Güncel terminolojinin bulanıklığını tarihsel gelişimin süzgecinden geçirirsek, bugünlerde “mahalle” diye tabir edilen güya sosyolojik kavram tortusunu, “cemaat” olarak billurlaştırabilir; tanımlayabiliriz. Üstelik daha da doğru olur ama yetmez.
Mahalle, mekânsal bir homojenliği karşılamaya yönelik, güncel-kapitalist bozuntusu kentlilik ampirisizmi içinde tekabüliyeti olmayan eskide kalmış karikatür bir mikro coğrafya kavramı iken, cemaat, Tönnies’ten beri neredeyse, sosyolojinin içinde bulunabilen ilkel ilişkileri çok geniş açıklama gücünü içinde barındıran bir anlam düzlemine sahiptir. Etimolojik olarak, sosyolojik karşıtı olan cemiyet’ten de oldukça önemli bir biçimde ayrışmıştır. Kifayetsiz. Çünkü zıttına dönüşür. (Bkz: Ali Bayramoğlu’nun yukarıdaki alıntıdaki tespiti)
Cemaat, toplanmışlığın çoğulu iken, cemiyet toplulaştırma, yani zorlama ile üstten alta bir araya gelmeyi ifade eder. Hoş cemaat de, ilk oluşum aşamasında alttan üste bir gidişat sergilerken, kuruluşunun tekamülü ile üstten alta bir emir komuta zinciri içine girerek, cemiyet haline gelir. Biri formel, diğeri informel demek yetmez; ikisi de ikisi değildir. Modernizmden kaçış, global modernite dışında yaşamak olanaksızdır (Bkz: Arif Dirlik). Bugün medyatik literatürde “cemaat” diye özel bir gruba atfedilen tüm görüngüler aslında cemiyet şeklindeki mekanizmalara sahip birer yapısal olgulardır. Herhangi bir cemaat de mutlaka cemiyetleşir. Bir zamanlar sosyal olguyu açıklamak için oluşturulan bilimsel literatürde hayli revaçta olan “modernizasyon kuramları” kapitalist örüntüler eşliğinde geleneksel toplumdan modern topluma geçişin kaçınılmazlığını vurgularken bu içinde yaşadığımız durumu adeta kırk yıl önce vurgulamaktaydı. Tarihin bize oynadığı bir oyun veya ironi midir bilemem ama, iletişim bilimlerinde sıklıkla kullanılan “kanaat önderleri”, “iki basamaklı akış” gibi teorik modernizasyon açıklamalarını ve kavramlarını Ankara-Balgat Köyü’nde yaptığı araştırmalarla Daniel Lerner, bizim bu topraklarda bulmuş; geliştirmiştir (Bkz: The Passing of Traditional Soceity).Tarih Hegel’in çizdiği yapısal analiz içinde gelenekselden (cemaatten) moderne (cemiyete) devinimi sürdürmektedir.
Türkiye’de iki cemaat vardır. Biri dinci, kapitalist, modernist cemaat; diğeri laikçi, kapitalist, modernist cemaat. Her ikisi de modern anlamda artık birer cemiyettirler. Fakat biz bunlara güncel açıklamaya uymak için cemaat diyeduralım. Bu iki cemaatin etrafına kümelenen gruplar, Türkiye’nin politik sosyolojisini inşa ederler; oysa Türkiye’nin politik ekonomisi çok farklıdır. Mesele, mahalle’den başlayan cemaatte sonlanan sosyo-politik yerine, tarihi ve günceli, sınıftan başlayan, modern toplumda noktalanan ekonomi politik olarak okumaktır.
