümanın şirazesi kaymış, imkan ve iktidara kavuşmanın yarattığı ölçüsüzlüğünü kontrol edemez duruma gelmiştir. Bu ifsada karşı gelişen tepkinin ekonomi-politik veçhesinin kuvvetli olması kaçınılmazdı. Bu hale karşı biriken haklı öfke, geliştirilen eleştirilerin bazen ifrata varmasına neden olabilir. Bu gayet normal. Lakin, esas normal olmayan ve düşündürücü olan, bir kısım islamcı muhteremin bu eleştiriye karşı takındığı tahammülsüz tavırdır. Tartışmaların kilit kavramının “müslüman sağ” değil de, “müslüman sol” olması, bu eleştirinin, sahip olduğu ekonomi-politik vehçe ve mülkiyet algısı yüzünden marksist terminolojiyi çağrıştırıyor olmasından kaynaklanıyor. Elbette, 21.yy’da geliştirilen ekonomi-politik bir eleştiri, hangi kaynaktan beslenirse beslensin, marksizm ile mıknatıslanma yaratması kaçınılmazdır. İslam düşüncesi yüzyıllarca ölüm sessizliğine gömülmüşken, gelişen dünyanın analizini Batılı entelektüel çevreler yapmıştır. Bunu reddetmek, ancak bir aşağılık kompleksinin dışavurumu olacaktır. Bugün, Türkiye’li müslümanların geçmişinde gömülü olan anti-komünist ruh, bu tartışma vesilesiyle yeniden canlanıyor. Yapılan eleştiriler ne kadar islami bir jargonla inşa edilirse edilsin, karşılık olarak bu saldırılara maruz kalmak kaçınılmaz hale gelmiştir.
Geliştirilen tahammülsüz tavırlar bu anti-komünist histerinin verdiği gaz ile vicdandan uzaklaşıp bir tür demagoji üretiyor:
Müslüman zenginlerin varlığının ürküttüğü laik elitlerin verdiği tepkiler ile müslüman camianın öz bağrından çıkan bu ekonomi-politik eleştiri ve yaklaşım bir tutuluyor. Bunu yaparken hedeflenen (bizce) bir taşla şu iki kuştur: Hem müslümanların bilinçaltı tarihinde mevcut nahoş “laik-kemalist” algısını bu eleştiriyi yapanlara yönlendirmek, hem de devamında moda olduğu üzere bunu ergenekonun müslümanlara dair habis projeleri ile ilişkilendirmek. Böylece hem eleştiri sahipleri müslümanlar nezdinde meşruiyet kaybedecek, hem de, kimbilir, belki ergenekon operasyonları ile linç edilebilecekler. Eğer bu yaptığımız bir tespit değil de niyet okuma olarak görülürse o zaman şu soru gündeme geliyor: Rahatsız olduğunuz nedir muhteremler? Politik hesaplar ve beklentiler içinde bu eleştirileri erteliyorsanız ve geliştirdiğiniz tepkisellik bu yüzden ise, stratejik hesaplarınız sizi vicdandan uzaklaştırmış vaziyettedir. Bizim ufkumuz, kapitalist ifsadın yerine “muhafazakar” ifsadın ikame edilmesi değildir. Birileri susarken, başka birileri mutlaka bu sözü söyleyecek, bu eleştirileri yapacaktı. Herkes sussa bile, tarih bu suskunluğu mutlaka bozacaktı.
Vesselam.