Irkçılık konusunda Mehmet Akif Ersoy -bir şiirinde- duygularını şöyle ifade ediyor.
Hani milliyetin İslam idi, kavmiyet ne
Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine
Arnavutluk ne demek var mı şeriatta yeri
Küfr olur başka değil, kavmini sürmek ileri
Arabın, Türk’e Laz’ın Çerkez’e yahut Kürde
Acem’in Çinli’ye rüçhanı mı varmış nerde.
İslamiyet’te anasır mı olurmuş ne gezer
Fikr-i milliyeti tel’in ediyor Peygamber
En büyük düşmanıdır ruh-u Nebi tefrikanın
Adı batsın onu İslam’a sokan kaltabanın
İnsan, ırkından dolayı ne iyi olabilir, ne de kötü… İyinin ve kötünün tarifleri içinde böyle bir unsur yok. Bunu her akıl tasdik ettiği gibi, her vicdan da yakinen bilir.
Bir insanın iyiliğinden söz ederken; onun güzel ahlakını, takvasını, salih amelini, dürüstlüğünü, çalışkanlığını anlatırız.
Bunların tamamı onun iradesiyle ve eylemleriyle ilgilidir. Yoksa falan adam iyidir, çünkü seyittir, ehli beyt’tir ya da Türk’tür veyahut Kürt’tür dersek yanlış olur. Hatta böyle dersek kendimizi maskara ederiz.
Bu konuyu iyice irdelersek, birey olarak; her kavimdeki iyi insanları, tüm insanlık için yararlı fikirleri olanları sevmekle, kavmiyetçilik davası gütmenin ayrı ayrı şeyler olduğunu anlarız.
Zaten tüm insanlığı düşünmeden sadece kendi ırkı ve menfaati için başkalarına haksızlık ve zulüm yapmış birisini veya birilerini eleştirmek, yermek, sevmemek, örnek almamak gerekir.
İşte tamda burada; böyle adamları –kendi ırkındandır diye- sevmek, örnek almak ırkçılığın ta kendisidir.
Örneğin peygamberimizin öz amcası Ebu Lehep; Mekke ve civar beldelerde şöhreti, bilgisi, zekası, liderliği ve zenginliği ile meşhur idi. Ama diğer yanı ile de tefeci bezirgandı. Dini afyon olarak kullanıp insanları sömürüyor, haksızlık ve zulm ediyordu.
Şimdi! Peygamberimiz, bu adamı -bırakın kendi ırkından/sülalesinden olmasını- öz amcası olan bu adamı karşısına almış, onunla mücadele etmiş ve onu yerden yere vurmuştur.
Kur’an bu adamı; yaptığı icraatlarından dolayı, kurduğu rant düzenini insanlığa kötü örnek olarak deklare etmiştir. (tebbet yeda ebu leheb)
Peygamberimiz bu amcasını neden övmedi? Neden o’nu örnek almadı?
Çünkü zalimdi, çünkü ırkçı/kabileci idi, çünkü heva ve hevesine uyuyordu, çünkü Salih emel sahibi değildi.
Tüm peygamberlerin ve en son İslam’ın yasakladığı, Allah Resulü’nün şiddetle men ettiği şey; kavmiyetçilik davasında bulunmak, diğer insanlara hor bakmak, onları kendisi gibi görmemek ve takvanın (Salih amelin) dışında bir başka fazilet ve üstünlük ölçüsü getirmekle din’in ruhuna ters düşmektir.
Yoksa her insan akrabasını sever, onlara iyilikte bulunur. Sıla-i rahim yapar. Bu hususta Allah fermanında nice teşvikler vardır.
İnsanın içinde yaşadığı toplumu sevmesi, onlara acıması, onların hatasını düzeltmeye çalışması, ecdadının mazideki iftihar verici hallerini (dikkat zalimliklerini ve yanlışlıklarını demiyorum) hatırlayıp onlara layık bir evlat olmak için gayret göstermesi ırkçılıktan tamamen ayrıdır.
