İnsani sosyal hastalıklarından biri de kişi veya toplumun; insana, topluma, devlete ait olan sorunu kendi sorunu olarak görmemesi ve bunu hegamonik niyetlerle istismar etmeye çalışmasıdır. Kürtler Mezopotamya medeniyetlerinin bir parçası olarak varlığını devam ettiren bir ırk olarak son iki yüzyılda maruz kaldığı uygulamalarla asimilasyon, sömürü, haksızlık, zulüm, kan ve gözyaşının hâkim olduğu bir süreci yaşamışlardır. Kürtlerin yaşadığı ve yaşattırılan bu kötülüğün tüm insanlığa yapılmış bir uygulama olarak görüp sorunu bu zeminden hareketle anlayıp, yorumlamak gerekmektedir.
İnsanlığa (Kürtlere) yapılan büyük kötülüğün müsebbibleri kimlerdir? Sebep olanlar ve doğurduğu sonuçlar görülmeden köklü bir çözümün bulunması mümkün değildir. İşte İnsanlığa(Kürtlere) bu büyük kötülüğü yapanlar:
1- Devlet: Türkiye’de devlet dediğimizde sadece kurumsal bir organizasyon değil çok boyutlu bir anlayış ve pratiğin üzerinde kurulan yapı akla gelmektedir. İmparatorluktan ulus devlete dönüşümde kurucu iradeyi bir darbe ile saf dışı bırakan anlayış bu topraklar üzerindeki unsurlara yaklaşımını değiştirdi. İnsani var oluş zorunluluklarından olan ırki kimlik inkâr edildi. Kendi dilleri ile konuşmaları, yazmaları, okumaları, yargılanmaları, eğitim görmeleri, müzik gibi kültür argümanlarını icra etmeleri yasaklandı. Tarihsel olarak var olan ırk kimliği için Türklük üzerinden aidiyet sağlanmaya çalışıldı. Kart- kurt edebiyatının sığlığına mahkûm edilen ve şeytanın soyundan geldiklerine varan iddialar ile birlikte çok boyutlu inkâr süreci yakın zamana kadar devam ettirildi. Bu noktadaki hak talepleri bölünme temelli korkularla beslenerek bastırıldı. Batıda yaşayan topluma o bölgedeki insanlar hakkında öylesine önyargılar oluşturuldu ki insan olduğu şüpheli topluluklara dönüştürüldü. İnkâr politikası devam ederken bölgeye gönderilen asker ve sivil bürokrasi sürekli olarak insanları tehdit kapsamında değerlendirerek insanları aşağılayan, hizmet etmeyen bir perspektifle bölge sosyal- ekonomik olarak hizmet döngüsü dışında bırakıldı. İnsanlar çocukluklarından itibaren okullar başta olmak üzere dilleriyle ifade etme imkânı olan her yerde kimliklerine hakaret edildi, değiştirilmeye çalışıldı ve mahkûm edildi. İsimleri değiştirildi, Kürtçe konuşmak üzerinde taşınılmayacak utanç kelimelerine dönüştürüldü. İnsani kimliğin gerektirdiği hakları sahiplenen kişilere karşı hukuksuz, orantısız bir şekilde hapishanelerden yolu geçen türlü işkenceler uygulandı. Dünyaya entegre olurken verilmeyen bu hakların verilmesi zorunluluğu doğacağını ve kürt halkının bunu sivil yollarla talep edeceğini düşünen devlet bunların önünü kesmek şiddetin doğuşuna öncülük eden pkkyı kurdurduğu ve teşvik ettiği iddiaları su götürmez gerçekler olarak karşımızda durmaktadır. 1980 darbesi ile birlikte sembolleşen Diyarbakır Cezaevi başta olmak üzere bütün ülke gibi bölge yarı açık cezaevine dönüştürüldü. Hakları vereceğine devam ettirilen politikalarla birlikte patlak veren pkk olayı bahane edilerek köyler yakıldı- boşaltıldı, insanlara dışkı yedirmeye varan işkenceler yapıldı, milyonlarca insan gizli- açık sürgüne maruz bırakıldı, yargısız infazlar ile korku imparatorluğu yaratıldı. Silah tüccarları kar payını artırmak için sürekli şiddeti beslediler. Öyle ki birçok devlet içi yapı artık sorunun bitmesini istememeye başladı. Çözüm üretmeye çalışanlar tasfiye edildi. Verilmesi gereken asli haklar çok büyük lütuf gibi verilmeye çalışıldı. Büyük devlet kibri insana- insanlığa kötülük etmeye devam ediyor. Erdemlilerin yönettiği bir Adalet devleti kurulana kadar da sürecektir.
