“Resulullah’ın(a) insanlığa kazandırdığı önemli bir anlayış da, hürriyettir. Kavmiyetine, rengine, sosyal durumuna bakılmaksızın, her ferde tam bir ifade ve düşünce serbestliği verilmiştir. İnsan hürriyetine konan bütün kısıtlamalar ve engeller ortadan kaldırılmış, bunlara sebep olan bütün kurumlar yerle bir edilmiştir. İnsan, kula kulluk etmekten, kendi nefsinin tahakkümünden, sosyal ve politik yasaklardan, tabulardan kurtulmuş Allah’ın kanunu dâhilinde mutlak bir hürriyete kavuşmuştur. Resulullah(a) bütün insanların eşit ve siyah-beyaz, zengin-fakir, işadamı-işçi, yönetici-halk ayırt edilmeksizin herkesin aynı şekilde hür olduğunu açıklamıştır. Sınıf, ırk, servet, sosyal ve politik statü farklarına dayanan bütün imtiyazları kaldırmış, insanı köle kılan zincirleri parçalamıştır.”
“Hürriyet olmadan mesuliyet, hesaba çekilme fikri anlamsız olurdu. Seçme hürriyeti olmaksızın bir fert nasıl olur da, yaptıklarından veya yapmadıklarından mesul tutulabilir? Renk, inanç sınıf ayrımı gözetmeksizin, bütün Müslümanların ve diğer dinlere tâbi insanların düşünce ve hareket hürriyetini teminat altına almıştır. … Aydınlık ve karanlık mutlak olarak herkese açıklandıktan ve hiçbir şüphe bırakılmadıktan sonra artık kişi ya bilerek, anlayarak, şuurla aydınlığı kabul eder veya reddederek karanlığın, cehaletin ve şerrin yolundan gider ve bu hareketinin neticesine de katlanır.”
“Kişinin hürriyet hakkı, hayat hakkı kadar kutsaldır. Hürriyet hayatla eşdeğerdir” (İslâm İn Focus, s. 34).
Dip notta kimliği verilen eserden yaptığım alıntıdaki Hürriyet vurgusu, insan olduğunu iddia eden herkes için çok önemli ve değerlidir. Böyle bir kişi zulmü umursamayan bir karaktere sahip değildir, olamaz. Özgürlükten yoksun olan kişi, kendisi başkasına başkası da ona muhatap olmayan havada, boş ve boşlukta bir varlıktır. Kişi muhatap değil, muhatabı da yok; insan ve Tanrı katında, eyvah! Böyle bir konumda olan kişi için hürriyet nedir ki? Böyle bir kişi, kendi zindanına razı olur, zindan faresi kadarına…
Aydınlık ve karanlık; biri olmadan diğeri hissedilip anlaşılamaz. Dikkat et: takva ve fücur; Leyl ve Fecr; varsa senin için Duha gelir elbette İnşirah da! Hürriyet nerede? O da buralarda bir yerde! Leyl, Fecr, Duha ve İnşirah; bu aşamaları görüp kavrayabilirsen; Mekke nasıl mükerrem, Medine nasıl münevver oldu ve o meydanda mümin özgürlüğü ile teslimiyeti kuşanan sen varsan; evet o zaman görünürsün Fatiha’da… Açıldım enginine, o da açıldı bana; Rabbimin Kitabı, bu, dedim! Ne güzel: hürriyet ile Kitap ve de Kitap ve iman! Bunların sayesinde sağlam teslimiyet sebatlı bir yürüyüş…
Sen yolda ol, menzili takma kafana; bilirsin aramak daha keyifli ve değerlidir bulmaktan! Sorumluluk, irade özgürlüğü, teslimiyet ve güven; bunlar değerli ve cesaret verici yol arkadaşların… Muhatapsızlık ve müdarasızlık yakar insanı…
Özgürlük, dağdaki kardelen; ovadaki nehir, ormandaki muşmula misalidir. Sen bunlara bütün dağlar, bayırlar ve kırlardaki çiçekleri de ekle; onlar karşılıksız ve katışıksız vererek/sunarak özgürlük dersi veriyorlar, alabilme kuvveti olanlara. Karşılıksız ve katışıksız vermeler, özgürlüğü ayakta tutar, gerçek anlamıyla kıyamdaki insan örneği. Rükû ile Secde de var; gerçekten hür olabilmek için, insanlık tahtında sınırların bulunduğu gibi…
Ne kadar ilginç değil mi? Kalkar cömertçe “ben de veririm” der. Peki, “kime?” diye sorarsanız; o da der ki; “kim hak ederse, ona!” O zaman bir özgür insan kalkar ve “az önce öğrendik: dağdaki muşmula öyle demez, sana kokusunu sunan çiçekler de.” Ne olacak şimdi?
İyi kavrayamamışız! Demek ki, “olmadı” deyip doğrusunu öğrenme çabamızı artıracağız. Evet, karşılıksız ve katışıksız… Leyl, Fecr, Duha ve İnşirah; iniş sırası, konu içeriği, tarihsel bağlamı ve evrensel mesajı ile söz konusu çabayı destekleyen bir Yol açılımı; değerli bir yöneliş, özgürlük ve imanı besleyen rızık…