Sadece arasında dinci-laikçi vurgusundan başka hiç bir fark olmayan bu iki cemaat, bu yaşadığımız toprakların tarihsel egemen sınıfların temsilcileri olarak birbiriyle hep kıyasıya mücadele etmişlerdir. Ne için? Din iman, yaşam tarzı ve giyim kuşam için mi? Yoksa bunlar sadece birer görüntü müdürler, şu sıralarda neo-sosyologlarımız tarafından tarihin motoru haline getirilmişlerdir? Soruya cevap vermek zor: Bu mücadeleye Marx’ın tabiriyle saf “sınıf savaşı” demek ve içinde yaşadığımız tarihin bu savaşım sonucunda oluştuğunu söylemek olanaksızdır. Bu mücadeleye “sınıf dışı” bakmak da mümkün değildir. Her iki cemaat de, iktidarı ele geçirme süreci içinde, dışarıya eklemlenerek, bu toprakların oluşum dinamiğini belirlemektedirler. İşin bir de sadece iç sınıfsal konumu değil, dış emperyalist eklemlenme, global modernite süreci vardır. Şimdilerde, “mahalle” diye ayrımlaştırılan cemaatlere bu anlamda komparador oligarşik fraksiyon veya “fırka” demek daha doğrudur. Bu tanımladığım her iki cemaat ya da fırka (fraksiyon) arasındaki çok yoğun bir geçişim-osmosis dizgesi vardır. Bir de tabii bu cemaatler kendi içlerinde de homojen değillerdir. Sosyolojik olarak, heterojen bir osmosis içindedirler. Ben bunu çoğu durumda sembiotik ilişki olarak tanımlamış bulunuyorum. Tarihsel, sosyolojik ve politik, biri birine asalak olarak yaşayan iki cemaatten söz ediyoruz demektir bu.
Şemseddin Günaltay hangi cemaattendir sorusunu sorarak bu geçişim-osmosis problematiğinin oldukça belirli bir örneğini vermek mümkündür. Ya da Celal Bayar, hangi cemaatin adamıdır sorusu bizi şapşallaştırabilir, curufatın diliyle söylersek, “ezberimizi bozabilir.” Hatta İttihat Terakki’nin (İT) kurucularından Ahmet Rıza’nın veya İbrahim Temo’nun Osmanlı doğulu despot-feodal sultanına karşı Avrupa merkezci modernizmlerinin liberal ve piyasacı ekonomiyle vücut bulan önermeleri ile Cumhuriyet’in AP-ANAP-DYP-AKP çizgisinin koşutluğu çok açıktır. Kazım Karabekir’in ağabeyi ile birlikte kurucusu olduğu (Terakki ve İttihat) İttihat Terakki’ye mi ait olduğu yoksa şu günlerde İT’çi bilinen CHP yerine, DP kadrolarına intisap ederken, nasıl bir kişilik dönüşümüne uğrayıp uğramadığını kim sorgulamaktadır? İT’çi ve DP’ci mümin Kazım Zeyrek (Karabekir) anılarında böyle bir dönüşüm yaşamadığını söylemektedir, zaten de iddia etmek ampirik olarak çok zordur. İT’çi liberal-kapitalist kişiler çoğaltılabilir; çoğalttıkça da tarihimiz bugün MEME’nin anlattığının tersine kafamızı karıştırabilir. İlk akla gelen de Said-i Nursi’nin Selanik’te İT’çilerle bir aradalığı, neden oldukça müphem bırakılır, genç Said ile olgun Said arasında oluşturulan yapay bir ayırımla, pek anlaşılabilir değildir. Bunun tersi de doğrudur. Dinci Erbakan, İT’in tarihsel yoluna neredeyse karşı, millici ve AB karşıtıdır ve genel bir Müslüman emperyalizminden yanadır. Çin’den İran’dan, M8’den (ve Libya’dan) yana olmakla hangi cemattendir CHP ile koalisyon ortağı, 28 Şubat mağduru “şeriatçı” Erbakan?
Cemaatlerden dincisi bugün kendini İttihat Terakki-İT karşıtı; liberal; piyasa ekonomisinden yana ve globalist AB-D taraftarı ve küçülen devlet olarak konumluyor. Devlete değil, millete yaslanmanın faziletlerinden bahsediyor. Sanki devlet olmadı mı millet varolabilirmiş gibi. Bu arada da o küçümsediği ve küçültmeye çalıştığı devleti ele geçirmeye uğraşıyor. Oysa tarihi doğru okuyan bir yaklaşım bu konumlamanın İttihat Terakki’nin temel felsefesi olduğunu; Ahmet Rıza’dan (İT’in kurucusu) beri değişmediğini, arada yalpalamalar veya kristalizasyonlar da bulunsa (Prens Sabahattin veya İT karşıtı görünen DP gibi) Batıcı, Jakoben, liberalizmden ve onun piyasacı ekonomisinden yana, globalist ve kapitalist bir dışa bağımlılığı İslamcı yolda götüren DP-AP-(“MNP”)-ANAP-(DYP)-AKP çigisi olduğu çok açıktır. Yani millete rağmen millet için yapılanlardan oluşan bir ekonomi politik çizgisidir bu. Diğeri ise biraz planlamacı ve karma ekonomici olmakla birlikte, o da AB’ci ve NATO’cu, özelleştirmeden yana, kendini dindışı değil ama laik olarak konumlandıran, dincilikte İT’çilikle yarışan ve ne yazık ki, yanlış bir konatasyonla İT’çi tabiriyle anlatılan ve Jakoben olarak ve sanki bunun karşıtı anti-liberallikmiş gibi konumlanan CHF/P-GP-HP-SODEP-SHP-(“MHP”)-DYP-CHP çizgisidir. Bu çizgi operasyonel-bürokratik olarak devletle özdeşleşen kadrolara dinci cemaatin sahipliğine karşı, sadece laik silahlı kuvvetlerle işi yürütmeye çalışıyor.
