Uzm. Dr. Gökmen Özceylan Kayseri Erciyes Üniversitesi Hastanesinde görevli 12 röntgen teknisyenini tiroid kanserine yakalanması haberiyle ilgili yazdı
Uzm. Dr. Gökmen ÖZCEYLAN
İşyeri Hekimi
Bir haber dolaşıyor medya organlarında bütün cılız sesiyle. Kayseri Erciyes Üniversitesi Hastanesinde görevli 12 röntgen teknisyeni tiroidpapillerca, yani tiroid kanserine yakalandı. Türk Sağlık-Sen kaynaklı bu haberin ayrıntılarını mutlaka incelemek gerekiyor. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Başhekimi Prof. Dr. Kudret Doğru bir yazılı açıklama yaparak haberin gerçeği yansıtmadığını, 12 değil kansere yakalanan 2 teknisyenin olduğunu. Bunun yanında bu 2 kişiye de erken teşhis konularak cerrahi tedavileri tamamlanarak hayat kurtarıldığını söyledi. Hatta bu başarının bir kısım medya tarafından gizlendiği gibi ilginç bir açıklamada bulundu. Sayın başhekimle laf polemiğine girecek değilim. Bende kendi kaynaklarımca araştırdım. Evet olay sayın başhekimin dediği gibi 12 teknisyende değil 2 teknisyende bulunan tiroidpapillerca üzerine başlamış. Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) Kayseri Başkanı Orhan Karakaya, bu sayıyı doğrularken iki kişide kesin tiroidpapillerca tespit edilip ameliyat edilmiş. Diğer 10 kişi de ise tiroidnodülü tespit edildiğini iletmiş. Haber üzerine bulunabilecek en ayrıntı bilgiler bunlar. Şimdi olaya biraz olay olarak bakmaktan sıyrılıp, bir olgu olarak bakalım isterseniz.
MESLEK HASTALIĞINA BAKIŞIN ÖZETİ
Öncelikle başhekim beyin açıklamalarına bakıyorum. Aslında öyle çok şey ifade ediyor ki bize; meslek hastalığına bakışımızın özeti gibi bu açıklamalar. Bu kanser tipinin sadece radyasyona bağlı gelişemeyeceğini birçok etkenin de buna yol açabileceğini, hatta bu savını güçlendirmek için genetik yatkınlığın bu kanser tipinde güçlü olduğunu ve bu kansere yakalanan sağlık çalışanı arkadaşlarımızın da ailesinde birinci derece yakınında bu kanserden mevcut olduğunu. Bu yüzden bu tabloyu radyasyona maruziyete bağlamanın yanlış olduğunu ifade ediyor.
Ben bu tip açıklamalardan o kadar çok duydum ki meslek hayatımda. Şurasını netleştirelim isterseniz. Evet ben de tıp fakültesinde öğrenciyken kanserlerle ilgili her konuda biz etyoloji (yani etken) konusuna geldiğimizde madde madde olası etkenler sıralanırdı.
1.Genetik faktörler
2.Yaş
3.Irk
4.Sosyal yaşam-sigara vs. ve üstüne de o kanser tipine yönelik özellikli etkenler.
Bu eğitimden ne anlıyorsunuz ben size açıklayayım. Bu kanser illeti hakkında fazla bilgi sahibi değiliz. Olası suçluları sıralıyoruz. Üzerine az uz bildiğimiz birkaç kesin etkeni de koyduk. İşte size eğitim. Aslında çok masum görünen bu etken sıralamasının zaman içinde nasıl bir manipülasyona döndüğünü, ülkemiz gibi vahşi kapitalizmin gelişim hızındaki sistem yöneticilerine göre ufak pürüz sayılan meslek hastalığını göz ardı etmek isteyenlere nasıl kurtarıcı olduğunu mesleğimi icra ederken üzülerek, isyan ederek ama çaresiz bir şekilde izliyorum.
BU KADAR İŞ CİNAYETİ NEDEN OLUYOR?
