Belki de Amerika’yı yeniden keşfetmemiz gerekiyor. Yirminci yüz yılın ikinci yarısında Latin AmerikaHıristiyanlarının, ana akım Hıristiyanlığa rağmen, fakat ilk Hıristiyanlığın yoksuldan, yoksundan, engelliden ve mazlumdan yana olma prensiplerini temel alarak “dini taban cemaatlerince”[1] geliştirilen ve daha çok da praxis’ten[2] doğan “kurtuluş teolojisi” denemeleri, Müslümanlar için de oldukça ilham verici ve ayıltıcıdır.
Kurtuluş Teolojisi; Hıristiyan tecrübenin “yoksulluk ve dışlanmışlıkla dolu bir dünyada sevginin Tanrısını nasıl ifade ederiz? Erken ve adaletsiz ölümlerden muzdarip bir halka/halklara, hayatın/merhametin Tanrısını nasıl anlatırız? Kurtuluşun kutsal kitabını/İncil nasıl açıklarız? ” Sorularının Müslümanlar için de bir anlamı olsa gerek, çünkü Kur’an kıymete kadar insanlığın karşılaşacağı tüm sorun ve durumlara en iyi çözüm ve en yüksek sözü söyleme iddiasındadır.[3] Müslümanlar Sünnetten ve İslamî gelenekten de yararlanarak tam da bu zamana hem dünya hem de ahiret kuruluşu için Kuran’ın teklif ettiği sözler ve tefsirlerinin nelerdir olduğunu ortaya koyamazsa tarih dışılık devam edecektir.
İslam dünyasından da bazı kurtuluş teolojisi denemelerinin yanında farklı din, kültür ve ideolojilerden yola çıkan “kurtuluş teolojisi” üretme çalışmalarını ihtiva eden haberdar olmanın ötesinde ve konuya girizgâh niteliğinde, bir kitaptan söz etmek istiyorum. Merkez Katolik Hıristiyanlığın 13. Havari/münafık muamelesi yaptığı “kurtuluş teolojisinin” amaç, yöntem ve kapsamını anlamakta geç kalmış olsak da yüzleşmek zorunluluk arz etmektedir.
Sol ve İslamcı muhalefetin halk isyanlarıyla diktatörleri devirip iktidarlar olabilme imkânlarını yakaladığı bir çağın başlangıcındayız. Dinlerin ve ideolojilerin sadra şifa hak eşitlik ve adalet için günümüze neler verebileceğini bilmek daha da bir hayatiyet arz etmektedir. Bu bağlam Türkiye için Christopher Rowland’ın edisyonu, Kurtuluş Teolojisi adlı kitaptaki makaleler ile sağlıklı bir tartışma zemininde yürüyebilir diye ümit ediyorum.
Kitaptaki makaleler; Türkiye’de entellektüel bir teoloji tartışmasının ötesinde İslamcıları, Sosyal Demokratları, Sosyalistleri, Marksistleri ve Anarşistleri ortak bir siyasal zeminde, asgari çatışma, azami müşterek oluşturabilecek ilhamlar içermektedir.
“Hıristiyan Kurtuluş Teologları kendilerini, yoksullar ile Majisteryum[4] arasındaki aracı olarak görürler ve teolojik fikriyata katkıda bulunan uygun “seküler” bilgelikle ele alarak, tarafsız teolojik aracılar olmaktansa yoksulların yanında saf tutarlar.”[5]
Papa XXIII. John 11 Eylül 1962 Vatikan Konsilinde; “Kilisenin herkesin Kilisesi ve özellikle de yoksulların Kilisesi olması” çağrısı yaptı ve bu çağrı Latin Amerika da ciddi bir karşılık buldu.
Hıristiyan teolojisi açısından Temmuz 1967’de yoksulluğun üç hali ortaya kondu:
1- Maddi yoksulluk: İnsanın en temel ihtiyaçlarını karşılayacak gerekliliklerden yoksun olmasıdır. Bu yoksulluk, İncil’in verdiği mesaj açısından, büyük bir rezalettir. Tümüyle Tanrının arzusuna aykırı olan bir durumdur.