Rahmetle analım mı İdris Küçükömer’i; bütün bunları bize yanlış öğreten üstadı? Hafıza tazelemek için, ne diyordu üstad? Sol sağdır (CHP); sağ soldur (DP). İT’i takip ederseniz bu yola çıkmaz mısınız? Öyle ya, üstten alta, jakoben bir liberalizm, devlette odaklanan yapı “sağ” değil mi? İT’çi DP de bu türlüydü. Ya da, üstten alta özelleştirmeden yana, kapitalist bozuntusu sosyal devlet ve popülizm “sağ” değil midir? CHP böyle değil miydi? Peki, solcunun sağcı olmasıyla özetlenen Küçükömer’ci tarih okumasını biz “sağ” ve “sağ” ile açıklayamaz mıyız? Her iki damar da sağ-kapitalist ve modernist-pozitivisttir. Bugünlerde her iki cemaat de neo-liberal politikaları daha “iyi” uygulayacakları üzerinde yarışmaktadırlar.
Şu veciz ifadeyi özetlemek için kullanabiliriz: Yok birbirlerinden farkı, ikisi de kapitalist-oligarşik mandacı. Demek ki, egemen sınıfların temsilcilerinin kendi aralarındaki (iki cemaat) kavgası tarihi yapıyor yapmasına da, açıklamaya yetmiyor çünkü bu tarih, mazlumlar tarih yapmasınlar diye yapılıyor.
Bu iki karşıt cemaatin aslında kronolojik ve ideolojik soy kütüğü aynı kişilerden ve olguların toplamından ibarettir. İT’çiliği kişi temelinde bugüne getirirseniz, karşınıza Şemsettin Günaltay ekolünün türlü varyasyonları çıkar. Bu varyasyonlardaki tek fark din olgusuna bir egemenlik ideolojisi olarak genel eylem planında ne kadar yer verildiği ile ilgilidir. Türkiye Cumhuriyeti tarihi, II. Mahmut’tan bu yana yazılacaksa, özeti budur. (Burada 1919-1939 yıllarını istisna tutmak gerekiyor. Laikçi cemaatin yanlış yazıp yaydığı, dinci cemaatin yanlış bilip aktardığı üzere, bu yılların tarihi neredeyse laikçi-dinci çatışmanın ideolojik zeminini oluşturuyor. Bu konudaki görüşlerim için kitaplarıma veya önceki yazılarıma bkz.)
Tabii bu aşamada her iki cemaatte farklı olmayanları sıralarken, ekonomi-politik benzerlik; dinsel istismar benzerliği; devlete abanma ve/veya özel hale getirme ile (karma ekonomiden neo-liberalizme) bezerlik, velhasıl yönetme ve gütme mekanizmaları ile oluşan benzerlik vurgulanabilir de, her iki cemaatin terminolojik olarak farklı ama niteleme olarak aynı olan halk/millet kitlesine yaslanma ve bu kitleyi istismar (sömürme) gaye ve yollarına ayrı bir önem atfetme gereği duymak oldukça fazla elzem olabilir.
Bu iki cemaattin sadece söyleminde yer alan değil, bizzat oy veya katılım türünden desteklerle somut hale gelen halk/millet ayırımının ekonomi politik analizine gelir dayanır iş. Yani, iktidar, seyis-ân gütme ve yönetme amacının benzerliklerden kaynaklanan ve sadece söylemde barizleşen (dinci-laikçi olarak) yapay farklılaşmanın peçesini kaldırmak önemlidir.
