Sevgili dostlar,
Ne konuşulduğunu tam bilmiyoruz, ama Ankara’da Amerikalı askerler, Saray’da Erdoğan, İmralı’da Öcalan arasında, birkaç gün süren gizli bir pazarlık sonucunda, Fırat’ın doğusunda girişilecek bir macera şimdilik önlenmişe benziyor.
Örgütleri dağıtılmış ve muhalefeti bastırılmış bir toplum olmanın bedeli bu; hayatımıza dair kararların ortağı değil, seyircisi durumundayız.
Şeffaf bir yönetime, katılımcı bir siyasete de sahip olmadığımız için kapalı kapılar ardında, istikbalimize ilişkin ne konuşulduğunu bilmiyoruz.
Ülke savaşa girerken, bizi temsil edenlerin ses verebileceği tek meşru zemin olan Meclis tamamen devre dışında… O yüzden, Saray’daki “Hadi savaşa” derse gerekçesini de tam bilmediğimiz bir savaşa gireceğiz. Bir sürü soru, cevapsız duruyor ortada:
Son 3 yılda 2 kez girdik komşu toprağına… Şimdi neden tekrar gireceğiz?
“Girerseniz engelleriz” diyen Amerikalılarla da savaşacak mıyız?
Ülkeye buyur ettiğimiz Suriyelileri şimdi oraya mı yerleştireceğiz?
Fırat’ın doğusuna girip yıllarca Türkiye’den geçişine göz yumduğumuz, silahla desteklediğimiz IŞİD çeteleriyle savaşanlara karşı mı savaşacağız?
Onlar esir tuttukları IŞİD’lileri, girdikleri Türkiye sınırına bırakırsa ne yapacağız?
Aynı sınırın iki yakasında asırlardır yaşayan Kürtlerin ve Türklerin, ellerinde aynı Amerikan silahlarıyla savaşa girmek üzereyken, yine Amerikalılar aracılığıyla anlaşmaya zorlanması utandırmıyor mu bizi?
Ortak çıkarımızın birbirimizle değil, IŞİD’in simgelediği karanlığa karşı birlikte savaşmak olduğunu görmüyor muyuz?
Bir kurban bayramına zihnimizde bu sorularla giriyoruz.
Savaşa ya da barışa bizim adımıza karar versin diye Meclis’e yolladıklarımız yok devrede… O yüzden, Saray’ın iradesi karşısında gözleri bağlı kurbanlık gibiyiz.
Bayramınızı şimdiden kutlarken tek dileğim var:
Kurban olayım; kurban olmayalım.