2- Pkk ve diğer örgütler: Türkiye’de yeni devlet düzeninin doğurduğu çarpıklıklara karşı muhalif akımlar oluştu. Bunlar arasında Dindarlar, Aleviler, Solcular ve Kürtler başlıcalarıdır. Bu muhalif akımlar birbirlerinin sorunlarına karşı duyarsız kaldılar. Herkes kendi örgütlenmesini sağlamaya ve mücadelesini yürütmeye çalıştı. Bu muhalif kimlikler her defasında birbirlerini rakip ve tehdit olarak görüp yok etmeye çalıştılar. Devlet her defasında bunları birbirlerine düşürecek oyunları ve argümanları bulmakta gecikmedi.
1960’lı yıllardan sonra Kürtlerin sahip olması gereken haklar ile ilgili sol kesimde önemli tartışmalar yapıldı ve metinler oluştu. Sol kesim etnik haklar noktasında daha duyarlı davrandı. Sağ kesim süreci bölünme temelli korku ve dış güçler komplosu çerçevesinde değerlendirerek ilgisiz kaldı. Bununla birlikte din kardeşliği formülasyonu içerisindeki yaklaşım ile bu tür talepleri çok haklı kılmadığını düşünüyorlardı. 1970’li yıllarda sol kesim içerisinde giderek çoğalan Kürt örgütleri içinde Abdullah Öcalan’ın önderlik ettiği yapı sivrildi. Bu yapılanmanın oluşum aşamasında mevcut örgütleri yönlendirmek ve bu muhalif kimliği kontrol altına almak için bizzat devlet tarafından desteklenen ve önü açılan bir süreç içerisinde geliştiği iddiaları önemlidir. 1980 sonrası artan işkenceler ve sindirme politikalarına karşı 1984’te ilk baskınla silahlı mücadeleye başlayan pkk ile bugüne kadar tam olarak ölçülmeyen can ve mal kaybına yol açan durumla karşı karşıyayız. Kürt milliyetçiliğine yaslanan yapısı, sosyalist düşüncenin ideolojik temelinde, diğer ülkelerdeki Kürtlerin de destekleriyle var olmaya çalıştı. Abdullah Öcalan’ın ABD tarafından Türkiye’ye teslimi ile kısmen gerileyen silahlı eylemler, örgüt içi çatışma ve dönüşümlerle birlikte yeniden varlığını ortaya koymaktadır. Meclisteki ilk temsiliyet çabası Leyla Zana’nın yemin krizinden sonra kesintiye uğrasa da son seçimlerde de görüldüğü üzere bağımsız milletvekilliği yoluyla meclise girmektedirler. Pkk var olduğu günden beri sadece kendi belirlediği hedefleri gerçekleştirmekle sınırlı kalmadı, bölgedeki ülkeler ve uluslar arası güç merkezleri tarafından yönlendirilen bir örgüt oldu. Gelir kaynağını daha çok Avrupa’da oluşmuş olan Kürt diasporasının genellikle uyuşturucu ticareti, haraç ve kendi iç vergilendirme oluşumuyla sağlamaktadır. Pkk; Kürtler nezdinde aydınlar, sanatçılar ve kanaat önderleri tarafından benimsenmedi. Şiddete dayalı yöntemleri hep kınandı. Sivil veya askeri diğer Kürt örgütlenmelerini sindirmeye çalıştı ve bunda da başarılı oldu. Kürt halkı pkknın mücadele yöntemine ve ideolojisine genel olarak mesafeli yaklaştı ve kabul görmedi. Bölgedeki halk ile barışık olmadı. Tehdit, sindirme, bastırma, yok etme merkezli bir yaklaşım içinde oldu. Ölerek ve öldürerek var olmaya çalıştı. Kendisinin