İki ay(n)(r)ı cemaat, bu kitleyi (halk veya milleti) istismaren varlık bulmaktadır. Zaten sınıf analizi de bu şekildedir; “burada anlatılan senin hikâyendir.”
Oysa bu istismaren güdülen kitle, deyim yerindedir, çalışanlar kitlesidir ve biz buna işçi sınıfı (ya da emekçi sınıfı) deriz.
Yani mahalle, cemaat olarak göstergelediği örtük ve gizlenmiş durumunu faş etmesin diye uydurulan coğrafi bir sosyoloji olarak deşifre edilmedilir: Mahalle falan yoktur; zaten açıkça da iddia edebiliriz, ekonomi politik dışında hiç olmamıştır. İşçi-emekçi mahalleleri vardır; patron-burjuva mahalleleri vardır; mülklü-mülksüz mahalleleri vardır. Bu ayırımlar dışında mahalle hiç olmamıştır. Homojen bir mahalle sadece ideal bir nostaljidir (Yahudi mahallesi de Müslüman mahallesi de, oldukları zannedilen anda bile nostaljidir). Homojen ve farklı sınıf (halk/millet) çıkarını temsil eden cemaat de uydurma bir kavramdır; sadece sosyolojik bir yapıntı ve ideadır. Yukarıda değindim, cemiyete dönüşmeyen cemaat yoktur.
İşin özü sınıftır. Mülkiyet üzerinden, üretim araçlarının mülkiyetine sahiplik veya sadece bir üretim aracı olmakla değişen kişi konumlarının toplu tanımları vardır. Bunlar ayrıca, mahalle veya cemaat gibi soyutlamalar değil, devrimler yapacak kadar, 1868’de 1 Mayıs’ında kurşuna dizilecek, Paris Komünü’nde barikatlarda yok edilecek, Kışlık Sarayı ele geçirip mahzenindeki pahallı şarap şişelerini kıracak, uzun bir yürüyüşten sonra Çin devrimini ele geçirecek kadar güçlü somutluklardır. Ebu Zer’den Karamatilere de, Hasan Sabah’tan, Mahabbat Cumhuriyeti’ne kadar da örnekleyebilirsiniz.
İdris Küçükömer’i yine rahmetle anarak, yeni tarihsel ve sosyolojik şemamızı bu nedenlerle şöyle çizebiliriz: İktidar iki cemaatin kavgası arasında bir gel gite sahne olmuştur II. Mahmut’tan bu yana. Nerede? Burada. Dinci cemaat gizil ve gizli bir güç olarak hep iktidardadır. Laik cemaat ise 1908’den bu yana hep iktidarda görüntülenmiştir, dinci cemaatle paslaşarak ve paylaşarak. Dinci cemaat bazen ırksal bir yan tema ile, bazense doğrudan İslam Sünniliğinin Emevi yorumuyla, hep devletin içinde ve yanındadır. Bu iki cemaat bazen kanlı kavgalarla çatışmakta, bazen sembiotikliğin zorunluluğunda dayanışma içindedirler. Paylaşılan pasta büyürse, çatışma keskinleşir; küçülünce de biri birine asalaklaşır. Halk/millet ise hep payanda, hep güdülen, hep sömürülendir. Yani sol ve sağ, iktidar için tepişenler çerçevesinde ve etrafında değil, bu iki cemaat ile halk arasında farklılaşan bir ideolojik somutluktur yaşanan; gerisi soyutlama. Sağcıysanız kapitalist dinci-laikçi cemattensinizdir ya da içindeki bir fraksiyona aitsinizdir. Solcuysanız bu iki cemaatin sıralı olarak tahakküm altına aldığı halk/millet’ten yanasınızdır.
Görüntüye bakmayın, zahiri ile batini arasındaki ince çizgi sizi medya yorumcusu yapmasın. Medyayı dikkate bile almayın. İki cemaat de aynı; ya onlardan yanasınız, ya da halk’tan ve millet’ten. Çalışandan, mülksüzden ve emek sarf eden ve karşılığını alamayandan.
Somut güncel bir kanıt mı istiyorsunuz, en başta yer verdiğim alıntıdaki cemaat yandaşı Ali Bayramoğlu’nun tespitinin yanı sıra: 12 Eylül’ün işkencecisi, 28 Şubat’ın mağduru Hanefi Avcı hangi mahallede ikamet eder, hangi cemaattendir? Biliyor musunuz?