Halen çok katı hiyerarşik bir dünyada yaşadığımız gerçeği, tekil ve homojen bir kadın kavramsallaştırmasının, anti-hiyerarşik bir bakışla sorgulanmasını gerektirir.
Kadınlar, birleşik ve bölünmez bir kategori değildir. Sorgulama, bazı kadınların başka bazı kadınlara uyguladığı iktidar ilişkileri üzerinden de yürütülebilir. Örneğin yaşlı kadınların, genç kadınlar üzerinde ataerkil düşünme tarzını üreten iktidar kurucu bir yönelimleri vardır. Kadınlar, sınıf çıkarları açısından farklılaştıkları gibi, değişik ırklarda ve etnik kökenlerde veya değişik dini inaçlarda olmalarından dolayı, kendilerini farklı çıkarlara sahip hissederler.
İyice taşlaşmış ve sınırları donmuş kimlik politikaları, dünyayı çatışmalarla bölmüştür. Böylesi bölünüp parçalanmış bir dünyada, kadınlardan; birleşik ve bölünmez bir kategori oluşturmak, üstelik bunu sınıfsal, etnik, ırksal, kültürel farklılıkları görmezden gelerek oluşturmak olanaksızdır. Kadınlar arasındaki farklılıkları görmek, kabul etmek ve tanımak ama bu farklılıkları aşmak gerekmektedir. Bu farklılaşmalar, tarihsel süreçte farklı toplumlardaki kadınların, farklı baskı ve iktidarlaşma deneyimlerinden geçmelerinden dolayıdır. İktidarlaşma sürecinde farklı baskı deneyimleri yaşasalar da kadınların, iktidara karşı mücadelede ortaklaşmaları zorunludur. Kadınlar arasında, iktidar güçleri tarafından oluşturulan hiyerarşik düşünmenin kanıksanması ve hiyerarşi oluşturan farklılıkların “doğallaştırılması”, kadınların ortak mücadelesini engellemektedir. Ancak bu farklılıklar tanınıp kabullenildikçe ve bilince çıkarıldıkça, ortak mücadeleyi engelleyen değil, besleyen bir güce dönüştürülebilir. Farklılıklarımız zenginliğimizdir ve özgürlük, bu farklı kaynaklardan beslenerek coşmakta ve akmaktadır.
Kadınların, evrensel bir eşitlik talebini paylaşan, evrensel kollektif bir insanlık kategorisine sahip oldukları bir varsayımdır. Kadınların kardeşliğinin ete kemiğe bürünebilmesi için, sahte bir evrensellik varsayımıyla, kadınlar arasındaki farklılıkların yok sayılmaması gerekir. Toplumsal değişim ve dönüşümden yana olan güçler, kadınlar arasındaki çeşitliliği ve farklılıkları kabullenen ve önemseyen ama her bir farklı dinamiğe hakkını vererek, kadınlar arasında baskıyı, ayrımcılığı ve ayrıcalıklı olmayı aşacak, ortak bir mücadeleyi sürdürmek durumundadırlar. Kadınların özgürlüğü, farklı kadın yaşamları arasında, ötekileştirmeyi aşan adaletli bir eşitlik kurabilmekten geçmektedir. Unutulmaması gereken, diğer farklılaştırmalarda olduğu gibi, kadınlar arasındaki bütün farklılaşmaların da, hiyerarşinin tarih sahnesine çıktığı aşamadan itibaren başladığı ve zora dayalı hiyerarşinin yarattığı eşitsizliklerin dallanıp budaklanmasından ibaret olduğudur.