geliştirdiği tezlerden dolayı halk tarafından kabul görmekten daha çok devletin halka karşı uyguladığı haksızlıklara karşı bir sığınak olarak görenler geçici destek verdiler. Son zamanlarda dindar halkın desteğini artırmak için yapmacık- suni bazı pratikler(sivil Cuma namazı- teravih namazı) geliştirmeye çalıştı ancak karşılık bulmadı. Kürt hareketi sivil itaatsizlik temelinde hak mücadelesi yerine silahlı mücadeleyi seçti. Şiddeti içermeyen çözümleri önemsemedi. Öldükçe ve öldürdükçe kendine hem taban buldu, hem de meşruiyet kazanmaya çalıştı. Hali hazırda bölge halkına kazanımların kendi mücadelesinin eseri olduğu ve bunların korunması içinde kendi varlığının zaruri olduğu propagandasını yapmaktadır. Hâlbuki bu kazanımlar Türkiye’nin iç değişim çabalarının eseridir. Bu kazanımlar sivil itaatsizlik temelinde ve şiddete başvurmadan da kazanılabilirdi. Kaybedilen onca can boşu boşuna ölmüşlerdir. Bir gün 1980 öncesi döneme bakıp sağ- sol kavgasındaki gibi biz neden savaşmıştık? Bu oyunu bize kim oynadı? sorusunun sorulacağı mukadderdir. Bölgedeki toplumsal yapı yıllarca OHAL yönetimine maruz bırakılarak çok büyük haksızlıkların oluşumuna zemin hazırlandı. Oluşturulan koruculuk sistemi ile birlikte halk arasındaki güven ve itibar zemini ortadan kaldırılmıştır. Halkın zorunlu göçe tabi tutulmasına yol açılmış ve halen süren kimlik- ekonomik krizlerin devamını sağlamıştır. Halkın değerlerine yabancı olan örgüt bu yabancılaşmayı silah şemsiyesi altında saklamayı başarmıştır. Onca mücadeleye rağmen Kürt halkının özgür iradesi açısından seçim sonuçlarına bakıldığında ancak %20- 30’luk destek bulabilmektedir. Kürtler açısından da toplumsal algıda önemli yeri olan kan davası yaklaşımıyla halkın desteğini kalıcı kılmaya çalışmaktadır. Demokratik zemin inşa etme iddiası beyhudedir. 1930’lu yıllar Türkiye’sinin zihniyle bölgeye nüfuz edemeyen yeni cumhuriyetin anlayışlarını bölgeye getiren yönü de bulunmaktadır. Irkçı var oluş hissiyatı dışında bu hareketin Kürt tarihi, kültürü, dini hiçbir bağı yoktur. Bu toprakların ruhuna yabancıdır. Çözümden en çok korkan pkkdır. Sorun böylesine köksüz, ruhsuz bir hareket için şiddet eşsiz fırsatlar barındırmaktadır. Şu ana kadar da İslam öncesi kimlik üzerinden varlığını meşrulaştırmaya çalışmıştır. Toplumsal dinamikleri besleyen özellikle de din temelli anlayışları ve kurumsal yapılara karşı devletten daha büyük mücadele yürütmüştür. Kürt halkını batılılaşma temelinde büyük bir yabancılaşmanın krizleri ile baş başa bırakmıştır. Dağ romantizmi bütün ruhu esir almış durumdadır. İçinden yetiştirdiği savaş kralları Dehhak’a yeni kurbanlar sunmaya devam etmektedirler. Varlığına yeni uluslar arası sistemin ihtiyacı bulunduğundan ve devletin halen kadük kalan hakları iade etme yetersizliğinden dolayı Kürtlere devlet ile eşdeğer kötülük yapmaya devam edecektir.