Birçok yazımda meslek hastalıkları tanısı koyamayan bir ülke olduğumuzu ve bunun nedenlerini anlatmaya çalıştım. Şimdi bunu örneklemenin en güzel zamanı bence. Bir ülke düşünün işçi sağlığı ve iş güvenliğinde verilere bakınca meslek hastalığı tanısı sayısı yıllık sıfıra yakın. Bu ülke için iki olasılık vardır. Ya mükemmel bir işçi sağlığı ve iş güvenliği örgütlenmesi vardır. Ya da bilinçli veya bilinçsiz meslek hastalığı tanısı koyamıyordur. Sizce bu iki olasılıktan hangisine daha yakınız. Şunu kesin söyleyebiliriz herhalde mükemmel bir işçi sağlığı ve iş güvenliği örgütlenmemiz olsa peki bu kadar iş cinayeti neden oluyor?
İş cinayetleri konusundaki karnemizi burada açıklamaya gerek yok sanırım. Her yıl ortalama 1200-1500 işçi arkadaşımızı iş cinayetlerinde kaybettiğimiz gerçeği bu kadar göz önündeyken.
O zaman ikinci olasılık kalıyor. Biz gerçekten meslek hastalığı tanısı koyamayan bir ülkeyiz.
Peki, neden gerçekten meslek hastalığı tanısı koyamıyor muyuz yoksa koymuyor muyuz?
YANİ İŞVERENDEN YANA TAVIR HİÇ BİTMEZ
Şimdi şu röntgen teknisyeni arkadaşlarımızın başına gelen üzücü olaya bakıp sonradan yapılan açıklamaları değerlendirelim isterseniz. Belki bu sorumuzun cevabına ışık tutabilecek veriler elde edebiliriz. Öncelikle bunun meslek hastalığı olmadığını iddia eden başhekimlik konunun bir tarafıdır. Konunun diğer tarafı ise sendikalar, bunun mesleki maruziyetten kaynaklandığı savına sahiptirler. Burada işte her zaman meslek hastalığı tanısı koymadaki çelişki ortaya çıkıyor. İşveren doğal olarak, tabiatı gereği hayır bu meslekten kaynaklı değil derken işçilerin veya temsilcilerinin bunun meslek hastalığı olduğu iddiası da tabiatı gereğidir. İş güvenliği ve işçi sağlığı gelişmiş ülkelerde burada bağımsız hukuk ve komisyonlar devreye girer. Bilimsel araştırmaları sunar ve sonuçta işverenin kusuru açığa çıkar. Bu meslektaşlarımızın hak gaspları, tazminat veya başka yollarla giderilmeye çalışılır.
Ama ülkemizde durum nedir? Herkes bağırır. Fikrini söyler, biz yazarız ama o tarafsız inceleme kurul ve komisyonları hiç devreye girmez. İşçiler bir yolu bulunup susturulur. Kazayla bir dosya veya işçi bir meslek hastanesine sevk edilmişse bu sefer de başhekim beyin gerekçelendirdiği olası etkenler devreye girer. Her zaman bir suçlu bulunur. Bu suçlu ya içilen sigaradır. Ya ailesel yatkınlıktır. Ya da başka bir sebep. Mutlaka meslek dışı etkenler hazır ve nazırdır. O kadar kesin ispat gerekir ki bunun meslekten kaynaklandığını sanki işçi arkadaşımız ispat etmek zorundaymış gibi bir anlayış işler. Yani işverenden yana tavır hiç bitmez. Hele bu işveren, bu olayda olduğu gibi bir kamu kuruluşuysa vay haline bu başvuruyu yapanların. Belki suçlu bulunup ceza bile almaları içten değildir.
Bütün bu tavır sorununun altında yatan gerçek neden ise şudur; sağlığı politize etmeyin diyenlere de iki çift lafım olmuş olur böylece; POLİTİKA. İşverenden yana geliştirilmiş politika. Her zaman bu böyledir. Asıl olan iş üretimidir. İşçi sağlığı, işçi memnuniyeti ve güvenliği ikinci plandadır.