2- Manevi yoksulluk. Bu öncelikle dünyevi şeyleri terk anlamına gelmez, daha çok Tanrının iradesini kabul etme yaklaşımıdır. İncil bunu “manevi çocukluk” olarak adlandırır, dünyevi şeylerden feragat, bunun bir sonucudur.
3- Bütün Hıristiyanlarda olması gerektiği varsayılan yoksulluk. Hıristiyanlar kendilerini “yoksullarla birlikte ve yoksulluğa karşı” ifade etmelidir. Hz. İsa’nın da günahkârları sevmemesi ve günahı reddetmesi, insanlığın günahlarını üstlenmesi böyledir.”[6]
Bu yaklaşım; yoksulluk ve nedenleri hakkında belli bir varsayımı öngörüyor. Hem insanlık dışı durumun reddedilişi, hem de manevi yoksulluğun anlaşılmasında, kutsal metinlerin bir temele sahip olduğunu işaret ediyor. Hıristiyan adanmışlığının nedenlerini göz önüne seriyor. Bu katkı, bir yıl sonra, 1968 yılının Ağustos ve Ekim aylarında Medellin’de/Kolombiya ele alındı ve birçok Hıristiyan’ın var olduğuna inanmaya başladığı bu sorumluluğun açık hale gelmesine yardımcı oldu.
“Kurtuluş terimi” toplumsal ve siyasi alanda da olmakla birlikte, çok eski bir teoloji ve İncil geleneğinden gelmektedir. Anlamı geniş olarak; dini, politik ve toplumsal kurtuluşu ifade eder. Bu kurtuluş, yoksulluğun ve adaletsizliğin özellikle sosyoekonomik yapıdan kaynaklanan nedenlerinin kaldırılmasına işaret eder. Bu temelde, özellikle zayıflara ve değersiz görülenlere saygı başta olmak üzere ötekilere saygı temeline dayanan bir toplum inşası için çalışılabilirliği öngörür.
1- “İnsani kurtuluş. Bu, değişen toplumsal yapıların öneminin farkında olmamıza rağmen, daha derine gitmemiz gerektiğinin bilincinde olduğumuz anlamına gelir. İnsanların özgürce ve onurlu bir biçimde kendilerini geliştirme kapasitesini sınırlayan (sadece sosyal alanda değil) her şeyden kurtarmak demektir. Burada bahsettiğimiz şey, İkinci Vatikan Konsili’nin “yeni hümanizm” diye adlandırdığı şeydir.
2- Önemli bir nokta da bencillikten ve günahtan kurtuluştur. İnanç analizlerinde bu, adaletsizliğin ortadan kaldırılması gereken son kaynağıdır. Bunun üstesinden gelmek, Tanrıyla ve insanlarla yeniden yakınlaşmayı sağlar. Lumen Gentium[7] sadece Tanrının inayeti ve Mesih’in kurtarıcı çabaları günahı alt edebilir.”[8]
Bu kitapta yalnız İncil ve Hıristiyanlık temelli kurtuluş teolojisi denemeleri değil, kadim halkların uzun geçmişe dayanan yaşam mücadeleleri, dünyayı nasıl bir yaşam mekânı haline getirdikleri, yüksek diyarları, sert koşulları, sağanakları ve çölleri ehlileştirmeyi nasıl başardıklarını anlama çabası, hayat veren toprağa gösterdikleri saygıya dair kadim bilgelikten süzdükleri çok önemli dersler, basit tarımın ve köy yaşamının imkânları, Hindistan kabile mitlerinden ekolojik mesajlar, Tayvanlı teolog Choan-Seng Songun’un “Tanrı sevgisinin acıyla yoğrulduğu düşüncesi” Batı teolojisinin rasyonalizminden uzak, “zihnin akli kategorilerinden ziyade kalbin varoluşsal kategorilerini kullanarak Tanrı’nın Yaratıcı ve Kurtarıcı olarak anlaşılması, doğu çileciliğiyle Hz İsa’nın çarmıha gerilişi ve ızdırabının birleştirilme çabaları, haç ve nilüfer’in bir araya getirilme çabaları, hapis, işkence ve ölüm riski olmasına rağmen Güney Kore, Tayvan ve Filipinlerde Hıristiyanların protesto hareketlerine katılmaları, Hıristiyanlık inancının yeryüzündeki acılara duyarlı olarak daha derin kavranması, Asya’daki muzdarip kitlelere ve böylece kötülüğün ve ölümün güçlerine karşı acı-sevgi ikiliğini doğrulayan Tanrının sızılı kalbine yaklaştırması düşüncelerinin anlaşılması sürecine dair ilham verici vurgular ve olgulardan bildirimler var.