Pkk’dan her şey çıkar ama bir özgür halk hareketi çıkmaz. Çetecilik mantığıyla, başta kendi insanının sevgi ve güveninden yoksun, devlet dipçiği yerine pkk dipçiği ihdasına karşı Kürtler yakında bunu da red edecek ve kendisine yönelen bu yeni dipçiği kökünden kıracaktır.
3- İslamcılar(Hizbullah ve Dindarlar): Müslüman algı diğer insanı eğer aynı dine inanıyor ise kardeş kabul eder. Aralarındaki ırk, dil, mülk, bölge, renk ayrımlarının hiçbir değeri yoktur. Cumhuriyet döneminde kurucu ideoloji ve iradeyi saf dışı bırakan güçler ulus kimliğinin var oluşunu merkeze alınca bu Müslüman zihnin kabul edemeyeceği bir temellendirme oldu. İslamcılar için Kürtlerin hakları denildiğinde bu hiçbir anlam taşımadı ve mesele olarak kabul edilmedi. Etnik hakların talebi yeni ulus kimliklerin varoluşunu tetikleyecek ve ayrıştırmayı hızlandıracak bir süreç olarak kabul edildi. Hâlbuki insanları hangi ırktan olursa olsun onu horlamak, aşağılamak, konuşma dilini yasaklamak, zorla ırk temelli kimlik dayatmalarına maruz bırakmak İslam’ın ruhu ve pratiğine aykırı bir durumdu. Ancak İslamcılar sürecin nasyonal sosyalist temelde ırk asabiyetçiliğinin ortaya çıkaracağı tehlikeyi okuyamadılar. Karşı çıktıkları devlet algısına teslim oldular ve destek verdiler. Uğranılan haksızlıklara karşı sessiz kalmayı yeğlediler. Hangi din ve ideolojiden olursa olsun insanların mazlumiyetine sahip çıkıp koruma çabasına girmediler. Sorunu soğuk savaşın oluşturduğu kamplaşma içinde sola karşı sağcı bir tutum ile algılamaya çalıştılar. Sol kesim bu hakları talep ederken İslamcılar korkularının esir aldığı akıl ile tutum belirleyemediler. Son hükümetin açılım çabalarına paralel olarak devlet projesinin yanında yer aldılar. Kardeşlik platformları adıyla yapmacık gösterilerde bulundular ve yürüyüşler düzenlediler. Bu durum insanlarca şimdiye kadar kardeş olduğumuz şimdi mi akıllarına geldi? sorusunu akla getirdi. Bağımsız ve sivil bir insanlık mücadelesinin parçası değil de orada her türlü haksızlığı yapmış ve hesap vermemiş olan devlet yanında yer alarak kendilerini gösterdiler. Onca yıldır kan dökülür, köyler boşaltılır, yargısız infazlar yapılır, dil zulmü uygulanırken şiddet merkezli çözüm arayan pkknın yanında görülürüz çekincesiyle sessiz kaldılar. Türkiye dışındaki Müslüman halkların davasına sahip çıkan İslamcılar kendi burunlarının dibinde olan Kürtleri görmediler. Yaşadıkları akıl tutulmasını kendi kendilerine özeleştiride bulunarakta aşmadılar, devletin tavır almasını bekleyerek risksiz bir adımla sorunla yüzleşmeye çalıştılar. Şimdilerde mahcup bir muhalefet ile mahcup talepleri dillerinin ucuyla zar zor söylemektedirler. Tarikatlar, cemaatler ve kendilerine müslümanım diyen dindarlar halen kürt deyince bir mesafe oluşturmakta, onu din dışından imişçesine ötekileştirerek yaklaşmakta, bazıları kızlarını bile vermek istememekte, sosyal ortamlarına dâhil etmemeye çalışmaktadırlar.
Bu süreçte bölgedeki İslamcı damardan beslenen bölgedeki örgütlerin yeri farklıdır. Hizbullah özelinde oluşan yapılanmalar jitem birlikte pkkya karşı mücadele eden örgüt görüntüsü vermiş ve bu yapılan propagandalarla da Müslüman kimlik aleyhine yoğun bir şekilde kullanılmıştır. Pkknın bölgedeki diğer örgüt, stk ve cemaatleri varoluş hakkı ve imkânı tanımayan anlayışına karşı sivil bir duruş sergileyeceği yerde buna karşı devlet ile işbirliği yoluna kanalize edilmiş olması bölgede alternatif varlık alanlarının oluşmasını engellemiştir. Pkk nasıl diğer örgütleri yok saymış ise Hizbullah’ta özellikle İslamcı örgütlerin bölgedeki varlığına uzun süre müsaade etmemiştir.
