Bu makalede inanç üzerinde duracağız.
İnanç nedir?
İnanç dediğimiz şeyin iman ile bir farkı var mıdır?
İnanmak diye Türkçe’de ifade ettiğimiz kavram esasında ne anlama gelmektedir?
Birine inanmak, bir şeye inanmak, ona güvenmek, ona bağlanmak neyi ifade etmektedir?
Bunlar dini dünyanın en temel kavramları arasında yer alır. Hatta din yerine ve Allah yerine kullanılır. Mesela birisine ‘’Dine inanıyor musun, bir dinin var mı?’’ soruları yerine, ‘’İnancın var mı?’’ diye sorulur. İnançlıyım veya inançsızım diye cevap verilir. İnanç bir dünyayı ifade etmek için de kullanılır. İnanç dünyası, inanç kesimleri, inanç grupları denilir. İnanç kavramı bu çerçevede kullanılıyor ama bu kavramın Kur’an’da kullanıldığı şekli imandır. İman etmek, Allah’a iman etmek, Peygambere iman etmek, inanmak, inananlar şeklinde. Bir kimse bir şeye veya bir kimseye ‘’sana inandım’’ dediği zaman, gerçekte ne demiş oluyor? Sana inandım, sana güvendim, senin yanlış yapmayacağına, beni kandırmayacağına, aldatmayacağına güvendim. Oysa sen bana yanlış yaptın, beni aldattın, kandırdın, yalan söyledin, vefasız oldun, sadakat göstermedin. Oysa ben sana inanmıştım, çok inanmıştım deriz.
Dolayısıyla inanmak esasında hayatın temel bir kavramı. Hatta bütün hikayeler, öyküler, romanlar, filmler hep bunun üzerine kuruludur. ‘’Oysa sana çok inanmıştım, beni aldattın’’ sözleri hemen hemen bütün aşk filmlerinin en temel repliğidir. Beni aldattın, beni kandırdın, güvenimi sarstın, gibi ifadeler kullanılır. İşte inanmak dediğimiz şey böyle bir şeydir.
Acaba Allah’a inanmak dediğiniz zaman bu, Allah diye bir kavrama inanmak mıdır? Görünmeyen fakat olduğu varsayılan Allah adlı bir varlığa, onun var olduğuna yok olmadığına inanmak mıdır? ‘’Allah’a inanıyor musun?’’ diye sorulduğu zaman, evet inanıyorum veya inanmıyorum denildiğinde inandığın veya inanmadığın belli olmuş oluyor mu? Yani Allah’a inanmak, Allah’a inanmak mıdır? Yoksa başka bir şeye inanmanın, başka bir şeyi ifade etmenin, yerine getirmenin, uygulamanın başka bir tavrı duruşu sergilemenin adı mıdır? Tabi ki ikincisidir. Şöyle söyleyebiliriz; Allah’a inanmak, ‘’Allah’’ adlı kelimeye inanmak değildir. Allah’a inanmak, Allah adlı bir varlığın olduğuna inanıyor olmak, onunla ilgili kalbinde bir his taşıyor olmak da değildir. Allah’a inanmak, tıpkı aramızda kullanıldığı gibidir, tıpkı o filmlerde geçtiği gibidir. ‘’Sana inanıyorum, sana güveniyorum.’’ Neyine inanıyorsun? Yalan söylemeyeceğine, aldatmayacağına, kandırmayacağına, yalnız bırakmayacağına, bırakıp başkasına gitmeyeceğine, vefalı olacağına, sadakat göstereceğine inanmak demektir. İnanmanın içini bu kavramlarla dolduruyoruz.
“İnanç” dediğimiz şey, sadece Allah adlı kelimeye bir his taşımak, onun varlığı konusunda bir his taşımak olduğu zaman bu ‘’inanç’’ oluyor. Ama içine vefa, sadakat, yalansızlık, doğruluk, ondan şaşmama, başkasına gitmeme, sadece onunla beraber olma ve buna söz verme ve bu sözün arkasında durma olduğu zaman işte bu ‘’iman’’ oluyor. İman ile inanç arasında böyle bir fark var. İnanç, bir şeyin var olduğuna inanmak var olduğuna dair içimizde görünmeyen bir his taşımak demektir. İman ise, bir şeyin var olduğuna değil, onun doğruluğuna, dürüstlüğüne, sadakatine, vefasına, bizi yalnız bırakmayacağına, bizimle birlikte olacağına dair bir iman taşımak anlamına geliyor.