Hindistan’daki ezilen halk içinde Dalit’lerin, kökenlerini, köleleştirilmelerini, kadınlarının aşağılanmasını, topraklarından kovulmalarını, adalet ve eşitlik arayışlarını anlatan (mitler, halk öyküleri, şarkılar, özdeyişler, festivaller ve ritüellerle dolu olan) geleneği, Siyahi teoloji için; Hz. İsa’nın mazlum ve “mükemmel biri” ve acı çeken ve sömürülen herkesin kurtarıcısı olduğu inancı, Cone’nin Hz. İsa çektiği çilelerle siyahların ırkçılık nedeniyle çektiklerin özdeşleştirmesi, feminist teolojinin tanrıça/maneviyat arayışı, Kadınlar Kilisesi hareketi, kadınların günümüzdeki maneviyat arayışları, apartheid (beyaz ırkçı rejim) karşıtı Güney Afrikalı bir aktivist olan İslam düşünürü Farid Esack’ın (d. 1956) İslami Kurtuluş Teolojisi denemesi diyebileceğimiz hermenetiği, İslami Kurtuluş Teolojisinin Tarihsel Kökleri, İslami kurtuluş teolojisinin Hıristiyan kurtuluş teolojisinin basitçe kopyası olup olmadığı, tarihsel bir gelenek olan kolonyalizme ve emperyalizme karşı Müslüman direnişin etkileri, apartheid karşıtı mücadele sırasında, Müslüman Kurtuluş teologu Esack da radikal İslamcı çevreler de Latin Amerika ve Asya’da kurtuluş teolojisinin varlığından haberdar olup olmadıklarıyla ilgili bilgi ve düşünceler, devrimci süreç içerisinde dinin oynadığı rolün olumlu evrelerinin olduğunu kabul eden Marksizm’in dinlerle, dinlerin Marksizm’le ittifakının imkânları gibi birçok mesele 15 makale var. Makalelerde Müslüman Teologların, Hıristiyan kurtuluş teologlarıyla bağlantı ve onların ilerici siyasal adanmışlıklarına karşı derin bir hayranlık duymakla birlikte doğrudan metinler üzerinden etkilenmişlikleri olup olmadığı ile ilgili bilgiler var.
İslami kurtuluş teolojisinin tarihi kökleri Hıristiyan emsalinden ziyade, Kuzey emperyalizmine karşı (radikal ve siyasallaşmış İslam’ın önemli bir rol oynadığı) Müslüman direniş geleneğinde vardır. Örneğin Britanya koloni sistemi bağlamında ortaya çıkan ve emperyalizm karşıtı olan Mısır’daki Müslüman Kardeşlerden (İhvan-ı Müslimin) Seyyid Kutub (1906-66) ve Hindistan’daki Cemaat-ı İslami’den Ebu’l Ala Mevdudi (1903-79) gibi İslam ideologlarının yazıları apartheid karşıtı mücadelede aktif olan Güney Afrikalı Müslümanlarca yaygın bir şekilde okunmaktaydı.