Birde; bir şahsın mazideki güzel bir davranışını her hangi bir ırk’a bağlamak ayrı, şahsın kişiliğine vermek tamamen ayrı şeylerdir. Aynı şekilde zalimliğini de…
Bir kişinin iyiliği veya kötülüğü, o kişinin kişiliği ile ilgili bir durumdur. Irk’ı ile bir ilgisi yoktur. İslam, ırk’ı reddetmez, ırkçılığı men eder.
Kötülük ırktan gelmez bireylerden gelir.
Herkesin kendi ırkının özelliklerini; dilini, inancını, tarihini, kültürünü, örf-adetini, gelenek ve göreneklerini yaşaması, toplumlar arasında; sevgi, kardeşlik, paylaşma, huzur, barış ve birliktelik için müthiş bir zenginliktir.
Dolayısıyla asimilasyon insani değildir.
Her millete bir çiçek olarak bakıldığında, şöyle denilebilir. Nasıl her çiçek kendi dalında güzeldir. Bir gül de kendi kokusuyla güzeldir, kendi dalında olduğu gibi…
Eğer gül başka bir koku ile teşhirat yapsa o zaman gül, gül olmaktan çıkar başka bir şey olur veya koktuğu şey olur.
Her kavim de, kendine özgü değerleriyle güzeldir.
Bir bahçede bunların beraber olduğunu ve herkesin kendine ait güzel kokular yaydığını düşünsenize!
Dünyada sadece bir tek çiçek olsaydı ne olurdu?
Allah isteseydi tek bir ırk yaratabilirdi.
Öyleyse çokluk ve çeşitlilik hem büyük bir nimet hem de büyük bir zenginliktir.
Dolayısıyla her kes kendi değerlerine sahip çıkmalıdır. Tabi ki iyi, güzel ve faydalı olanlara sarılıp kötüleri eleyerek…
Bu bağlamda kendisini bulamayan kendisi olamaz ve kendisi olamayan kendisini keşfedemez. Kendisini keşfedemeyen de, içindeki istidat ve kabiliyetinin inkişafı söz konusu olamaz.
Hatta var olan istidatları dumura uğrar ve ölgün hale gelir.
Asimilasyona/devşirmasyona uğrayan biri bu hale gelir.
Said-i Nursi’nin dediği gibi; “Herkes bilir ki dansöz elbisesi giyen bir imam, bütün âlemi kendisine güldürür. Tüm âleme rezil ve kepaze olur.” Onur ve haysiyeti kaybolup gider.
Bir başka değişle kedi kediliğiyle deve develiğiyle, koyunda koyunluğuyla güzeldir. Kedinin ben koyunum dediği veya koyunun havladığı görülmemiştir.
Bunun olması da zaten tabiatlarına aykırı olur.
Kedi’nin melediğini hayal etsenize…
Ama gel gör ki; şu gelişmiş dünyada, kapitalizmin etkisiyle, eğitimin tek-tipleştirilmesiyle, teknolojinin ve basın yayınında yayılmasıyla, bilhassa yanlış ellerde ve yanlış anlayışta kullanıldığı için bir koyun bir deveye dönüştürülmekte hatta bir fare filleştirilmektedir.
Her varlık doğarken Allah tarafından seçim hakkı olmadan verilen bir kısım özelliklerle doğar. Bu özellikleri seçme hakkımız yoktur (anne, baba, ırk, dil, vatan, coğrafya vs).
İşte her taife -Allah’ın buyruğu genel olduğu için- her biri kendi lisanıyla o buyruğu anlar ve kabul eder. Allah’tan gelen buyruğu kendilerine has özelliklerle yaşarlar.
Herkes kendi lisanıyla yaşar ve yaşamalıdır. O manevi değerlere herkes kendi lisanıyla sahip çıkar ve bu bir zenginlik ifade eder ki; Allah ta böyle yaratmış ve böyle dilemiştir.
Bence her ırk kendine has, kendine özgü deseniyle Allah’ın verdiklerini, onun yolunda sergilemeli…