Kapitalist Toplumda Materyalizmin Hükümranlığı Ve Muhafazakâr aklın ‘İdealist’ ‘düalist’ yapısı
Çağın sancısı öyle bir derin öyle bir sarsıcı ki; bundan bir çocuk doğar mı? Bir insan dünyaya gelir mi bilemeyiz. Ama çok zaman geçti ki karnındaki şişliğe ve sancıya rağmen hala kusamıyor. Belki de şimdi, insanlık yaklaşık iki yüz yıl yediği haltı kusuyor ve kendi kusmuğuna bakmaya bile cesareti yok.
Açlığa terk edilen binlerce çocuk şu an ölümü bekliyor. Doğu Afrika’da milyonlarca insan yüzyılın en büyük kuraklığını yaşıyor. Daha doğrusu yaşatılıyor. Çünkü en önemli nedenlerden birisi batının sömürü çarkının içinde yıllarca Afrika’nın bulunuyor olması. Afrika’nın bütün zenginliğinin batı tarafından yağmalandığı artık bilinen bir gerçek. Gelişmiş ülkeler ve yaşlı Avrupa kendi yarattıkları krizleriyle uğraşırken her zaman ki bencilliği ve umursamazlığı takınıyor bu konuda.
Çünkü kapitalist toplumlarda gerçek bir materyalizm hüküm sürmektedir.
Bizim gibi Müslüman toplumlar, bazı sosyalist grupları örnek göstererek Marksizm’e lanet yağdırıp batının kapitalist modeline kendini yamamış olsa da tarihi bir yalanın arkasında yol aldıklarının farkında değiller.
Vaktinde batının bu bencilleşmesinin, fütursuzca büyümesinin karşısına dikilen, lanet yağdırdığınız Marx değil miydi?
Aslında Marx, Batının eski yunandan devraldığı ve Descartes ile anlam kazanan düalizmine karşı ‘tarihi materyalizmi’ ortaya koydu.
Çünkü; düalist düşünce ‘idealist materyalizm’ madde ile ruhu birbirinden ayırır. İki farklı güzergâha taşır onları. Bu idealist tarih anlayışına karşı organik bir tarih anlayışı ileri sürer
Marx.
Dünyayı sadece ideaların/düşüncelerin yönettiğine inanmak ancak düalist bir imana götürür insanı ki, günümüz muhafazakâr Müslüman tipi de aynen böyledir. Kitab-ı mukaddesçi anlayış…
Serveti bir kenarda, namazı diğer kenardadır. Bir tarafta haccı, öteki tarafta biriktirdikleri ve bunda bir çelişki görmeyişi…
Siyasi iktidar iken bir yanda yolları ve barajlarıyla övünür diğer yanda bozulan doğal dengeyi ve türlerin yok oluşunu görmez.
Günümüzdeki kapitalist büyüme sisteminin neden evrenselleştirilemediğini bizlere anlamamızı sağlayan, Marks’ın sermayenin büyümesi için sömürgeciliğin gerekli olduğunu kanıtlaması değil midir?
Böyle bir büyüme dünyanın küçük bir azınlığının büyük bir bölümünü sömürmesi anlamına gelir ki; muhafazakâr kesim bu tarihi gerçeği kendi izan kodlarından çoktan silmiş gibi görünüyor.
Garaudy; “ ‘İslam ve insanlığın geleceği’ isimli yapıtında ‘gelişme modeli veya çokuluslu şirketlere karşı mücadele gibi, bugünkü Müslümanlar için can alıcı nitelik taşıyan sorunları çözmede eski fıkıhçı anlayışların bir yararının olmayacağını ortaya koyarken, batıdan alınma bir hukuk ile Hicretin dördüncü yüzyılından itibaren donmuş bir “şeriat”ın ortaya çıkardığı bu şizofren hukuk anlayışına son vererek bu yüzyıla ait bir hukuk ortaya koyamazsak ne şimdi yaşamaya ne de geleceği kurmaya imkanımızın kalamayacağını” söyler.
