I.Anekdot:
’Suyu arayan adam’’ isimli kitabında Şevket Süreyya Aydemir 1915 sonrasında Doğu cephesinde görevi sırasındaki anılarını anlatırken Osmanlı Türkiye’sinin durumuyla ilgili ilginç konulara değinir: Meşhur Sarıkamış faciasında doksan bine yakın asker tabiat şartlarına yenilmiş ve geriye kalan birlikler Rus’lara karşı direnerek geri çekilmektedir. Ş.Süreyya Aydemir’in görevli olduğu bölükte bir tane okuma yazma bilen asker vardır. Anadolu’nun çeşitli yerlerine mensup askerler hangi dindensiniz sorusuna İslam’ı çağrıştıran çeşitli cevaplar verirken Peygamberimiz kimdir sorusuna Enver Paşa diyenler dahi çıkmıştır. Bunun üzerine Ş.S.Aydemir: ’’Muhafazakar ve dindar diye bildiğim Anadolu halkının diğer kültür ve medeniyet tortularının üzerine İslam’ı da bir tortu şeklinde kabul ettiğini ve din ve İslam konusunda son derece cahil olduğunu ‘’ belirtir.
II. Anekdot
1960’ların Türkiye’sinde Anadolu’nun köylerinden birine tayini yapılan bir öğretmen, siyasi mizah içerikli en uzun soluklu dergilerimizden biri olan Akbaba dergisinde anılarını anlatırken şu ilgi çekici olaya değinir: Köyün ileri gelenleri köylerine yeni tayin olmuş öğretmeni karşılarlar ve yerleşmesine yardımcı olmaya çalışırlar. Bu arada tuvalet ihtiyacını gidermek isteyen öğretmen tuvaletin yerini sorar ve köylüler de muhtemelen umumi kullanılan ve tek olan tuvaletin yerini işaret ederler. Öğretmen işaret edilen istikamete yönelerek tuvalete ulaşır ve şaşkın bir şekilde hızla geri döner. Köylüler merak eder ne oldu diye. Öğretmen tuvaletin köyün dışına bakan arka duvarının olmadığını söyleyince bu sefer köylüler şaşırır ve içlerinden biri açıklama ihtiyacı duyar: Hoca bunda ne var der. Önü kapalı, yanlarda duvar var, kimse seni göremez. Arkadan da kimse seni tanıyamaz.
Kendine yeter, kapalı küçük üretim biçimiyle, ihtiyaç duyduğu şeyi yalnız kendisi için ve ihtiyaç duyduğu kadar üretmeyi temel alan köylülük ideolojisi, bütün kaynakları ve üretimi birbirine bağlamayı amaçlayan merkez-planlamacı kapitalizmin ve sosyalizmin baş düşmanıdır. Sanayileşme sürecinde büyük nüfus hareketleriyle ve savaşların etkisiyle Avrupa köylülerini ulusal üretime entegre etmek yüzyılı aşkın bir zaman alır. Sovyetler tecrübesinde Stalin merkezi planlamaya karşı direnen köylülere karşı meşhur Holodomor katliamıyla köylülük ideolojisinin direncini kırmaya çalışmıştır. Mao 1960’larda ‘’kültür devrimi’’ adı altında köylüleri ve onlara ait değerleri yok ederek tasfiye etmiştir.
Dünyada sürüp giden çatışmalar, çelişkiler sınıf mücadelesi, etnik, tarihsel ve emperyal ilişki faktörlerinin yanında, merkezin artı değer üretme talebi-baskısı ve çevrenin-köylülüğün ihtiyacı dışındakini üretmeme direnci-tembelliği ve iradesi arasındaki çekişme açısından ele alınabilir. Köylülük hayatını şekillendiren, kendi merkezinde kurduğu dünyayı asgari yaşama koşullarını yeniden üretebilecek bir çabayla sürdürebilir kılma ideolojisidir. Bahçesinin duvarına fazladan bir taş koyamayacağınız gibi, eksiltemezsiniz de. Beslediği hayvanların sayısı ve cinsi kolay kolay değişmez. Farklı bir ürünü farklı bir şekilde üretmeye yöneleni kolay hazmedemez, ideolojisinin benzeştirme mekanizmasıyla bu tür girişimi yağmalar, yıkar. Farklılaşmaya müsamaha etmez. Asgari düzeyde ilkel yaşama güdüsü hayatın her boyutuna siner.
Nüfus patlamasıyla yetersiz gelen aslında topraklar değil köylülük ideolojisinin üretim biçimi idi. Bu durum dolaylı olarak sanayileşmede önceliği olan komprador liman kentlerimize göçü getirirken başlangıçta mevsimlik işçilikler şeklinde olan geçici kentleşme tecrübesi de köylülüğümüzü kısmen dönüştürmüştür. Daha sonraki yoğun ve kalıcı göçle birlikte köylülük ideolojisi de şehirleşmemizi belirlemiştir. Bizdeki sanayileşme sürecinin ve ideolojisinin kent merkezli artı değer üretme talebine karşı direnen köylülük ideolojisi arasındaki etkileşim Avrupa ve Sovyetler ’deki gibi sert olmamıştır. (G.D. Anadolu bu anlamda istisna olabilir.)
Burada yukarıda tanımlamaya çalıştığım köylülük ideolojisinin şehirde gelişen İslamcılığımızı nasıl şekillendirdiğini anlamaya çalışacağım. Konuyu şehirleşmemizin temeli mahalle ve merkezindeki ibadethanenin teşekkülü, mimarisi ve fonksiyonları özelinde daraltıp daha anlaşılır bir hikaye çıkarmaya çalışarak son kırk elli yıldır tartışılır olan şehirdeki İslamcılığımızı kritik etmeyi deneyeceğim.