Bunu dini literatürle söyleyecek olursak, iman amelden bir cüzdür. Kelamda böyle tartışılır ama ben kelami bir dil kullanmaktan ziyade yaşayan Türkçe ile herkesin anlayacağı bir şekilde anlatmaya çalışıyorum. İlahiyatın kelam dilini mümkün mertebe kullanmamaya çalışıyorum. Fakat ilahiyat, kelam ilimlerinde bu, ‘’İman amelden bir cüz müdür, değil midir?’’ tartışması şeklinde geçer. Bu şu demektir: İmanın yalan söylememekle, vefalı olmakla, sözünde durmakla, sadakat göstermekle, doğruyu konuşmakla bağlantısı var mıdır, yok mudur? İman dediğimiz şey bunlardan ayrı bir şey midir, yoksa bunlarla beraber olduğu zaman mı bir anlamı vardır? Tabii ki bunlarla beraber olduğu zaman bir anlamı vardır. İşte buna, imanın amelden bir cüz olması, yani iman-amel birlikteliği diyoruz. Allah’a inanmak, bir şeyi yapmak etmek eylemekten ayrı bir şey değildir. Mesela Kur’an-ı Kerim’de şöyle ayetler geçer; ‘’Ellezîne âmenû ve amilû’s-sâlihâti’’… İman edenler ve salih ameller işleyenler diye çevrilir. Bunun tam doğrusu şu şekildedir: İman edenler yani salih amel işleyenler. Peki salih amel nedir? Doğruluk, dürüstlük yalansızlık, vefa, sadakat vb. demektir. Bunlar olmadan kişinin iman iddiası boştur.
Mesela, siz birisini sevdiğinizi söylüyorsunuz, sana aşığım, sen benim her şeyimsin diyorsunuz ama ona yalan söylüyorsunuz, kandırıyorsunuz, aldatıyorsunuz, vefasızlık, nankörlük yapıyorsunuz, sözünüzde durmuyorsunuz ve hala ona karşı bir sevgi beslediğinizi ona inandığınızı söylüyorsunuz. Bunun içi boştur ve bu yalandır. Allah’a inanmak ta aynen böyledir. Eğer Allah’a inandığını söylüyorsa bir insan; Allah’ın yapın dedikleri var, yapmayın dedikleri var. Allah diyor ki; öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, iftira atmayacaksın, yalan söylemeyeceksin, kandırmayacaksın, aldatmayacaksın, nankör davranmayacaksın, sözünün arkasında duracaksın, vefalı olacaksın. İnsanlar ihtiyaç içerisindeyken mal, para, servet biriktirmeyeceksin, elindekini başkasıyla paylaşacaksın, bölüşeceksin, kimsenin hakkını yemeyeceksin, alnının teriyle geçineceksin, emeğinle yaşayacaksın. Eğer bunları yapıyorsanız Allah’a inanıyorsunuz demektir. Bunları yapmıyorsanız, münkir yani Allah’ı inkar eden birisi olduğunuz anlamına gelir.