“Komünizm aleyhtarlığının ve efsanevi bir Marksizm’e karşı lanetler yağdırmanın, gerçek anlamda İslami hiçbir yanı yoktur. Bunlar sadece, bunu söyleyen kimselerin kapitalist dünyayı benimsediklerini ve onun ideolojisini paylaştıklarını gösterir.”(*)
Söylememiz gereken siyasi doktrinler olarak tek bir bedende duran iki parçadan birine talip olmamız gerektiği değil, bilakis o tek bedene yeni bir ruh vermenin gerekli olduğunu kavramaktır.
Çağımızın temel sorunu batı tarafından geliştirilmiş olan büyüme modelidir. Bu büyüme modeli faydalı, faydasız, zararlı ve hatta öldürücü herhangi bir şeyi gitgide daha fazla ve gitgide daha çabuk üretmekten ve bu üretimi piyasaya sürmek için sahte ihtiyaçlar icat etmekten ibarettir. (*)
Daha fazla ihtiyaç üretmek yoksul ülkelerin çocuklarının temel ihtiyaçlarını ortadan kaldırmak anlamına gelirken bu durum daha fazla Afrikalı çocuğun ölmesiyle sonuçlanacaktır şimdilerde..
Ekonomi bilimi sonuçta insanlar arasındaki ilişkileri eşyalar arasındaki ilişkiler söz konusuymuş gibi ele alıp incelediğinden ne kapitalizm ne de insanın ilahi boyutunu inkâr eden sosyalizm insanın gerçekliğine dayanır. Aslında ortak inançları gerçekte itiraf edilmemiş insan anlayışına dayanır.
Kapitalizmin cepkeninde ise insan zaten henüz var olmamıştır. Sırf menfaatinden dolayı harekete geçen ve yalnızca üretici ve tüketici boyutuna indirgenen bir “homo economicus” vardır.
Daha “homo sapiens” aşmasında bile değildir. Yani “düşündüğünün üstüne düşünebilen insan”, “farkında olan insan” değildir.
Günümüz Muhafazakâr insan topluluklarında olduğu gibi insanların bazıları ‘kendi kendine yetinen kibirli bir ihtirasa’ sahipse Allah karşısında bir bağımlılığı bulunduğu fikrinden de yoksun kalacaktır.
Bu durumda yüksek bir iradeye boyun eğmeniz gerektiğine inanmanız güçleşecek, hele kibirli ve ihtiraslı bir servet birikimine yelken açtıysa bu insan -evet gerçekte bir bilinmeyen tanrıya doğru yol almaktadır-
Bilinmeyen bir tanrıya, idea’ya inandığı için bununla da yüzleşemediğinden “düalist” bir evren parçasında kendi yerini bulacaktır.
Kapitalizmin nihai hedefi olan tüketim, doğal kaynakların tükenmesiyle son bulur mu bilinmez.
Ancak öncesinde insanın tabiatla olan ilişkisinin yeniden tanımlanması, her alanda sağlanacak insani (ilahi) birlik yani insanın insan tarafından her çeşit sömürüsüne ve milletler arasındaki her türlü rekabete(ulusalcılığa) karşı, bütünün birliğini savunup yüceltmek tek çıkış noktası olacaktır.
Bu durum Garaudy’nin söylediği gibi İslam’ın yaratıcı gücünün hakiki bir uyanışına bağlı bulunuyor.
Tabii ataların ocağındaki külleri muhafaza ederek değil, alevini çoğaltarak bu mümkün olacaktır.
Ama biraz acele lütfen daha adil ve eşit bir dünya için…
Çünkü milyonlarca insan açlıktan ölmek üzere
…………………………
(*) Roger Garaudy ‘İslam Ve İnsanlığın Geleceği’ Pınar yayınları