Katırın Serzenişi
I
ayaklarımdan nal söken bıçak sırtı kayalarda
yüksek yaylalarda, sarp ve keskin yamaçlarda
ki çok nal yitirmişimdir bu kervan yollarında
toynaklarım kan revan içinde kalmıştır
bu coğrafyaya bir ben dayanırım
bir de roboskê’nin bıyığı terlememiş kaçakçıları
kâh çıkarım ırak’a kâh inerim roboskê’ye
ağlayıp sızlamam, inleyip mızıkçılık yapmam
süvarim de inatçıdır yılmaz en az benim kadar
bu topraklarda inat güzel yaşamak içindir
ben ne kadar direngensem bu kayalarda
yamaçlar da, uçurum boyları da o kadar serttir
iki arada bir derede kalan dağ insanı
dağ gibi suskun ana gibi yârdır bura insanı
bu coğrafyaya bir ben dayanırım
bir de roboskê’nin bıyığı terlememiş kaçakçıları
insan başının katır* gibi döndüğü bu dağlarda
yokluk uğultulu, öfke kızılcık şerbeti kusar
çaresizlik kol gezer, pusu kurar ölüm
umut sınırı aşar, ölüm püskürür sınır
burnumuzdan fitil fitil getirir hayat kavgası
bir mayın ya da bir hain ömrü kelepir kılar
bir adım ötesinin karanlık, zifiri karanlık olduğu
geleceğin dünden kaçtığı, talihin firar ettiği
bu coğrafyaya bir ben dayanırım
bir de roboskê’nin bıyığı terlememiş kaçakçıları
ne kaçakçının pasaportu ne benim baytarım
gümrük kapılarında ismim eşkalim bilinmez
dere tepe gider, kayalarda seker, dağlar aşarım
toynaklarım kanar bir of bile çekmem
ben katırım, kaçakçının ekmek taşıyanı
yüzünü güldürür, şenlik katarım hanesine
kazanlara erinç taşırım çocuklara sevinç
bülbülden çok severler beni bu dağlarda
bu coğrafyaya bir ben dayanırım
bir de roboskê’nin bıyığı terlememiş kaçakçıları.
—————————–
*katır: çocuk oyunu olarak bildiğimiz “topaç”, van’da “fırfıra”, el-aziz’de “mozik”, malatya’da “develeme” bilinse de; içanadolu’da “katır” adıyla bilinir. katırın yapılışını konu edinen, izlediğim bir de belgesel film çekimi yapılmıştı.
II
ah aralık, yirmi sekizinci gün, iki bin on bir!
otuz dört insanla hemhal olduğumuz kara gün
bir ateş cehenneminde kibritsiz tutuştuğumuz
yeni yıla üç kala yanıp yanıp kavrulduğumuz
onbeş nolu sınır taşının yanında evet, orada
kaçakçıların ellerinde küçücük fenerlerle
yerin bembeyaz, göğün kapkara olduğu
bahtımızın ebedî karardığı gecede
gökten top gibi üstümüze yağıp yağıp duran
gözlerimizi kör eden ışık demetine
elleri havaya kalkmış fenerle ışık çakan
otuz dört canın merhamet dileyen bakışları
çığlıkları ah çığlıkları, nidaları, havarları
ama kim görecek bu karanlıkta onları
ölüm saçan F16’lar mı, insansız uçaklar mı
sapla samanın karıştığı insafsız algı mı
dem vurma fütursuz akıl, bu memlekette
aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık
gece kana boyandı, kar dahi kan içti
demir kanatlı kuş size ömür mü biçti
sûr’u kim üfürdü tanrım, koptu kıyamet
nalları değil şimdi cesetleri düştü
onbeş nolu sınır taşının dibinden
ne kelebek kanatlı demir kuşlar
ne ambulanslar ne de gönüllü kuruluşlar
o inişli çıkışlı derin yarlardan kovuklardan
patika yollardan indirmedi şirit yaylasına ölüleri
dedim ya! bu coğrafyaya bir biz dayanırız
biz, elliden fazla katır, kaçakçının gam ortağı
kasabın tezgâhında doğransam da satır satır
gem vurmayın dilime! şair, gamıma hatır…
biz indirdik dağlardan otuz dört insanı
ben katır, hani inatçı denir ya! işte o katır
direngenliğim bilinir, dağ taş aşarım
engebeli arazide dolaşır, rota çizerim
mazot taşırım, taşıdığımla yandım ya!
yalnız ağır yük altında terlemedim ki
dilim damağım kurudu içim ağladı çok
yine de kervancının kervanından çıkmadım
son görevim cenaze arabası, sirenim yok!
-uykudan uyandırdı katırlar sandım ırağa götürüyorlar.
21 Nisan 2012Mudanya /gece: 02.20
Abdurrahman Adıyan