Türkiye halkları ve sınıfları, patlatılan kasırga ve fırtınalardan sonra, bir seçim perdesini daha kapattı. Mevcut kasırganın, hortumlara dönüşmeden dindirilmesinin bedelinin, gelecekte halklarımıza ağır bedellerle ödettirileceği açıktır.
İktidarın rotasından çıkılırsa, kasırganın yükselerek devam ettirileceğinden korkanlar, tıkanan sorunları; ahlaki ve vicdani bir çizgide çözme cesareti yerine, çözümden kaçarak sinmeyi ve sığınmayı seçtiler. “Sosyal Demokratlar”ın silik ve ürkek pasiflikleri, ılımlı ve uzlaşmacı tutumları ise, toplumsal hayatın içinde yükselen bir karşılık bulmadı. Türk milliyetçileri; sosyal demokrasiyi değil, kırımı ve katliamı yükselten ve çözüm sürecini, buzdolabında cesetlerin saklandığı bir sürece dönüştüren din simsarlarına yönelmeyi seçti. Halkların birliğine ve özgürleşmesi davasına sadık kalanlarsa, en son cumhurbaşkanlığı referandumunda %9.kusur olan sağlam oylarını, 1.5 puan arttırarak 10.7’ye çıkarmayı başardı. Haziran hezimeti sonrası, halkların uyanışına ve birliğine, yüzlerce ölü ve onlarca kent ve kasabanın yıkımıyla cevap veren iktidar; yarattığı korkuyla, evinde sessizce oturup, etliye sütlüye karışmadan, sistemden ne verilirse boyun eğen kesimleri, kendi ağılına kapatmayı başardı. Bundan böyle kutuplaştırma ve ötekileştirme daha da derinleşerek sürecek, iktidardan güç alan kolluk kuvvetlerinin baskı, tehdit ve keyfiyetleri artacaktır.
Mevcut iktidarın söylemleri, tam bir aldatmaca ve yanıltmacadan ibarettir. Ülkenin ekonomik olarak kalkındığı, kalkınacağı yalanına; bizzat bu kalkınmayı omuzlayan emekçiler, zor ve hile ile omuz vermek durumunda bırakılmakta, karşı çıkan onurlu insanlara ise açıkça zulmedilmektedir. Asgari ücretin 1.500 tl civarına çıkartılması da bir çözüm değildir. Bu rakkam açlık sınırıdır. Yoksulluk sınırı ise 4.500 liraya yakındır. Bu demektir ki mülkün sahibi olanlar, sadece aç kalmayıp çalışacak kadar olan bir ücreti, emeğinden başka satacak bir şeyi olmayan mülksüzlere reva görmektedir. Ülkenin bölgesel bir güç olarak refaha ulşacağı ise daha büyük ve korkunç bir yalandır. Komşularının ve insanlığın değerlerine, kitabına uydurup el koyarak kalkınmak ve ilerlemek, onur kırıcı bir erdemsizliktir. İktidar tekçidir, kapsayıcı bir çoğulculuğu yoktur ve olmayacaktır. Aksi taktirde çökeceğini bildiğinden, Osmanlıcılığı bile sahte bir tarzda şekillendirmektedir.
HDP’nin Kürt coğrafyasında ve İstanbul, Bursa, Antalya gibi Batı illerinde oy kaybetmesi, olağanüstü baskı ve katliam koşularının sonucunda gerçekleşmiştir. Seçimler, adil ve eşit koşullarda yapılmamıştır. Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümü noktasında gerek Kürtlerin bir kısmı ve gerekse diğer halkların bir kısmı “rahatlıklarının” kaçmasından muazzam şekilde tedirgin olmuş ve çatışmalardan madur olan ezilen mazlumların tarafını değil, güçlü ve baskın olan iktidarın tarafını seçmişlerdir. Halkın bu kesimi; yolsuzlukları, cumhurbaşkanlığının müdahaleci konumunu, demokratik hakların ihlal edilmesini, hukuki keyfiyetleri ve korkutan bu keyfiyetin pervasızca yükselişini onaylamış olmaktadır. Bu koşullarda yapılacak anayasa, kesinlikle egemen mülk sahiplerinin istedikleri tarzda olacak ve “Gösteri Demokrasisi”nin biçimini ve sınırlarını, milletvekili çoğunluğunu ele geçiren muhafazakarlar belirleyecektir.
Küresel kapitalist güçlerse, seçim sonuçlarından tedirgindir. Bölgede küresel bir aktörün sahneye inmesinden endişe duyulmaktadır. Suriye politikası ve mülteciler sorunu konusunda, derin bir çatlak vardır. İktidarın bu konuda politika değiştirmesi ve tükürdüğünü yalaması için, bölgesel ve küresel pastadan belli bir pay verilmesi gerekecektir. Türkiye gemisi, karanlık yeni maceralara doğru yol almaktadır. İnsanların bir kısmı sunulan ağuyu, şerbet sanıp içmeyi seçmiş ve bu tehlikeli macerayı onaylamıştır. Asıl istikrarsızlık ve kutuplaştırma şimdi başlayacaktır. İpler gerilecek, belki de kopacaktır. “Demokratik açılımlar” iyice sınırlanacak ve istikrar uğruna; açlık, yoksulluk ve işsizlik çoğalacaktır. İktidar, hile ve zor ile kazandıklarını korumak için her çareye başvuracaktır. Buna karşın onuruna sahip çıkanlar; saflarını sıklaştıracak, yaşam ve seçim haklarını korumak için var güçleriyle özgür ve doğal hayatı savunacaklardır. Onlar; bu fani dünyanın bir erdemlilik sınavı (*) içerdiğini bilerek, her zaman ezilenden ve mazlumdan yana olmanın, en meşru ve doğal bir hak olduğunu ve ortak iyiliğin, vicdani ve ahlaki sesini duyurmanın asla engellenemeyeceğini, yaşamlarıyla kanıtlayacaklardır.
Aydın Mutlu Dinçoğul
_____________________
(*) “ Biz, mutlaka sizi biraz korku, biraz açlık, yahut mala, cana veya mahsullere gelecek noksanlıkla imtihan ederiz. Sen, sabredenleri/güçlüklere göğüs gerenleri müjdele..!” Bakara 155