Kitaptaki 5. Makalede Shadaab Rahemtulla Ali Şeriati’nin İslami Kurtuluş Teolojisine ilham kaynağı olduğunu belirtirken; Ali Şeriati’yi “militan Marksizmi ile Şia düşüncesini harmanlayan” bir düşünür olarak anlarken bir başka yerde de Ali Şeriati’den yaptığı bir alıntıda “İslam’a dönmeliyiz demek yeterli değil. Hangi İslam olduğunu belirtmemiz gerek: Ebu Zer’in ki mi yoksa Emir Mervan’ın ki mi? Birisi Halifenin, sarayın, hükümdarların İslam’ı, diğeri halkın, ezilenlerin, fakirlerin İslam’ı.” Demekle açık bir tenakuza düşse de, çok ilham verici bir çalışma yapmış.
Ali Şeriati’nin İslam algısı ve Marksizm meselesi çok su götürür bir mesele olarak tartışılmaya devam etmektedir. Âcizane benim kanaatim benzerliklere bakarken iki şeyin gözden kaçırılması düşünceyi anakronik tuzağa çekiyor. Bunlar:
1- Olguların tarih sırasıdır. Ayet ve hadislere Kur’an ve İslam paradigması içinde verilen en kötü ihtimalde caiz bir anlam sonradan ortaya çıkan bir düşünce sistemine isnat edilemez. Bu babanın oğla isnadı gibi ontolojik bir imkânsızlıktır.
2- Benzerlik ve farklılıkların usulden mi, furu’dan mı olduğunun gözden kaçırılması. Bir düşünce sisteminin furuattan benzediği sistemlerle olan ilişkilerinde de yine kronoloji ve asla olan etkisine bakmak gerek. Ali Şeriati veya Şeyh Bedrettin’in “sosyalizminin” kaynağı İslâm’dır, Ebu Zer’dir. Sosyalizm olarak nitelendirilmesi sapmadır. İhtiyacın üstüde mülk edinmeyi, özel mülkü haram görmeyen bir düşünceye sosyalizm demek indirgemedir.
Hıristiyan ve İslami kurtuluş teolojileri arasındaki bağlamsal farkları da inceleyen yazıların olduğu kitabın okunmasını, yazar kadrosu Latin Amerika Kurtuluş teolojileri ve Marksizm ilişkileri konularında çalışmaları olan Michael Löwy ve ana akım Müslüman âlimlerinde olacağı şekilde genişletilerek bir sempozyum yapılması özelde Türkiye ve İslam dünyası, genelde dünya için derin yankıları ve etkileri olabilecek bir çalışma olur diye düşünmekteyim.
Not: Bu kitabı bana önererek okumama vesile olan Muhterem Hayri KIRBAŞOĞLU’NA saygı ve muhabbetle teşekkür ediyorum.
[1] Kiliseye belli bir kiliseye bağlı olmayan ve çoğu zaman da içlerinde bir rahibin bile olmadığı sivil insanların kendi ararlarında İncil ve dini metinler okudukları cemaatler. HK
[2] Teorinin pratiği belirlediği değil, bizzat yaşamın içinden insanların ürettiği bilgi ve tecrübelerin oluşturduğu bilgi ve teori. Marksist okumalara benzer fakat dini okumalar.
[3] “Onlar sana hiçbir misal getirmezler ki (buna karşılık) sana gerçeği ve en güzel açıklamayı getirmiş olmayalım. Furkan Suresi 33”
[4] Yüksek Hıristiyan Âlimler konseyi.
[5] Kurtuluş Teolojisi, Chridtopher Rowlawnd, Sh. 27. İDEA/AYRINTI, İstanbul
[6] Age sh. 42
[7] Episkopos Pavlus, Tanrı’nın Hizmetkârlarının Hizmetkârı Kutsal Konsilin Pederleri İle Birlikte Ebedi Hatırasına KİLİSE HAKKINDA DOGMATİK YASA, LUMEN GENTİUM (İnsanlığın Işığı) Bölüm 1
[8] Kurtuluş Teolojisi, Chridtopher Rowlawnd, sh. 43 İDEA/AYRINTI, İstanbul