Araştırma şirketlerinin sonuçları gösteriyor ki: seçim sonuçlarında ekonomik ve kültürel noktadan seçmen profiline bakıldığında, özgürlüğüne ve yaşam biçimine dokunulmasını istemeyen yüzde 25 oranında kıyılarda yaşayan kentli; atalarından öğrendiklerini muhafaza eden ve gelişmeye, öğrenmeye kapalı gelir sevisi ve yaşam biçimi daha kısıtlı yüzde 60’lık orana tekabül eden Anadolu kültürüyle yetişmiş muhafazakar, temel insani haklarının verilmesini talep eden yüzde 15 oranında Kürtler, Aleviler vs. şeklinde. Anlaşılan o ki bu oran hiç değişmedi, değişmeyecek. Daha fazla kafa yormaya, nerede yanlış yaptık vs. demeye gerek yok. Kim kimin sorununa parmak basıyorsa, çözüm önerisinde bulunuyorsa, isteklerini karşılıyorsa oylar oraya gidiyor.
Yaşanan yerdeki gelenek, görenek, yaşam biçimi, kültür, değişmiyor/değiştiremezsin. Tıpkı baş örtüsünde olduğu gibi. Uygulama ile Kuran’da kastedilen örtünmenin hiç alakası yoktu oysa. Başörtüsü, aslında o coğrafyanın kullandığı bir aksesuar, bir giyim şekli, evli ve bekarı birbirinden ayırt eden bir kültürdü. Yine bu coğrafyada kurşun dökme de Şaman geleneklerinden kalan bir âdettir. Şamanlar bu ritüele “Kut Dökme” anlamına gelen “Kut Kuyma” adını vermişlerdi. İnsana musallat olan kötü ruhların olumsuz etkisini ortadan kaldırmaya yönelik olarak çok eski dönemlerde uygulanan sihir kökenli bir ritüeldi. Bu örnekleri alabildiğine çoğaltabiliriz. Peki başka dinlerden inanışlardan ve topluluklardan gelen bu ritüeller, gelenekler, kültürler yok oldu mu? Tabi ki hayır. Aynı coğrafyada yaşamaya devam eden başkaca insanlar tarafından nesilden nesile geçerek devam ettirildi. Başka dinden de kavimden de dilden de olsa kendilerine zemin bularak devam ediyorlar. Kurşun dökmek nazar ile bağdaştırılırken, baş örtüsü dini bir farz olarak algılanmaktadır. Ancak yöre değiştiren, göç eden, gittiği yerde kendi kültüründen kopup yaşadığı yerin kültürünü benimsiyor, alışıyor, değişiyor çoğunlukla.
Peygamberlerin yaşadığı Arap coğrafyasına bakın. Peygamberler, ezilen kesimin sesi olmak, haklarını savunmak, eşitlemek için ömürleri boyunca mücadele ettiler ve bu uğurda canlarını verdiler. Sonuca bakıyoruz ki onlar öldükten kısa bir süre sonra eski kodlarına dönen insanlar. Bu da bize şunu gösteriyor peygamber dahi olsa öldükten sonra, birdenbire insanlar/yönetim biçimi eski yaşam biçimlerine, kültürlerine, kötülük mü üretmiş, iyilik mi üretmiş, doğayı mı katletmiş, sömürü mü yapmış bakmaksızın geri dönüyor. Atalardan gelene sıkı sıkıya tutunmak. Özellikle bu konunun aşılması gerektiğini ama aşılamadığını görüyoruz. Aşabilen toplulukların da yaşam biçimleri, bir çoğumuzun alıp başımızı kaçmayı düşündüğümüz hayalini kurduğumuz cennetle eşlediğimiz coğrafyalar.
Bir psikiyatrın yaptığı açıklamaya göre; ”kimse karşı tarafın düşüncesini kabul etmez, ikna olmaz, olmak istemez. Ederse bu onun için ölümdür, kurduğu egemenliğin kaybolmasıdır” anlaşılan o ki kişinin sorununa cevap verebildiğimiz, çıkarına hitap ettiğimiz, yaşam biçimine karışmadığımız, sadece o kişiyi ilgilendiren konuyu konuştuğumuz sürece sözümüz dinleniyor. Başkasının hakkı değil, benim yaşam biçimim, benim çıkarım diyor kişi. Sosyologlar, düşünürler, psikiyatrlar, ilahiyatçılar, felsefeciler bu konuları çok incelediler, yazdılar. Ancak okur-yazar kesime dahi ulaşamayan bu fikirler soyut ve ulaşılması zor olan fikirler olarak görülüp askıda kaldığından benimsetilemedi. Uygulayıcılar tarafından da çıkarları doğrultusunda manipüle edilerek kimi zaman kendi lehlerine kullanıldı kimi zamanda içleri boşaltıldı. Bu haliyle sadece bir taraf hep mutlu, diğerleri kaygı korku içinde. Ne yazık ki her kesime derman olacak herkesin kaygı ve korkusunu giderecek bir yönetim olmadı bu ülkede. En kötüsü de dibine kadar yozlaşmış olan din kullanılarak ülkeleri insanları yönetmek. Bu aşılmadığı sürece o gelmiş bu gitmiş pek bir şey fark etmiyor. Üzülen de sevinen de sadece kendi açısından bakıyor. Çoğulculuk anlayışı yerine çoğunlukçu anlayışın yerleşmesi için öncelikle farklılarla bir arada yaşamayı, diğerine saygı duymayı ortak iyide buluşmayı her kesime cevap verebilecek, herkesi kucaklayacak bir yönetim şekli kurmayı öğrenmeliyiz.
Ayşe Yıldız/adilmedya.com