İslam’da laiklik var mıdır?
Laiklik dinsizlik midir?
Acaba laiklik İslam dünyası toplumlarında geçerli bir din-devlet ilişkisi kavramı mıdır?
Müslüman dünyada laiklik neden tam olarak benimsenemiyor ?
Fransız devriminden sonra özellikle Avrupa ülkelerinde, hemen hemen laikliği açıktan açığa benimsemeyen hiçbir ülke kalmadı. Hatta tüm dünyada böyle olduğu da söylenebilir. En azından Anayasalarda devletlerin laik olduğu vurgulanıyor. Ama İslam dünyasında bir sorun var. İran’da, Suudi Arabistan’da, Mısır’da, Pakistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Ürdün’de, Cezayir’de… En ileri uygulama Türkiye’de ama diğer İslam dünyası toplumlarında (her ne kadar bir ikisinde laik olduğu söylense de) bir sorun var. Bir türlü oturmuyor, sanki bir türlü benimsenemiyor, bir yerlerde bir eksiklik var. Laik olacağız dendiği zaman dindarlar ‘’dinsiz olacağız, bizi dinimizden ayırmak istiyorlar, İslamiyeti yok etmek istiyorlar’’ gibi algılıyorlar. Dolayısıyla laiklik, din karşıtı bir kavram olarak algılanıyor ve hep şüpheyle yaklaşılıyor. Ne söylense ikna olunmaz bir durum söz konusu.
Mesela geçen yıl Türkiye’de yapılan bir araştırmada ‘’devlet laik olmalıdır’’ diyenlerin oranı yüzde 85’den yüzde 71’e düşmüş. Yine ‘’devlet laik olmamalıdır’’ diyenlerin oranı yüzde 9’dan yüzde 19’a çıkmış. Demek ki bir sorun var, anlaşılmaz bir durum var. Din-devlet ilişkisinin yeniden tanımlanması gerekiyor. Özellikle İslam dünyası toplumları Müslüman olduğu için İslam’da ve Müslümanlıkta laiklik meselesi çok iyi anlaşılmalı ve kavranmalıdır. Dahası anlamak ve kavramak da yetmiyor, halka bunun kavrayacakları ve anlayacakları şekilde anlatılması gerekiyor.
Öncelikle laiklik kelimesinin ne demek olduğundan başlayalım. Eski Roma İmparatorluğunda, din adamlarına ‘’klerik’’ veya ‘’klerk’’ deniliyordu. Din adamı olmayanlara da laik deniliyordu. Biraz daha geriye gidelim. Eski Yunan’da laos halk demekti, demos da halk demekti. Demokrasi de oradan geliyor. Arapçada cumhur kelimesi de halk, halkın çoğunluğu anlamına gelir. Laos, halk demekti. Din adamı olmayanlara, laikos denirdi. Din adamları sınıfından olmayan, tapınağa mensup olmayan, tapınağa gidip gelen değil; tapınakta din adamları sınıfına mensup olmayana laos deniyordu. Halktan birisi anlamında kullanıyordu.
Acaba bunun Kur’an’da bir karşılığı var mıdır?
Bu kelime olduğu gibi Kur’an’da kullanılmaz. Laos, klerik, laik veya onun biraz daha anglosakson ifadesi seküler dünyaya ait olan anlamında kavramlar Kur’an’da geçmez. Arapçada da geçmez. Bunlar İslam dünyası toplumlarının kavramları değildir. Ancak bunların yerine geçecek olan, bunlarla yaklaşık aynı anlamı ifade eden kavramlar vardır. Mesela Kur’an’da ‘’ahbâr ve ruhbân’’ kavramları var. Din adamları demektir. Ahbar; haber veren, Tanrı’dan haber verenler, Tanrının kitabını yorumlayarak onda ne yazdığını haber verenler demektir. Ruhban da; Tanrı korkusu içinde olanlar, Tanrı’dan korkmamız gerektiğini bize sürekli söyleyip duranlar, bunu kendisine iş ve meslek haline getirmiş olanlar anlamındadır. İslam’ın doğduğu yıllarda Ahbâr ve Ruhbân vardı yani din adamları vardı. Bunlar Kiliselerde veya Havralarda, önlerine kutsal kitabı açarak yorumlar ve okurlardı. Kutsal kitap yorumcularıydılar. Kendilerine özgü elbiseleri vardı, din adamı elbiseleriyle dolaşırlardı. Kur’an’da bir de Ahbâr ve Ruhbân mensubu olmayan, din adamları sınıfından olmayan anlamında ümmi kelimesi kullanılır. Peygambere ‘’ümmi nebi’’ denir. Yani din adamları sınıfından olmayan, Ahbâr ve Ruhbân olmayan, umuma, genele, halka mensup yani ümmi denirdi. Ümmi ‘’okuma yazması olmayan’’ anlamında kullanılmamaktadır. Kur’an’da ümmi bir eğitim kavramı değildir. Okuma yazması olmayanı ifade etmez, sınıfsal bir kavramdır. Din adamları sınıfından olmayan, halktan birisi demektir.