Türkiye’deki İslamcılık doğrudan ve dolaylı olarak modernleşme ve Atatürk Devrimleriyle ilgilidir. Osmanlı’dan bu anlamda fazla bir şey tevarüs edilmemiştir. Harf inkılabı ve İslami kaynakların tercümesi Türk toplumu üzerinde Protestan etkisi yaratmıştır. Bir yandan devletin doğrudan organizasyonu olan Diyanet’in Anadolu’nun her yerinde örgütlenmesiyle sağlanan İslamlaşmanın-sunnileşmenin yanında gene devletin tepesindeki modernleşme girişiminin kışkırttığı sivil aktörler de İslami bilincin ihyasında rol oynamıştır. Devletteki gavurlaşmaya karşı gelişen Süleymancılık, Nurculuk vs. gibi cemaatler bu neviden girişimlerdir. Ahmet Yesevi’nin binlerce talebesiyle manevi olarak Malazgirt’ten önce İslami fütuhata kattığı Anadolu halkı üzerinde tortulaşmış İslam kültürü ve geleneğini Cumhuriyetle silkelemiş ve İslam’ı adeta yeniden keşfetmiştir. Bu açıdan Türkiye’deki İslamcılık kökeni ve oluşumu yönünden Cumhuriyet dönemine aittir. Geçmişten tevarüs edilen tarikatların özel ve farklı hikâyeleri olmakla birlikte ‘’İslamcılık’’ dediğimiz olguyla olan ilişkileri açısından yukarıdaki tezimize ters düşmezler.
Son kırk elli yılda yoğunlaşan şehirleşme süreci ve göç şehirde boy gösteren ‘’İslamcılığın’’ insan kaynağıdır. Kentli İslami hareketleri analiz ederken çağdaş Dünya konjektürü, Batı-Doğu, modernleşme –İslam gerilimli ilişkilerinin ve İslam toplumlarını özel durumlarının etkisini de dikkate almamız gerekir. Burada köylülük ideolojisinin şehirdeki İslamcılığımızı nasıl etkilediğini cami ve mahallenin teşekkül biçimi ve fonksiyonları açısından anlamaya çalışalım.
Hızlı şehirleşmenin kaçınılmaz sonucu çarpık ve düzensiz yapılaşma kentleşmemizin temel karakteridir. Bu çarpık yapılaşmaların oluşturduğu illegal yerleşkeler olan mahallelerin merkezinde mutlaka inşa edilen camilerimizin fonksiyonu nedir ve köylülük ideolojisi ile ilişkisi nasıl işler?
Camiler kendi içinde ibadethane fonksiyonu ve şiarı İslam olmasından dolayı İslam’a mensubiyeti anlatan açık anlamıyla birlikte aslında ilkel yaşama güdüsü ve köylülük ideolojisinin beslediği şehirleri fethetme-işgal etme ve kendini köyüne atfederek aynı mekânda yeniden ve dönüşmeden üretmenin ve kurmanın meşrulaştırma aracıdır da. İllegal elde etmenin ve yerleşmenin tapusudur aynı zamanda minare ve görkemli kubbesiyle camilerimiz.
Peygamber mescidi ve Osmanlı geleneğine baktığımızda ve modern imkânlarla da birleştirdiğimizde ibadetin dışında yaşam kalitesini yükseltecek, insanlığa ve medeniyete bir şeyler katacak başka fonksiyonların olmasını umuyoruz camilerin işlevinde.
Örneğin aynı maliyete ibadethanenin yanına bir aşevi, yetimhane, eğitim kurumu, klinik, kütüphane, iletişim odası, okul, üniversite hastahane vs. kurulabilirdi ki toplumun yaşam standardını ve kalitesini yükselten bir işlevi de görsün. Böylece birbirinden kopuk ve uzak olmasından dolayı duyarsız ve iletişimsiz kaldığımız insani dramlara herkes mahali düzeyde vakıf ve duyarlı olur ve müdahale ederdi. Şu anda Ulusal düzeyde yankı bulan dramlar ve toplumsal facialar var olan duyarlılıkları faydaya dönüştürememekte ve iyileştirme yönünde kanalize edememektedir. İstanbul’daki insan İzmir’deki bebeğin çığlığını duysa da duyarlılığını ve gücünü çareye dönüştürememektedir.
Bu anlamda bir zamanlar cami duvarına bırakılan bebekler çareye işaret etmekle birlikte etnosentrik ilkel yaşama güdümüzün ve köylülük ideolojisinin beslediği İslam’ın ruhundan ve amacından uzak kısır ve güdük camilerimiz maalesef bu şekilde gelişmiştir.
İş hayatımıza, devletle olan ilişkilerimize ve sosyal guruplarla olan iletişimimize kadar sinmiş bu ruh hali ve davranış modeli camilerimizin köylülüğümüze ve etnosentrik yapımıza katkısı dışında fazladan ve artı değer sayılabilecek medeniyete ve insanlığa katkıyı üretmeye müsaade etmemiştir. Yalnızca ibadet edilen mekan olma boyutuyla Kuran’ın da telkin ettiği ibadet yaklaşımına ve nübüvvetin mescit uygulamasına aykırı bir anlayışın üretilmesine vesile olmuştur bu durum.
‘’Arkadan görenler tanımayacağına göre tuvaletin arkasına duvar örmek gereksizdir.’’ Anlayışını şehirde İslamcılık üzerinden yeniden ürettik. Onun altında kaya gibi ördüğümüz hemşericilik kent düzeyinde ve ulusal düzeyde varoluşumuza fazla katkısı olmadığından daha üst düzeyden bir asabiyete ihtiyacımız vardı: İslamcılık…