Toplumsal ahlâk ile doğanın ahlâkının bir bütünlük ve uyum içinde kaynaşması, yeni bir düşünce olmasa da, son yüzyılın bilimsel gelişmeleri ışığında yeni ufuklar açan kuantum felsefesi, kuantum tarih ve toplum tezi ile yeniden düzenlenmiştir.
Fiziğin, maddi dünyanın bir görünen alanı, bir de görünmeyen parçacıklar/kuantum alanı vardır. İlk olarak maddenin görünen alanını keşfeden insan bilinci, bu âlemde kesinlik ve belirlenimci bir mantığı hakim kılmış, fakat görünmeyen kuantum/mikro dünyanın ayrıntılarında gizli olan çoklu olasılık ve farklılaşma dinamiklerini çözümleyememişti. Görünen âlemin fiziğinde olgu ve sistemler, kendi içinde kapalı ve diğer olgu ve sistemlerden bağımsız olarak düşünülmekteydi. Olguların ve sistemlerin birbirleriyle doğrudan bağlantı kurabileceği bir kavrayışın temeli açığa çıkmamıştı.
Geleneksel fizik mantığı, her birisi kendi alanı içinde açıklanabilen ve belirlenmiş alanlar içindeki ikili karşıtlıkların çatışmasına ve kutuplaşmasına dayalı olan, katı diyalektik bir mantık içeriyordu. Zaman, mekân ve insan, birey ve toplum hem birbirinden kopuk, hem de değişmez ve mutlak bir kalıplaşma içinde düşünülüyordu. Toplumsal tarih, her şeyi kesinlikler içinde belirleyen katı ve statükocu bir şekilde algılanıyor, devletlerin ve medeniyetlerin gücü ve otoritesinin değişmezliği, bu tekçi, dar kalıplar içinde şekillenen, zihinsel bir tasarım ve anlatım içinde, çok daha kolay meşrulaşıyordu.
Sonuçta toplumların kendi konumunu değiştirebilen olasılıklara kapalı ve katılaşan bir toplumsallaşma yaratılıyor ve toplumsal hareketliliğin değişim hızında temel bir rol oynayan ve her bir insanın hayatında somutlanan sayısız farklılaşma dinamikleri görmezden geliniyor, üstü örtülüyor ve baskı altında tutuluyordu. Toplum, bireylerin çoklu dinamiklerinden koparılarak, adeta bir fanusun içinde veya her şeyi kaskatı kurallara bağımlı bir kalıp içinde canlılığını ve heyecanı yitirerek, sanki dondurulmuş bir zeminde yaşıyordu. Bu toplum, DURAĞAN bir toplumdur ve bu toplumsal zihin, tarihin tekerrürden ibaret bir değişmezlik içerdiğine haklılık ve meşruiyet kazandırır. Atalarıyla ve katı gelenekleriyle sürekli övünerek derin bir yanılsama ve yüksek bir ego içinde yaşar. Hatalarıyla yüzleşmez, kibir ve riyâ içinde hatalarınıı görmezden gelir. Mutlak belirlilik, geçmişten geleceğe uzanan ezeli ve ebedi bir süreç gibi algılanır.
Halbûki her insan toplumsal dinamik içinde değişim yaratan farklı bir olasılıktır. Her toplum, toplumsal tarihin içinde farklılaşmaya açıktır. Toplumsal tarihin, sadece belli bir etnik toplumun, belli bir zümrenin, belli bir coğrafyanın tekeline alıp yürütülmesi, hem zorbalıktır, hem de nihayetinde olanaksızdır. Farklı olasılıkların özgürleşmesi, bütün toplumun değişimini ve özgürleşmesini tetikler ve toplumu rahatlatır. Toplumu gerçek huzura, güvenliğe ve barışa açar. Farklı olasılıkların açık bir ifadesi olan özgür bireylerden oluşan toplumlar, kendi kararlarını kendi iradeleriyle alan, değişim ve özgünlükler yaratan farklılaşmalara açık olan, AKIŞKAN toplumlardır. Bu toplumların toplumsal zihniyeti, gruplaştıran ve ikileştiren, kan ve soy bağına göre değil, iyilik ve doğrulukla bezenen erdemlilik bağlarına, kamusal ortak iyilik kıstasına göre şekillenen, özgür yurttaşlık bilincine dayalıdır. Bu bilinç, hata yapma olasılığına açıktır, hatalardan aşırı korkmaz. Lâkin hatalarıyla yüzleşmekten ve onları aşmaktan da asla kaçınmaz.
Makro düzeyde ve “görünen” âlem anlamında toplum, bir bütünlük olarak algılansa da monolitik, tek bir gövde veya kalıp değildir. Esasında “görünmeyen” ve mikro âlem olarak benzetebileceğimiz her bir birey, taşıdığı farklı olasılıkların belirlenemeyen dinamikler içermesi açısından, topluma ve toplumsal tarihe yön ve akış veren, hızlandıran veya yavaşlatan, parçalayan veya birleştiren esas güç ve enerji kaynağı olarak sürekli bir biçimde bu gövdeyi şekillendirir. Bu şekillendirme, zaman olarak sadece ŞİMDİ’lik içerir. Bir an için görünen bir âlemdir, çünkü sürekli değişime açıktır ve görünüşü sürekli değişir. Belirlilik, sadece şimdi içindedir. Bu şimdi’lik, geçmişi aşan ve geleceği şimdi içinde şekillendiren esas dinamik güçtür.