İslam’ın doğuşundan yani 7.yy Mekke-Medine ortamından 18. yüzyıl sonlarına 1789 Fransız Devrimi ortamına, şartlarına ve zamanına geliyoruz. Orada da laikos din adamı olmayan yani ümmi, klerk olmayan, din adamları sınıfına mensup olmayan, kilisede din adamlığı yapmayan demektir. Hatta kilisedeki din adamları da ikiye ayrılırdı. Birincisi kendini tamamen kiliseye vermiş, dünyayla tamamen ilişkisini kesmiş olan. İkincisi de sabah çıkıp halkın arasında dolanan, halkla teması olan, alışveriş yapan, çarşıda pazarda gezen, sonra gelip kilisede kapanarak orada inzivasına devam eden. Birincisine reguler, ikincisine seküler deniyordu. Bu ikisi de din adamı yani klerk idi. Din adamları sınıfına mensup olanlar sadece kilisede kalıyorsa reguler, dışarı çıkıp halkla birazcık teması oluyorsa seküler deniyordu. Seküler kavramı da din adamlarıyla ilgiliydi.
Şu halde Avrupalılarda klerk-laik yani din adamı-din adamı olmayan şeklinde ortaya çıkan ikilik İslam dünyasında, Kur’an’ın indiği toplumda ahbar/ruhban-ümmî şeklinde ortaya çıkmıştır. Din adamı sınıfından olanlar ve din adamı sınıfından olmayanlar. Peygamber de ahbâr ve ruhbân değildi. Yani din adamı değildi; ümmîydi, halktan birisiydi.
Bu durumda 1789’da Fransız Devriminden sonra ortaya çıkan din-devlet ilişkisi esasında devleti ‘’din adamları sınıfından arındırmak’’ anlamına geliyordu. Yani devleti, siyasal, kamusal işleri kilisenin boyunduruğundan kurtarmak, din adamları sınıfının yönetimine son vermek olarak anlaşılmıştı. Bu İslam dünyasına aktarıldığında özellikle Osmanlı son zamanında ‘’la ruhbanî’’ olarak çevrildi. Osmanlı uleması ‘’Laikliğe ne diyeceğiz? Buna Türkçe bir karşılık bulmamız lazım’’ diye tartıştılar. Kimileri dedi ki ‘’la dinilik’’ diyelim. Yani din dışılık. Kimileri dedi ki ‘’bu olmaz, laiklik tam bu anlama gelmiyor, buna ‘la ruhbanîlik’ dememiz lazım.’’ Ruhban, Kur’an’da geçen din adamı kavramıdır. Kur’an’da geçen din adamı kavramını alıp onun başına ‘’la’’ Arapçadaki olumsuzluk ekini ekleyerek ‘’la Ruhbanilik’’ yani ‘’din adamları sınıfının yönetimine hayır, din adamları sınıfının yönetimde egemen olması şeklindeki devlet modeline hayır’’ anlamına gelen bir kavram icat ettiler. Ancak bu tutmadı. Bunun yerine Fransa’da kullanıldığı gibi laiklik şeklinde yayıldı ve tuttu.
Geçmiş tarih boyunca laiklik uygulamalarına baktığımız zaman dindarların bundan rahatsız olduğunu, dini çevreleri ürküttüğünü görüyoruz. Nitekim şu anda Türkiye’de yaşanan sorunlar, yıllardır bir türlü bitmek bilmeyen ve laik çevreleri rahatsız eden iktidar yılları, işte bu geçmişteki laiklik uygulamalarından esinlenmekte, beslenmekte ve bu nedenle ayakta durmaktadır. Ortada bir yanlışlık var. Ben bu yanlışlığı gidermek için çok kafa yordum.
İslam’da din-devlet ilişkileri nasıl olabilir?
Bu soruna parmak basmak ve çözüm üretmek adına, 2003 yılında yayınlanan Adalet Devleti adlı kitabımda, bu konuları enine boyuna tartıştım. İslam Devleti değil; bildiğimiz anlamda klasik laik devlet de değil; her ikisini de içererek ve bunlara bir daha gerek duyulmamasını sağlayacak olan ‘Adalet Devleti’ kavramını geliştirdim. Burada öyle bir şey anlatıyoruz ki dindarlar, laiklik kavramının ürkütücü ve ‘’Acaba dinsizlik mi, din düşmanlığı mı, dini ortadan mı kaldıracaklar?’’ endişesini giderecek şekilde, kafalarındaki soruların cevabını buluyorlar. Ama öbür taraftan da laiklik duyarlılığına sahip olanların ‘’Tekrar padişahlık mı gelecek, tekrar şeriatla mı yönetileceğiz, aklı bilimi bir kenara bırakıp, tekrar din ne derse onu mu yapacağız’’ şeklindeki endişelerini de gideriyorlar. Henüz Türkiye’de bunlar tam konuşulmuş değil. Çünkü kabileler var ve birbirlerine mızraklarının ucuna taktıkları bayraklarla saldırıyorlar. Mevzular tam tartışılamıyor.
