Ali Şeriati ‘İnsan’ adlı kitabında, insan değerinin belirlenmesinde ölçü olan şeyin ne olduğu sorgulamasını yaparken bunları dile getiriyordu. Ölçü irade olmalıydı. Kendisini diğer varlıkların önüne geçiren bilinciyle varlık alanı oluşturan, kendine yol çizen bir güç. Bir başka gücün sınırladığı, boyun büktürdüğü benlik, iradenin davasını güdemez.
Ancak tek başına kalsa bile çaresizlik karşısında ‘pasif direnişe’ sarılanlar, güçlü siyasetler karşısında ‘sivil itaatsizliği’ tercih edenler iradenin davasına yani insana sahip çıkmaktalar.
Aksi durumda hareket edenler daha doğrusu hareketsiz kalıp baş kaldırmayanlar öylece durup seyredenler, zaten yolun dışına çıkmak gibi bir derdi olmayanlar yani hep yolda olanlar, stabil kalanlar, bitki olup toprağına kök salanlar insanın varlık alanının dışında epeyce bir yer bulmakta…
“İradeden ve ‘görme’den yoksun olan Âdem, başkaldırmayan bir hayvan ve bitki konumundadır. Doğaya bağımlı bir köle, çevrenin iradesiz kuklası, zorunluluğun ürünü, mecbur ve aynı zamanda yaratamayan, yok edemeyen, herhangi bir yolda yürüyemediği için ‘yol’dan sapması da mümkün olmayan bir varlık.”(2)
ABD’de Pensilvanya eyaletinde bir göl kenarında çiftlikte mütevazı ve münzevi yaşayan(!) bir şahıs da herhangi bir yolda yürüyememenin sancısını yaşamakta ve yabancı bir ajansa verdiği demeçte Gazze’ye yardım organizatörlerinin, İsrail’in rızasını aramamış olmalarını bir sorun olarak addetmektedir.
Bu mantığa göre Gazze’ye yardım organizatörlerinin sergiledikleri bu durum “Otorite tanımazlığın işareti” olarak görünmekte.
Böyle baktığımızda Musa, firavunun otoritesini tanımamakta çok yanlış yaptı dersiniz. İbrahim putları devirmeyip ortak bir put etrafında uzlaşıp, dinler arası diyalog toplantılarına başlamalıydı. Ya Muhammed, Kureyş otoritesini kabul etseydi Bedir’de, Uhud’da bu kadar Müslüman ölmezdi. Ne olurdu sanki Kureyş otoritesinin gölgesinde yaşasaydılar. Bu kadar acıya katlanmamış olacaklardı. Hem zalim de olsa otoriteye karşı gelmek büyük ayıp, olmaz öyle şey(!)
Gazze’de Ramallah’ta İsrail’in ilaçsız, susuz, aç bıraktığı çocukların yıllar süren hayatta kalma mücadelesini görüp hangi otoritenin tanınması gerek.
Gazze’ye yardım gemilerinin otorite tanımazlığına işaret eden hocanın ABD’de değil de kendi topraklarında tıpkı Filistinliler gibi suyu, kanalizasyonu olmayan taş evlerde yazın toz toprak içinde, kışın çamur içinde yıllarca süren esaret hayatı yaşamış olsaydı bütün bunları söyleyebilir miydi diye merak ediyorum.
Ama ne de olsa M. İslâmoğlu’nun dediği gibi o büyük bir âlim! Haberin yabancı ajanslardan ilk kez duyulmaya başladığı akşam Hilâl TV’deki açıklamalarında İslâmoğlu “haber yabancı kaynaklı, itibar etmemek gerekir.” demişti. Aradan neredeyse üç hafta geçti haber doğrulandı ve hatta yinelendi. Bilmiyorum suskunluğunu bozdu mu Sayın İslâmoğlu?
Çok fazla şaşırmadım doğrusu ABD’den yapılan bu açıklamalara. Yıllar öncesi üniversitelere özgürce giremeyen kızlar için verilen tepkiler için de benzer açıklamalar yapmıştı aynı şahıs. Daha da gerilere gidelim. Yıl 1980, 12 Eylül darbesinin hemen sonrasında “Sızıntı” dergisinin başyazılarındaki başlıklar dikkat çekici: “Son Karakol”, “Asker”…
Darbenin hemen sonrasında dergide yapılan yorumlara bir bakalım:
“Ne var ki, yıllardan beri, bin bir saldırı ile rehnedar olmuş bir bünye, böyle hemen bir mualece ile iyi edilemeyeceği de muhakkaktı. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, milli bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar(kanserler) bertaraf edilebilsin.