İslamcı aydın, âlim ve entelektüellerin en suskun kaldıkları ve görmezden geldikleri konuların başında Kürt sorunu gelmektedir. Uğranılan onca haksızlık ve zulüm karşısında hep suskun kalındı. Halen Türkiye’nin sorunları konuşulduğunda bu sorun es geçilip utangaç dille değinilmektedir. Esaslı bir düşünüş ve sahiplenme içinde olamadılar. Zaten dertleri sorunları çözmek değil bir an önce devletin içine konumlanıp hegamonik arzularını gerçekleştirmek oldu. O çok konuşkan diller- kalemler kürt sorunu söz konusu olduğunda lal oldular.
Halkın sivil siyaset alanında kanalize olduğu İslamcı bir parti olan Refah partisinin 1991 seçimlerinde Türk milliyetçileriyle ittifak yapması ayrı bir kırılma noktası oluşturmuştur. Bunun üzerine siyaset alanında temsilini pkknın siyaset zeminindeki temsilcilerine yönelmiştir. Refah partisinin bu akıl tutulması içindeki tavrı bölge halkına maliyeti çok yüksek olmuştur. Bu durum dindar Kürt halkının faşist İslamcılarla aralarına mesafe koymalarına yol açmıştır.
4- Ağalar- Mollalar: Kürt coğrafyasındaki toplumsal karakteristiğin değişmeyen öğeleri aşiretler(ağalar) ve dini otorite olarak Seydalar- mollalar(Meleler) olmuştur. Aşiretler kan bağıyla birbirine bağlı, babadan oğla geçen aşiret ağaları ile yönetilen yapılar olarak özerk alanlardır. Ağalar aşiretleri üzerinde her türlü tasarrufa sahip olarak insanlar üzerinde kayıtsız şartsız bir hâkimiyet kurarlar. Göçebe toplum olarak aşiret üyelerine yönelebilecek saldırı ve tehlikelere karşı emniyet alanı oluştururlar. Özgürlük alanının ağanın anlayış kapasitesiyle ve tanıdığı sınırlarla belirlendiği ortamda geleneğin kayıtsız şartsız sürdürülmesine çalışıldı. Çünkü gelenek ağaların yegâne sığınağıydı. Kendisi için tehlikeli gördüğü kişi veya grupları açık veya gizli entrika ve baskılarla yok ederdi. Modern zamana evrilirken ağalar bu güçlerini korumak istediler. Bundan bıkan halktan bir kısmı göç yoluyla şehirlere taşındı. Mülkün sahibi olarak toplum üyelerinin sahip olabileceği kısmını kendisi belirlerdi. Cumhuriyet döneminde bazı aşiretler isyana kalkışsalar da hiçbir kazanım elde etmeden kalakalmışlardır. İdeolojik örgütlü düzeyde pkknın mücadelesi ile birlikte devlet ile örgüt arasındaki sıkışıklıkta çoğunluğu devlet safını seçti. Seçmeyenler ya Kuzey Irak’a sürüldü ya da köyleri boşaltılmak suretiyle çıkarıldılar. Devlet tarafında yer alanlar koruculuk sistemine entegre edilen aşiretler bunu yeni kazanç kapısı olarak değerlendirdiler. Aşiret üyelerinden korucu yapılanların maaşları hiçbir zaman kendilerine ödenmedi. Aşiret ağaları bu ekonomik paylaşımı yaptılar. Devlet eliyle silahlandırılan halk, dünün tarım ve hayvancılık ile uğraşanları artık üretime katılmadı. Silahlı milisler olarak bulundukları bölgede yarı özerk yapılar kurarak gayri insani ve gayri hukuki birçok iş ve eylemleri gerçekleştirdiler. Devlet bu aşiret yapılarını bölgesel hâkimiyetini korumak için destekledi. Milletvekili olarak meclise taşıdı. Bölgenin aciliyetini halen taşıyan toprak reformu başta olmak üzere bir çok açılımlar gerçekleştirilmedi. Halkın değil aşiretin temsilcisi olarak asabiyetleri besleyerek dönüşümü engelledi. Pkkda aşiretler içinde destek alamadıklarını düşman- işbirlikçi ilan ederek onları sindirme yoluna gitti. Her durumda hep kazanan ağalar, kaybeden halk oldu.