Bu durumu belirleyen de devletlerin politikasıdır. Bundan kaynaklı doğacak sorunlarda ki bu sorunlar bu örnekte olduğu gibi meslek hastalığı da olabilir. Veya başka örneklerde bir iş cinayeti olabilir. O zaman devreye işlemeyen veya bilinçli yanlış işletilen hukuk girer. Süreç bu şekilde devam ettirilir.
SUÇLU KİM?
Gelelim yine bu yaşanan örneğe isterseniz. Peki, gerçekten bu sağlık çalışanları arkadaşlarımızın başına gelen meselede gerçek suçlu kimdir?
Yıllarca kamuda pratisyen ve uzman hekim olarak çalışan bir arkadaşınız olarak şunu belirtmek isterim. Kayseri Erciyes Üniversitesi Başhekiminin bazı sözlerine katılıyorum. Evet radyoloji teknisyenleri için radyasyonla çalışma yönetmeliğindeki çalışma saatleri, koruyucu tedbirlerine uygun davranmış ve personelini korumak için ellerinden geleni yapmış olabilirler.
Buna neden inandığımı söyleyeyim size; çünkü günümüz Türkiye’sinde hukuka güvenin ayaklar altında süründüğünü gören her zeki insan öncelikle hukuksal olarak kendini sağlama almıştır. Özellikle böyle bir konuda daha dikkatli davranmış olabilirler. Ancak benim kendi çalıştığım hastanelerdeki sağlık çalışanı arkadaşlarla sohbetlerimden bildiğim bir gerçekliği kendisinin de bildiğinden adım kadar eminim. Aslında gerçek bir bilim adamından da bu eksende gerçekleri açıklamasını beklemek benim en tabii hakkım. O gerçeği şöyle izah edeyim size. Kamu hastaneler birliği süreci ve sağlıkta dönüşüm denilen sağlık politikalarının bu ülkede hayata geçirilmesiyle birlikte çok ciddi bazı sorunlarımız gelişti. Bu sorunları da en iyi yine sağlık alanında hastanelerde çalışan personel biliyor. Ki yöneticiler de biliyor. Ancak hükümetle ters düşmemek kaygısı, koltukları korumak ve kapmak kaygısı, sağlıktaki popülist yaklaşımın temelini oluşturup, gerçekler yerine kendisini, yönetimi ve hükümeti koruyacak açıklamalarla gün kurtarılıyor. Başhekimin durumu da biraz bu minvalde ele almak gerekiyor.
TEMEL AMAÇ MÜŞTERİ MEMNUNİYETİ
Gerçek şudur arkadaşlarım; sağlıkta dönüşüm bize iki önemli hata getirdi; birincisi halk dalkavukluğu ve buradan devşirilen oy kaygısı. Bunu açmak gerekirse sağlıkta temel amaç hasta veya onların deyimiyle müşteri memnuniyeti oldu. Bunun neresi yanlış diyen birçok insan tanıyorum. Özellikle sağlık gibi bilimin ve bilginin başrol oynadığı sahneyi siz sadece buraya başvuran ve bilgiden yoksun sayısal çokluğa bırakırsanız bu kargaşa ortaya çıkıyor. Hasta ister her zaman. O zaman hasta her ne isterse yapılacaktır. Yapmayan hekimlere ve sağlık çalışanlarına soruşturma furyası açtınız mı işler yoluna girecektir.
Hükümetler istediklerini alacak bunu siyasal propaganda olarak kullanabilecektir. Hasta memnundur. Sağlık politikalarını belirleyen hükümet memnundur. Sağlık çalışanı da başta hekim olmak üzere suya sabuna karışmaz, hastanın her istediğine evet der. O da memnundur. Ama işte her şey keşke bu kadar güllük gülistanlık olsa. Değildir. Hasta istekleri her zaman doğru değildir. İşte size birkaç örnek: Bazen bir hasta gelir yalan yanlış duyduğu bilgilerle çocuğuma aşı vurdurmak istemiyorum der. Bazen hasta gelir 2 ay önce tomografi çektirmiştir. Kontrol için bir daha çektirmek istiyorum der. Hasta gelmez bile başım ağrıdı. Evden dolmuşla veya taksiyle niye gideyim ki der, 112 çağırır. Ambulansla hastaneye gelmek ister. Hasta hatta doktor muayenesinden sonra ambulans çağırın benim eve gidecek durumum yok der. Ambulans ister. Hasta polikliniğe başvurur. Doktor şikayetlerini sorar. Benim bir şikayetim yok, ne kadar tahlil varsa yaptırmak istiyorum der.