Özetle üç tür laiklik var;
Birincisi militan laiklik ‘’Din ile dünya işlerinin ayrılmasıdır’’ diyor. O zaman dindar zihin buna şu soruyu soruyor. ‘’Eğer dinle dünya işleri ayrılacaksa öldükten sonra ben bu dini ne yapacağım? Bu din bana dünyadayken lazım. Haram, helal, rüşvet yememek, adalet, dürüstlük, öldürmemek, çalmamak, iftira atmamak, yalan söylememek, taciz tecavüzün günah olması… Devletin bunları esas alması lazım, dinimiz de zaten bunları emrediyor’’ diyor. ‘’124 bin Peygamber gelmiş geçmiş bu dünyadan, eğer bu din bu dünyada bir işe yaramayacaksa bunca Peygamber ne diye gelmiş?’’ diye soruyor.
İkincisi klasik laiklik “Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır’’ diyor. O zaman da burada şu soru geliyor: ‘’İslam’da devletin uyması gereken insanlık için iyi şeyler söylenir. Mesela rüşvet almayın, haram yemeyin, yolsuzluk yapmayın, halkın parasını cebinize indirmeyin, öldürmeyin, çalmayın, baskı zulüm uygulamayın, adaletli olun… Dinin emirleri bunlar değil mi? Bu emirlerle devlet ayrılsın mı yani? denince ‘’Olabilir ama bunları akıl, mantık ve evrensel hukuk gereği alabiliriz dinin emri olduğu için değil’’ deniliyor. İşte tam burada bir sorun var ve bu sebeple bir üçüncü tanım şart oluyor.
Üçüncüsü özgürlükçü laiklik de ise tanım şöyle; “Dinin inanç, ibadet ve tarihsel hükümlerinin devletten ayrı olması ancak evrensel değerlerinin bir görülmesidir.” Yani Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahirete, cennete-cehenneme inanmak gibi itikatları/inançları, namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, başörtüsü takmak gibi kendine mahsus ibadetleri (nüsukları/ritüelleri), mirası 2/1 şeklinde bölüştürmek, hırsızın elini kesmek, zina edene değnek vurmak gibi tarihsel hükümleri devletten ayrı olmalıdır. Devletin buradan alabileceği bir şey yoktur. Çünkü dini itikatlar/inançlar ve ibadet ritüelleri devletle ilgili değildir, tarihsel hükümlerin ise zamanı geçmiş olabilir. Hükümlerde aslolan ahkam değil; maksattır. Zamanın değişmesiyle hükümler de değişir. Dinin bu konularda devlete yol göstermesine gerek yoktur. Burayı ayırmak lazım. Ama evrensel ahlakî değerlerini ayırmaya gerek yoktur. Ayırdığın zaman dindar ‘’O zaman benim dinim ne işe yarayacak? 124 peygamber niye geldi? İsa niye çarmıha gerildi? Musa niye firavuna karşı çıktı? İbrahim neden yakılmak istendi? Muhammed peygamberimiz neden hicret etti? vs.” diye soruyor. “Dinin dünya ile ve devletle hiçbir işi, teması, çağrısı, uyarısı olmayacaksa bunlar neden yaşandı?” diye ikna olmuyor. “Laiklerin” rüşvet almak, haram yemek ve hertürlü yolsuzluğu rahatça yapabilmek, dünya/devlet tamamen onlara kalsın diye dini bu denli dünyadan/devletten dışladıklarını düşünüyor ve bu onun dünyasında “dinsizlik” şeklinde algıya yol açıyor. Ve bu öfke ve tepkiyle iktidara gelip laikliği yani “dinsizliği” rafa kaldırıp yerine namaz kıldıran, oruç tutturan, baş örttüren, çarşafa peçeye zorlayan, namaz kılmayana kırbaç cezası uygulayan, mirası ikiye bir bölüştüren, zina edeni taşlayan, inançsızları ötekileştiren/zımmî gören güya “İslam Devlet” kuruyor.
Bu nedenle yukarıda kısaca özetlediğim özgürlükçü laiklik üzerinde daha fazla düşünmeye ihtiyaç vardır. Ben epeydir bu konu üzerine kafa yoruyorum. Düşünen zihinler bu konu üzerinde yeniden kafa yoracaktır.
‘’Allah yok, din yalan’’ söylemi yanlıştır. Bunun yerine ‘’Allah ne diyor, dinin özü nedir?” diye dindarlarla tartışmak çok daha faydalı ve ilerletici olacaktır.