Ve işte şimdi, bin bir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son
karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.” (Ekim 1980)
“Asker” başlıklı yazıda darbenin coşkusu daha bir derinden hissedilir:
“Onun süngüsü, yüz defa iniltimizi dindirdi Ve ateşimize su serpti. Yakın tarihimizde dahi kaç defa onda mazinin tebessüm eden çehresini ve yıldırımlaşan celadetini gördük… Eğer atik davranıp da yıllardan beri hazırlanan karanlık emellerin önüne geçmeseydi, bütün bir millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı.
Tuğa selam, sancağa selam ve onu tutan yüce başa binlerce selam..”
Sanırız yüce başın kim olduğunu anlamak için ileri bir zekâya sahip olmaya gerek yok. Gencecik fidanları asanlara ‘yüce baş’ demek şiddet dahi uygulasa otoriteyi tanımak şöyle dursun onsuz var olamamak anlamına gelir. Başta söylediğimiz gibi Bir başka gücün sınırladığı, boyun büktürdüğü benlik, iradenin davasını güdemez. Her durumda otoriteye mecbur oluş Peygamberlerin yüklendiği misyonun çok dışında bir hareket alanı bulur kendine.
İnsan sormadan edemiyor doğrusu, âlimler peygamberlerin varisleri değil miydi? Bütün Peygamberlerin hayatı, mevcut bütün beşerî otoritelerin ortadan kalkmasına adanmamış mıydı?
Demek ki, çok şaşırmamak gerekir bugün olanlara. Dün otoriteyi alkışlayanlar ona selam çakanlar, bugün de başta Furkan olmak üzere Mavi Marmara’dakilere uygulananlara seyirci kalarak ‘İsrail devleti otoritesi’ne dolaylı olarak selam çakmış olmuyor mu dersiniz? Peki neden? Cevabı çok açık; çünkü inandıkları başka.
Değişen güç odaklarının, küresel siyasi dengelerin oyununda yer almaksa amaç ve buna inanıyorsanız belki bunu başarabilirsiniz.
Ama o zaman size sorarlar: Ölçü neydi? Ölçü iradeydi. Çevrenin iradesiz kuklası, bir zorunluluğun ürünü olup olmamaktı.
Eğer bu küresel oyunda bir güç olacaklarsa bu gücü hangi amaçla kullanacaklar? Mazlum dünyanın akan kanını durdurmak için kullanmayacakları, hocanın ABD’deki açıklamalarından anlaşılıyor. (*)
İster siyasi ister ideolojik bir amaç için olsun 70’lerin sonlarında Filistin kamplarına binlerce “devrimci genç” giderken, Filistin halkı için İslâmcı dediğimiz kesimin sesi soluğu çıkmıyordu. Bazıları darbe sonrası askere selam duruyordu o yıllarda. Onu yere göğe sığdıramıyordu. Demek bugün de pek değişen bir şey olmamış çokta şaşırmak anlamsız olur doğrusu.
Çünkü bir şeyleri değiştirme gücüne sahip olduğuna inananlar o gemide kalmayı tercih etti, yani insan olduğunu hatırlayanlar. Kıtalar arası uzaklıkta kalarak bir tercih yapmanız gerekirse “yol”dan sapmanız pek mümkün görünmez. Tabii bu durumda doğal bir tür olmaktan öte bir değeriniz de kalmaz.
Artık bir tercih yapabilirsiniz ya “bütün otoriteleri” ya da “irade”yi…
(*) “Bağımsız araştırmacı gazeteci” Joe Lauria’nın yazısındaki unsurlardan birinin, “Gülen’i destekleyenlerden biri eski CIA mensubu ve şimdi (CIA bağlantılı) düşünce kuruluşu Rand Corporation’un daimi danışmanı Graham Fuller” olması çok ilginç doğrusu. Nedendir bilinmez ama her taşın altından Fuller çıkıyor.
(1) ‘İnsan’ Ali Şeriati, shf: 261
(2) A.g.e. shf: 264