Şu halde Allah’a inanmak veya O’nu inkar etmek, ben Allah’a inandım veya inkar ediyorum demekle olmuyor. Yani dil ile olmuyor. İçimizi de yarıp kimse bakmıyor, bunu görmek de mümkün değil. O halde Allah’a inanmak, davranışlarla ortaya çıkan bir şeydir. Kişinin Allah’a inanıp inanmadığını anlamak için davranışlarına bakmalıyız. Tıpkı birisinin diğerini sevip sevmediğini, ona inanıp inanmadığını anlamak için lafına değil, –kalbini yarıp içine bakmamız da imkansız olduğu için– sözlerine cafcaflı ifadelerine de değil; davranışlarına bakmamız gerektiği gibi… Eğer sen beni seviyorsan şunları şunları şunları yaparsın. Madem ki bunları yapmıyorsun sende, sevgi inanma güvenme yok demektir. Bu kadar açık, bu kadar basit. Öykülerin, hikayelerin, filmlerin, romanların konusu hep bunun etrafında dönmüyor mu? Acaba beni seviyor mu? Acaba beni kandırdı mı? Acaba bana doğru mu söylüyor, ona güvenmeli miyim, yoksa güvenmemeli miyim? Hayatın bütün mevzusu bu. O zaman inanmak çok temel bir kavramdır ve birine inanmak çok güzel bir şeydir. İnanan birisini aldatmamak, hayal kırıklığına uğratmamak, inancı için, inandığı şey için kavga vermek, hem yaşamın hem de sağlam ilişkilerin temel kuralıdır. Mesela, birisi diğerine aşık oluyor. Aşık olduğu kişi cezaevine atılıyor ve müebbet hapis alıyor. O hangi cezaevine giderse, onu seven kişi onunla aynı şehirde yaşayacağım diye, cezaevinin karşısında bir ev tutuyor orada yaşıyor. Haftada bir gün görüş gününe gidiyor. Böyle böyle otuz şehirde, otuz cezaevi değiştiriyor. Sevdiği de cezaevlerinin karşısında olmak için otuz tane ev değiştiriyor. Birine inanmak böyle bir şeydir. Hiçbir ümidi olmadığı, müebbet hapis aldığı, çıkma ihtimali de olmadığı ve sevdiği kişi cezaevinde ölüp gittiği halde, sevdiğinin peşinden hiç ayrılmıyor ve o nereye giderse o da onu takip ediyor. İnandığın zaman güvenirsin, güvendiğin zaman nankörlük yapmazsın, nankörlük yapmazsan vefalı olursun, vefalı olduğun zaman sadakat gösterirsin, bunların hepsi birbirinin içinden çıkar.
Muhammed Peygamber Mekke’den Medine’ye geldiğinde bir küçük odunun üzerine çıkıyor ve orada insanlara bir konuşma yapıyor. O konuşması meşhurdur. Orada insanlara diyor ki, aynı zamanda bütün bir Medine’deki toplumu bu cümleler üzerine kuruyor. Hatta Medine üzerinden tüm dünyaya yayılan İslam medeniyetini de bu cümleler üzerine kurmaya çalışmış oluyor. O konuşmada geçen cümleler şunlardır: İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmek istiyorsanız, aranızda selamı yayınız.
Bakın inanmakla ilgili birkaç kavramı birbirine bağlıyor, birbirinin içine geçiriyor. İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Yani birbirinize inanmadıkça, güvenmedikçe, sevmedikçe, dost olmadıkça birbirinize karşı yalansız, açık, dürüst, sadakat, vefa üzere olmadıkça bulunduğunuz yeri cennete çeviremezsiniz. Eğer bulunduğunuz yeri cennete çevirmek istiyorsanız, önce birbirinize inanın, güvenin, dayanın, dost olun, vefalı dostlar olun, birbirinizi sevin diyor. Eğer bu değerlerin aranızda yaşamasını istiyorsanız aranızda da selamı yayın diyor. ‘’Aranızda selamı yayın’’ demek; birbirinize bol bol selamün aleyküm, merhaba, günaydın diye selam vermek değildir. Bu işin şeklidir. Birbirinizin derdiyle dertlenin demektir. Selam vermek nasılsın diye sormak demektir. Aç mısın tok musun? Bir ihtiyacın var mı? diye sormak demektir. Selamın anlamı budur. Eğer bu şekilde birbirimize selam verirseniz yani birbirimizin derdi ile ilgilenir, meselesi ile hemhal olursanız, yardımlaşma, dayanışma, destekleşme içerisinde olursanız aranızda sevgi yayılır. Birbirinizi severseniz dost olursunuz. Dost olursanız vefalı olursunuz. Vefalı olursanız sadakat gösterirsiniz. Sadakat gösterirseniz birbirinize güvenirsiniz. Birbirinize güvendiğiniz zamanda birbirinize inanırsınız. İnanınca da bütün bu değerler aranızda ete kemiğe bürünmüş olacağından içinde yaşadığınız şehir, ev, işyeri, mahalle ve toplum ve giderek dünya cennetten bir köşeye dönüşür…