Kadınların özgürlük mücadelesini engelleyen bir nokta, kadınlar arasındaki farklılıkların örtülmesi olsa da esas nokta, kadınlar arasındaki farklılıkların hiyerarşi oluşturacak düzeyde kalıcı ve sürekli tutulmasıdır. Farklı tarzda ve farklı oranda baskı gören kadınların, özgürleşme dinamikleri de birbirlerinden farklılaşabilir ama bazı kadın gruplarının, kendilerine uygulanan baskının düzeyinden dolayı kendilerini öncelikli görüp, öncelik hakkına sahip olduklarını savunmaları, kadınların topyekün özgürleşmesine önemli bir katkı sağlamaz ve yeni hiyerarşilere kapı açar. Aksine bütün baskı uygulanan farklı kadın gruplarının eşit derecede önemsenmesi, mücadelenin birlikteliği ve ortaklaşmanın güçlendirilmesi açısından çok daha önemlidir. Örneğin ırk, cinsiyet ve sınıf, farklılık içeren toplumsal çelişkiler olsa da, iç içe geçmiş ve ayrıştırılamaz baskı yapılarıdır. Bu farklı baskı ve ezme türleri arasında, ‘şu daha önemli ve önceliklidir, bu daha önemsiz ve ikincildir’ ayrımı yapılamaz. Hepsi de eşit derece ve düzeyde önemlidir ve asla bir öncelik sırasına konmamalıdır. Örneğin cinsiyet eşitsizliği de, sınıf eşitsizliği kadar gerçektir ve onun kadar maddi bir zemine sahiptir. Kısacası mazlumlar, ne kadar farklı şekilde ezilseler de, acıları bir yerde keşismektedir ve iktidarın oluşturduğu tahakküm zemini ve alanları içinde birliktedirler, iktidarcı zulme karşı bir bütündürler. Hepsi de mazlum kimliğinde ortaklaşmaktadır ve sonuçta mazluma kimliği sorulmamalıdır. Zora dayalı hiyerarşik iktidar tarafından ezilmenin, iç içe geçmiş kesişimli bir doğası vardır ve bu durum, doğal olarak ortak mücadeleye, zemin ve alan açmaktadır.
Bütün kişisel/özel alanlar, aslında eşitsiz iktidar ilişkilerine kaynaklık eder. Kamusal alan ile özel alanı mutlak biçimde ayıran ve kadını “özel alan” içine hapseden ataerkil hiyerarşiye karşı, kadınların kardeşliğini oluşturmak kendiliğindenci bir süreç olamaz. Kadınlar da, günlük hayatlarında kuşatıldıkları hiyerarşik iktidar ilişkilerini yeniden üretiyorlar. Farklı kadın yaşamları arasında birliği ve kardeşliği oluşturmak, farklı yaşama ve kültüre sahip halklar arasında birliği oluşturmak gibidir ve uzun süreli küresel bir mücadeleyi ve iradevi bir dönüşümü gerektirir. Toplumsallaşma tarihinde en köklü ve derin çelişki cinsiyet eşitsizliğidir yani kadınların özgürlüğü sorunudur.
Cinsiyetin inşa edilmesi, cinslere toplumsal rollerinin öğretilmesi ve benimsetilmesi süreci; sınıfsal konumdan, mülkiyet ilişkilerinden ve diğer hiyerarşik oluşumlardan bağımsız bir süreç değildir. İktidarlaşma, cinsiyetin inşa sürecinde; emekçi ve üst sınıftan kadınlar, ezilen ırklara mensup olan kadınlar ve baskılanan inançlara sahip olan kadınlar arasında farklı sonuçlar üretir. Bütün bu baskıcı hiyerarşileri dağıtmak, örgütlü ortak mücadeleyi gerektirir. Toplumsal dönüşüm ve değişim güçlerinin, en köklü çelişki olarak hesaba kattıkları cinsiyet eşitsizliği, hiyerarşik devletçi barbarlığın, en köklü şekilde çözülebileceği ve ataerkil kapitalizmin un ufak edilebileceği önemli bir alandır. Kadınların hayatları, bütün farklılıklarına rağmen, küresel anlamda kapitalizm ve ataerkillik tarafından baskı altındadır. Küresel ataerkil kapitalizme karşı, farklı mücadele biçim ve taktiklerini birleştiren ve stratejisi ortak olan, küresel bir mücadele zemini oluştukça, zulmün dayanak noktası da kalmayacaktır.