“Kim dünyada körse o, ahirette de kördür. Hatta yolunu daha da şaşırmıştır. (17:79)”
Buradaki körlüğün göz körlüğü olmadığı açıktır. Zaten, “Gözler kör olmaz, gönüller kör olur. (22:46)” Gönüllerin kör olması ne demektir? Gönüllerin kör olması, küfrün başka bir ifadesidir. Şu halde dünyada kâfir olarak yaşayan kimse, ahiret hayatı boyunca da kâfir olarak kalacak demektir.
Kâfirin ahirette yaşadığı bütün olaylara rağmen, hala kendi durumunu değiştirmemesi gerçekten de şaşılacak bir durumdur. Bu akıl dışı tutumu ayete, “Hatta yolunu daha da şaşırmıştır.” ifadesiyle yansır.
Gönüllerin kör olmasına gelince, bu mecazi ifade, kafirin gerçeği bir türlü kabullenmek istemediği anlamına gelir. İnat ve kibir kâfirin özelliğidir. Kâfirin dili özür dilese de, kalbi Allah’ın adaletine inanmaz. O, özrü ile sadece durumunu kurtarmak istemektedir. Kendisine fırsat tanındığında yapacağı ilk şey, kaldığı yerden devam etmek olacaktır. “…Eğer (dünyaya) geri gönderilseler, yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler. Zira onlar gerçekten de yalancıdırlar. (6:28)”
Bu, küfrün yere, zamana ve olaylara bağlı olmadığını; bilinçli bir tercih olduğunu da gösterir. Zaten kâfir, dünya hayatında gerçekle birçok defa yüz yüze gelmiş; ancak her defasında yüzleşmekten kaçınmıştır. Aynı tutumunu ahirette de inatla sürdürür. Nitekim Razi, “Dünyada iken cahil olan ve cehaletleri üzere bedenlerini terk eden ruhlar, ahrette de aynı cehaletlerini sürdürürler.” ifadelerini kullanmıştır.
“Fakat her kim beni anmaktan geri durursa, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacaktır. Ayrıca, kıyamet günü o, kör olarak haşredilecektir. O der ki: ‘Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin; oysa ben, hakikatte görüyordum?’ Allah şöyle cevap verir: ‘Şu yüzden, ayetlerimiz sana gelmişti; fakat sen onları unutmuş, görmezlikten gelmiştin. Şimdi de sen görmezlikten geliniyorsun.’ (Taha:124-126)”
Yukarıda görüldüğü gibi kâfir, Allah’a, “Beni niçin kör olarak haşrettin; oysa ben, hakikatte görüyordum?” diye şikâyet etmiştir. Bu ifade ilk etapta, kâfirin gözlerinin görmemesinden şikâyetçi olduğu izlenimini uyandırmaktadır; fakat meselenin körlük olmadığı, Allah’ın münafığa verdiği cevaptan anlaşılabilir: “Ayetlerimiz sana gelmişti; fakat sen onları unutmuş, görmezlikten gelmiştin. Şimdi de sen görmezlikten geliniyorsun.”
M. Esed ise ibareyi farklı tercüme eder: “Kıyamet günü onu kör olarak kaldıracağız.” Ancak bu, bazı Kur’an ifadeleri ile çelişir: “Ateşe sunulurken onların zilletten başlarını öne eğmiş, göz ucuyla gizli gizli baktıklarını görürsün. (42:45)”
Razi bu çelişkili durumdan bir çıkış yolu rivayet eder: “…Görür bir vaziyette diriltileceği, ama mahşere sürüldüğünde kör olacağı da ileri sürülmüştür.”
Bize göre, “Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin; oysa ben, hakikatte görüyordum?” Diyen kâfir, aslında yalan söylemektedir ve “Ben dünyada mümindim, şimdi niçin kâfirlerle aynı muameleye tabi tutuluyorum?” demek istemiştir. Zaten içine düştüğü büyük felakete rağmen körlüğünü öncelikli sorun sayması pek de mantıklı olmazdı.
“Kıyamet gününde onları kör, dilsiz ve sağır bir halde yüzükoyun haşrederiz. (17:97) İfadesi de böyledir. Nitekim kâfirler, dünya hayatındaki tutumları nedeniyle de aynı suçlamaya maruz kalırlar: “Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık asla dönmezler. (2:18)” Onların kör, sağır ve dilsiz olmaları, gerçeği kabul etmemeleridir.
Sonuç olarak, küfrün de, imanın da bilinçli bir tercih olduğunu; dünyada kâfir olarak yaşayanın, ahrette de kâfir olarak kalacağını, kâfirlerin ne olursa olsun akıllarını kullanmayacaklarını, yine kâfirlerin Allah’a güvenmediklerini ve O’ndan asla razı olmadıklarını, şeytani bir inat ve kibirle Allah’a buyun eğip teslim olmak istemediklerini söyleyebiliriz.