Kapitalizm, dünyadaki her şeyi istediği gibi kullanabileceği bir nesne haline dönüştüren ve insanların, ahlâksız yıkımın doruğuna çıkartıldığı, lâkin zulmü yapanların kurnazca gizlendiği, en çarpık ve kaotik sistemdir. Kapitalist sistemde, insanların kendi belirledikleri bir çalışma hayatına özgürce sahip olmaları ve kendi özgür emekleriyle bir ürün üretmeleri ve böylece ürettiklerine yabancılaşmamaları, gittikçe sınırlanmaktadır. Küçük ve orta ölçekli ekonomilere, hayat hakkı verilmemektedir. Bireysel ya da ortaklaşarak üretenlerin, kendi ürettikleri değerlerle, kendilerine saygı duymaları yok edilmekte, statü ve saygınlık, doğrudan kapitalist tekellerin kontrolüne geçmektedir. Kapitalizm, farklılıklarını hoşgörü içinde koruyan toplumun; dayanışma ve birlik içinde iç içe yaşama gücünü sağlayan geleneksel tarihi değerlerini ve sosyal geleneklerini rafa kaldırmaktadır.
300 yıllık ulus-devlet modelinin ardından, 90’lardan sonra artarak gelişen küreselleşme; kültürde ve ekonomide, ahlâkta ve hukukta çatışarak ayrışmayı, hatta mikro devletlere bölünmeyi tetiklemektedir. Bunun etkisiyle iki kutuplu olmaktan çıkarak çok kutuplu hâle dönüşen metropol kapitalizmi, askeri demokrasiye bağımlı merkezileşmeyi kendi içinde arttırmakta ve bir zamanlar ulus-devlet modelini nasıl dünyaya hâkim kıldıysa, otoriter askeri demokrasi modelini de, bağımlı ülkelere sinsice taşırmaktadır. Aynı zamanda bağımlı devletleri daha rahat yönetmek, kapitalist pazarı en ücra noktalara kadar yaygınlaştırmak ve ‘eski’ ulus-devletleri parçalara ayırabilmek için, dünyaya ‘sürekli savaş hali’ni dayatmaktadır. Dışarıdan dayatılan bu iradevi süreç, iç dinamiklerde muazzam çatışmalara neden olmakta, insanlık kültürel, ekonomik, vicdani ve ahlâki olarak ağır yaralar almaktadır.
Bu gelişmelerle birbirlerinden koparılan ve ayrıştırılan topluluklar, tarihsel kökenleri olan geleneksel dayanışma ve iç bağlılıklarını giderek yitirirler. Toplumun kendine saygısını ve erdemliliği koruyan her alanda, değerler alt üst edilir. Dostluk ve nezaket, komşuluk ve akrabalık, kişiliklerin satıldığı kapitalist pazarda, sadece küresel şirketlerin çıkarlarına bağımlı kılınır. Tüm bu iradevi dayatmalar, insanların kendilerine yabancılaşmalarında en uç noktadır. Bugün saygı ve statü kazanmak isteyenlerin, ahlâksızca birbirini çiğnemesi ve dışlaması hoş görülmektedir. Toplumda insanların kendisine ve birbirlerine yabancılaşmaları arttıkça, çılgın eğlenceler, sınırsız kumar ve madde bağımlılığı, sanal oyunlar ve fuhuş endüstrisi de artmaktadır. Bütün amaç, toplumun tarihsel, duygusal ve kültürel birikiminin güdükleştirilmesi ve denetlenmesidir. Güdülenen toplumlar; yapay, sentetik geçici zevklerle tatmin olamayan, kendi kararlarını kendi alamayan ve anlamsızca heyecanların kaotik çelişkilerine mahkum edilen, belirsizlikler yumağı haline getirilmiştir. Böylece kapitalizmin; ‘olağanüstü hâl ve savaş koşulları’ paranoyası yaratarak, polis ve ordu gücünün süreklilik arz eden baskısını, totaliter ve katı merkeziyetçi bir devlete dönüştürmesi, zemin ve iklim bulmakta ve bu durum, küresel çapta meşrulaştırılmaktadır.
Toplumlarda gelişen sistem dışı antikapitalist bilincin, bir yandan küresel ve çok uluslu terör komplolarının baskı ve hileleriyle, öte yandan göstermelik seçimler ve kamuoyu algılarını oluşturma operasyonlarıyla işletilen karmaşık ikna mekanizmalarıyla bastırılması; devasa bürokrasi ve militarist örgütlenmelerin hükmedici gücünün gizlenmesini ve korunmasını sağlamaktadır. Sisteme eklemlenen siyasal partilerin ve sivil toplum örgütlerinin hileli ve mantık dışı yapısallaşması, bu büyük oyunda kilit bir rol oynamaktadır.