Toplum üzerinde belirleyici olan dinsel sınıfı temsil eden Melelerin rolü büyüktü. Kurulu medreselerde ve köklü bir geleneğe yaslanarak toplum üzerinde güçlü etkileri vardı. Her göçebe halk gibi dindar olan Kürtler medreselerde sınıfsal bir yapı oluşturan melelerin yönlendirdiği anlayış ile hareket ediyorlardı. Selçuklu medrese geleneğini sürdüren bu yapılar cumhuriyet döneminin devrimlerinin onca baskısına rağmen varlığını devam ettirmişlerdir. Öncelikle meleler siyasal sınıfı temsil eden aşiret ağalarını üstünde değil onlara tabi olan bir konumdaydı. Ağaların yaptıklarını sorgulayacak ve bunları eleştirip engelleyecek fonksiyonda değillerdi. Vakıf arazileri ve bağışlara bağlı ekonomik güçlerinin devamı için otorite ile iyi geçiniyorlardı. Bölgede yoğun olan medreselerde İslami ilimler geleneksel kalıpların tekrarına dayalı anlayışla sunuluyordu. Düşünce- ilim sahasında geniş perspektifli bir ufuk çizemiyorlardı. Din anlayışı noktasında katı bir gelenekçilikle farklı yaklaşımlar hemen dışlanıp konuşulması- tartışılması engellendi. Zihinsel hâkimiyetlerini sürdürmek için dini anlayış üzerinde tek otorite olarak benimsenmişlerdi. Halk bu otoritelerin algı ve anlayışlarına kutsallık atfedecek düzeyde değer veriyor, alternatif bilgilenme kaynaklarından uzak duruyordu.
5- Türk Milliyetçiliği: Bu topraklar bir ırkın var oluş hikâyesini barındırmaz. Farklı medeniyetlerin, dinlerin, dillerin, ırkların hatırasını ve varlığını taşır. Modern kitle hastalıklardan olan ulus devlet kimliği yeni cumhuriyetin kurucuları tarafından hararetle desteklendi. Buna göre bu topraklardaki herkes Türk olarak tanımlanacaktı. Bu kimliğin ihdası için dil teorileri, ırksal geçmişe ait beyhude köken araştırmaları, dayatmacı ideoloji ile harmanlanarak hâkim kılınmaya çalışıldı. Buna sürekli gerileyen ve toprak kaybeden imparatorluk vizyonundan gelindiği için bulunulan son topraklar olduğu düşüncesiyle muhafazası elzem görünecekti. Özellikle de kaybedilen topraklarda bulunup ta Anadolu’ya gelenler tarafından korunma güdüsü en yüksek noktaya çıkacaktı. Hangi ideolojide bulunursa bulunsun Türk milliyetçiliği fikir genlerine sinmiş durumdadır. Dindarından solcusuna kadar herkeste gizli- açık bir ırka dayalı var oluş kimliği edinme çabası oldu. Oysa genelde milliyetçilik bir partiye hasr edilir. Parti, cemaat, ideoloji ve grup gözetmeksizin herkeste ne olduğu tam belli olmayan bir milliyetçilik algısı yerleşik durumdadır. Ancak bu toprakları izah edemiyor, anlamaya yetmiyor. Bu milliyetçilik algısı Kürtleri doğru bir şekilde anlamaya ve tanımaya yetmedi. Dilleri kesintisiz şekilde inkâr edildi. Kürtlerin aslında Türk olduklarına dair tezler halen ileri sürülmekte ve ısrar edilmektedir. Bu milliyetçilik algısı varlığı olduğu gibi kabul eden tarzda değil onu kendi kalıplarına yerleştirmek ve şekillendirmek kaygısı ile hareket etti. Bu inkâr politikalarında devlet paralelinde hareket eden halk sorunun çözümünü zorlaştırdı. Halk marazi milliyetçilik hastalığına tutulmasaydı ve Kürtlerin insani var oluş gereği sahip olması gereken haklara sahip çıksaydı, bugün durum daha farklı olacaktı.
