Herkesin bildiği şeyleri en son ben örgendim:
Düz, geniş caddeleri, soğuk beton bloklar halinde dik çatılı evleriyle kurallar şehri Viyana… Budapeşte ve Prag…
Kentlerimizin tarihi dokusunu koruyamadığımız doğru mu?
Bir de şöyle düşünün: Avrupa yüz yıl öncesinde yapılaşmasını tamamlamış, binaları betondan ve dayanıklı, nüfusu ve nüfus hareketleri stabil.
Aynı yıllarda İstanbul’un yerleşimi acaba nereye kadardı? Birkaç katlı kâgir evleri zamana dayanabilir miydi? İstanbul’un korunacak bir yerleşimi var mıydı?
“Şehri kurarken özen göstermediler.” denilirse doğrudur; peki ya tarihi doku tahrip edildi mi (?)
İlk defa atandığım Çankırı’ya yıllar sonra yeniden gittim. Çorba içtiğim lokantayı bulabilecek miydim? Buldum, bıraktığım gibi buldum. (Çakırı’nın ilk günleriydi, sanırım bir devlet dairesini arıyordum. Bilen birine sordum: “Köşede Deva eczanesi var, oradan sağa dön, ileride… Eczanesi var…” Derhal müdahale ettim: “Bana eczanelerden tarif etme, lokantalardan tarif et!”)
Anadolu’da şehirler, ovalardan tasarruf etmek için tepelerin eteklerine kurulur. Burdur da öyledir. Yirmi yıl önce askerlik için gittiğim Burdur’a yeğenimi asker olarak götürdüm. Şehir öylece duruyordu. Hatırladığım bir lokantaya girdik. Lokantayı emekli bir öğretmen, altı yıl önce devralmış. Dükkânı için şöyle dedi: “Buralıyım ve bildim bileli burası böyle!”
Gazeteci diğer yeğenimle sokakları adımladık, eski bir konağa girip süslü ahşap tavanların fotoğraflarını çektik. Eski Burdur kısmen terk edilmişti, belli ki fakirlere kalmıştı; ama bizi yıllar öncesine götürmeyi başardı.
Bilirsiniz Anadolu hep böyledir. Kastamonu da böyledir, Boyabat da.
Batının tarihi yapılarına gelince: Görkemli sarayları ve estetik katedralleriyle oldukça etkileyici.
Herkes Estergon’a gidebilir: ama 350 basamaklı bazilikanın tepesine herkes çıkamaz.
Görece dar ve kıvrımlı sokaklarıyla Prag mı?
Kalbi olanlar dikkat etsin!
Ve…
Güzelliklere dayanamayanlar Prag’a gitmesin.