Kapitalizm, çıkarların çapına göre, büyük küçük birçok çarkın birbirine kuvvet vererek eklemlendiği, birleşik çarklar sistemidir. Seçim sistemi ve referandumlar, siyasal partiler ve sivil toplum örgütleri, kamuoyu algısı ve stratejik konularda araştırma şirketleri, medya ağları vb. birçok çark, fırsat eşitliğine dayanmadan, sinsi hilelerle toplumsal ahlâksızlığın sürdürülmesini sağlayan ve güdümlenen insanların emeğine el koyarak döndürülen birer çarktır.
Kapitalizm; toplumda ahlâki bir bağ, etik değerler, özgürleştiren bilgi ve eşitlikçi bir inanç üretmez, aksine ahlâkı ve inançları çürütür ve stratejik bilgiye el koyar. Toplumdaki yabancılaşma ve kutuplaşmayı koruyarak ve sürekli yeni düşmanlar üreterek, ayakta kalır. Bunun için kapitalizmin; insanların, aracısız ve doğrudan, tarihsel bir bilince ulaşmaları ve iç dünyaları ile günlük çaba ve emekleri arasında, hayal güçleriyle kurdukları özgürlük ışıklarını söndürmesi, zorunlu bir duraktır.
İnsanların hayalleri ve umutları, tarihsel bir kaynaşma içinde ortaklaşabilir. İnsanlar; kişisel, ailevî, yerel sıkıntı ve sorunlarını dertleşerek, paylaşarak ve destekleşerek çözmeye yatkındırlar. Ve yine insanlar, günlük hayatın sıcak ve samimiyet içeren kaynaşması içinde, ‘dışarıdan veya yukarıdan’ kendilerine sunulan bilgi ve değerlerin, yapay ve yanlış olduğunu hissederek, bu zalim ve hilekâr kancalardan uzak durmaya çalışırlar. Kölelik çarkını döndüren kapitalizm ise, insanların umutları ve hayalleriyle ürettikleri ortak insanlık değerlerini, ya çarpıtır ya güçsüz kılar ya da en sert şekilde yok eder. İnsanların, kamusal ortak akıldan uzaklaştırılması, kamusal sorunları ortaklaşarak çözme istek ve iradesi kırılır. İnsanlar, giderek kamusal sorunlara aldırmaz ve ilgisiz kılınır. Hayata yapılan sürekli müdahalelerle, tedirginlik ve korku çemberine alınan toplumlarda, arttırılan güvensizlik ve belirsizlik, toplulukların güdülenmesini ve yanıltılmalarını daha da kolaylaştırır.
Öte yandan tarihsel bilincin ortak birikimi, insanların günlük yaşantılarında paylaşılan deneyimler ve imgeler içinde yaşamaya devam eder. İnsanların hayatlarına anlam ve değer katan ve kendilerini anlamalarını ve anlamlandırmalarını sağlayan güç; insani ve ahlâki bağların, doğrudan ve samimi, doğal sıcaklığıdır. İnsanların toplumsal tarih ve toplumsal süreçle günlük kişisel yaşantılar içinde doğrudan bağ kurmalarının sınırlanması ve bu bağın hilekârca çarpıtılması, kapitalist devletin güç kaynaklarını gizleyen, aracılık ve karıştırıcılık görevleri arasındadır. Kişisel, ekonomik ve psikolojik sorunların; kamu sorunları ile tarihsel bağının koparılması, kapitalizmin bireycilik anlayışını kuvvetlendirir. Lakin öte yandan, kadınların ve çocukların dövülmesi ve istismar edilmesi, bazı insanların işsiz kalması, farklı inançlar ve etnik topluluklar arasında, laikler ve samimi dindarlar arasında, sanal ve giderek derin uçurumlar açılması, bir aşamadan sonra bireysel bir sorun olmaktan çıkar ve artık böyle algılanamaz bir hâl alır.
Bu tehlikeli kaotik ortamlarda, küresel kapitalizm, çok daha fazla kâr elde edebileceği en uygun modeli, her toplumda farklılık arz edecek şekilde, o topluma dayatabilir. Küresel ve bölgesel çaptaki, tarihsel fay hatlarını harekete geçirerek, dini eksenli toplumlara, sözde ve sahte laikliği, laik toplumlara dini gericiliği ve din korkusunu dayatan küresel kapitalizmin, bir yandan dini gericiliği şahlandırması, öte yandan demokrasi ve laiklik bayraktarlığı yapması, onun en belirgin ikiyüzlü hilesi sayılmalıdır.