Şimdi bu yaklaşımlardan sadece birkaç örnek verdim size. İnanın sayfalarca verebilirim. Ama konumuzla ne ilgisi var diyeceksiniz. İşte ilgisi; hasta gelir bana tomografi çek hocam hele ağrılarım var der. Veya öğrenmiştir. MR altın tanı yöntemi hocam dizimi burktum hele bir MR çektirelim bakalım. Burada suçu hekime atabiliriz. Çekmesin kardeşim diye. Ama hastaya anlatmak bir sorundur. Hekimin bunu bilinçlendirip anlatabilecek ne zamanı vardır ne de gücü. Hele bu tip isteklerin sonu her zaman yapılmazsa bizim gibi şiddeti iliklerine kadar yaşayan toplumlarda hemen şiddete dönecekse ki örnekleri doludur. Veya bu isteği yapmamak, yerine getirmemek şikayet konusu olacaksa, ve şikayetin içeriğine bile doğru dürüst bakılmadan soruşturmalar açılacaksa ki bunun örnekleri de doludur. Alın size sonuç yanlış veya gereksiz olduğunu bilmesine rağmen suya sabuna dokunmayan yol seçilir istenir. Ancak işte bu isteğin sonuçları vardır.
RADYOLOJİK İSTEKLERİN SONUÇLARI AĞIR OLUR
Özellikle radyolojik isteklerin sonuçları bazen bu kadar ağır olabilir. Ülkemiz Avrupa ülkeleri içinde yapılan araştırmalara göre Bilgisayarlı Tomografinin en fazla çekildiği ülke, MR’ın ise en fazla çekildiği ikinci ülke durumuna ulaşır. Meslek hastalığı tanısı da koyamayınca bu sonuçlar gerçek bir istatistiğe yansıyamaz. Biz sadece bu sonuçlar ondan mı kaynaklı bundan mı kaynaklı diye tartışır dururuz. Gelelim ikinci önemli hayatımıza eklenen kavrama bu sağlık politikasıyla o da performans ve fatura sistemleri. Özellikle siz hekimin ve diğer sağlık çalışanlarının maaşlarını yeterince vermeyip, hastanelerde döner sermaye havuzları oluşturarak emekleri karşılığı alacaklarını sanki özel bir şirket gibi ürettiğin hizmet kadar sana döner sermaye diye bir sistem getirdiğiniz anda, artık çalışanlar doğru düzgün bir gelir için her tetkiği veya yapılan her işlemi fatura, her fatura sonrasını da kendisine döner sermaye geliri olarak görür.
Bundan sonrası ise işte size gereksiz çekilen tomografi, mamografi, MR, veya diğer tetkikler. İşte size gerçek suçlular arkadaşlar. Siz sağlık sisteminizi kara paraya ve oy kaygısına dönüştürürseniz. Sonra ha bire her handikapta suçlu ararsınız. Veya toplumun suçlu aramasını bıyık altından gülerek izlersiniz. Sağlık bilimsel veriler olmadan, bu verilere yaslanmadan, paradan, kardan, oy kaygısından uzak gerçek ehil ellerin düzenlemesi olmadan yönetilemez. Bütün bu manipülasyona rağmen, bu hukuksuzluklara rağmen eğer birisi çıkar gerçekten hakkını armaya kalkar ve o kör sağır medyada ses getirirse o zaman da birileri yine çıkar RÖNTGEN TEKNİSYENLERİNİN FITRATINDA VAR der. Konu kapanır.
Saygılarımla…