“Görünmeyen” âlemin kuralları ile “görünen” âlemin kuralları, bireyden topluma bir bütünlük arz etmelidir. Makro düzeyde toplumsal bütünleşme zamanı, bize çok daha görünür ve kesintisiz bir zaman dilimi gibi gözükür. Lâkin her bir insanda somutlaşan mikro dünyadaki belirsizliği besleyen olasılıklar, çok daha kısa bir an/zaman içerdiği için bize geçici ve önemsiz bir ayrıntı ve ayrıksı/istisnai bir durum gibi gözükse de, hayata canlılık, renklilik, hız ve konum veren esas dinamikler bunlardır. Toplumsal/makro ve bireysel/mikro zamanın kalıcılığı ve geçiciliği, toplumdaki değişimin bireyden hareketle bakî olması ölçüsünde, bir anlam ve boyut kazanır ve sadece bireyden/mikro düzeyden hareketle, toplum anlaşılır bir hâl alır.
Doğanın ahlâkını inkâr ve imha ederek, toplumu tekçi bir zihinde bütünleştirip, bir kalıba sıkıştırmak isteyen ve toplumdaki bireylerden/mikro âlemden hareketle açılan farklılaşma dinamiklerini baskı altına alıp örten, zora dayalı hiyerarşi eksenli zalim devletleşmelerdir. Doğanın ahlâkı ile uyumlu, özgür bireylerden hareketle toplumdaki farlılaşmalara açık, gönüllü hiyerarşiye dayanan, dayanışmacı ve ortaklaşmacı toplumlarsa, adalet eksenli devletleşmeyi temel alan toplumlardır. İlkinde devlet hegemonyası toplumun üstüne çökmüş, diğerinde devlet, toplumun sade bir hizmet aracına indirgenmiştir. İlki devlet, diğeri toplum eksenlidir.
Birey ve toplum veya mikro ve makro arasında, bir bütünlük ve birbirini tamamlama halkaları kurulamazsa; toplumsal yarılma, ötekileştirme ve yabancılaşmalar, yanılgı ve riyâkarlıklar güçlenir, toplumsal hayat bir kara delik gibi kendi içine çöker. Ahlâksızlık, umursamama, kendini yalıtma, hayatın merkezine kendini alma, bencilleşme kurtçukları, bireyden/mikro düzeyden topluma/makro düzeye yayılır. Sanal bir geçmişte ya da beyhude bir gelecekte yaşanır. Sonuçta bu dramatik karşı-devrimci çöküş, toplumsal gerçekleri örten ve görünenleri zorla görünmez hale getiren,makro/kitlesel bir çöküştür. Bütün makro çöküşler, mikro/bireysel çöküş ve yanılgılardan güç ve destek alır. Bu anlamda insanın; değişimi ve özgürleşmeyi, iradeleşme ve adaletle buluşmayı, öncelikle kendinden başlatması gereklidir.
Bireylerin toplumu farklılaştırma dinamikleri; artı ve eksi yükler veya farklı yoğunluklar içeren değişik dinamikler olsa da, bu dinamikler mikro âlemde farklılaşmaya açık kısmi bir bütün olarak ele alınmaktadır. Sınıfsal, dinsel, etnik, cins ve çevre eksenli vb. farklılaşmalar, toplumsal tarihe yön veren bir bütünlük arz ederler. Lâkin hangisinin tarihte ne oranda etkin olacağına, mikro farklılık dinamiklerinin birleşimi yön verir. Örneğin tüccar ve zanaatkârlar, askerler ve yargıçlar, ruhbanlar ve sanatçıların her biri, birçok tarihsel dönemde var olsa da, birleşim ve ittifakları, taktik ve stratejileri her dönemde kısmi veya temel farklılıklar içerir. Tüccarların bankalar kurarak burjuvalaşmaya başlamaları, zanaatkârların teknik becerileri ile toplumda ayrıcalık kazanmaları, çok uzun bir tarihsel süreçte derinlik kazanmıştır. Emek güçlerinin birleşimi de kendi içinde bir bütün olsa da kısmi farklılıklar içermektedir. Her bir dinamiğin tarihsel sürece katkısı, program ve talepleri farklı olmakta ve süreci, kimi zaman itip tetikleyen, kimi zaman geri çekip köstekleyen bir içerik kazanmaktadır. Zalimlerin safında yer alan ezilenlerin, mazlumları katletmesi, tarihte çok rastlanan bir olgudur. Kitleler, tarihte her zaman devrimci rol oynamadıkları gibi, her zaman gerici bir rol de oynamazlar. Tarihe bütüncü, total yaklaşımlar, kuantum tarih ve toplum felsefesine uymamaktadır.
Aydın Mutlu Dinçoğul