6- Bölgesel ve Küresel Güçler: Dünya üzerindeki devletlerin birbirlerine yönelik hâkimiyet mücadelelerinin parçası olan oyunlar, politikalar ve stratejiler her daim var olacaktır. Ancak bölgesel güçlerin Kürtlerin varlıklarına dönük yaklaşımları bu toprakların ruhuna hep aykırı oldu. Küresel oyun kurucularının dayattığı sınırlar içinde Türkiye, İran, Irak ve Suriye sınırları içinde yer alan Kürtlere yönelik bu devletlerin yaklaşımı ortak tarih, kültür, medeniyet ve kardeşlik temelinde oluşmadı. Türkiye’de asimilasyon ve inkâr, Irak’ta kitlesel kıyımlar ve baskılar, Suriye’de kimliksiz olarak bulunan hiçbir hak ve hukuk hakkı olmayan, İran’da güvenilmez bulunup, her an yabancıların maşası olma ihtimaline karşı tedbir alınıp, devlet bütünlüğü içinde dışlanan bir halk oldu. Ortadoğu’da hâkim kılınmaya çalışılan bu anlayışlar ilkel milliyetçilik ile beslenmeye çalışıldı. Temelsiz, kaotik, boş, fitne olan bu davranış ve tutumlar yeni kargaşalılara zemin hazırladı. Küresel aktörlerde bu durumdan fazlasıyla yararlandılar.
İnsanlığın küçük bir parçası olan Kürtlere yönelik bu kötülüğün müsebbipleri ortaya çıkardıkları bu büyük fitnenin hesabını vereceklerdir. Kurtarıcılığa soyunan aktörler halka hep acı çektirdiler. Evlatlarını kurban ettiler. En değerli varlık insan bölgede en ucuz malzemeye dönüştü. Her kesim bu büyük kötülüğün sorumlusu olarak diğerini göstererek kendisini temize çıkartmakla meşgul durumdadır. Herkes kendi elindeki kanı temizlemedikçe bu fitne ortadan kalkmayacak ve Ortadoğu huzura kavuşmayacaktır. Kendi medeniyet değerlerimizin birbirimiz hakkındaki değerlendirme ölçütlerini alarak insan olma ve insan kılma mücadelesi verilmelidir. Kürtler özelinde modern zamanların ulusalcılık hastalığına yakalanmadan haklarını elde etme fırsatı önlerinde durmaktadır. Kendilerine uzatılan ele hep güvenmek zorunda bırakıldılar. Onlara uzatılan yerel ve küresel eller ise onları kendi oyunlarının parçası olarak kullanıp atmak dışında hiçbir işe yaramadılar. Kürt siyasal aktörleri yerel siyaset dilini keşf edemediler, hep büyük oyunun kurucularının çizdikleri sınırlar içinde düşündüler ve hareket ettiler. Kürtlere bu anlamda siyaset, ekonomi, kültür, dil, eğitim başta olmak üzere insan olmanın gerektirdiği tüm haklar iade edilmeli ve korunmalıdır. Halk derin tarihsel bilinç ile onca saptırmalara rağmen doğru olan yöntemi ortaya koymaktadır. Ancak coğrafyanın karakteristiği olan anlayıştan dolayı kimse halkın sesine kulak vermemektedir. İhtiyaç bulunan yeni bir ulus devlet değil insanlık arasına çekilmiş anlamsız sınırların kaldırılarak insanlığa yitirdiği insanlık değerlerini bularak, dirilterek yeni kurtuluş ümidi olan bölge olabilmektir.