Uzun zamandır Kürdistan’da sızlayıp duran ama gündemler içinde kaybolup giden ve sesi çok duyulmayan bir mesele: Örgüte son zamanlarda katılan çocuklar meselesi.
İsim ve resim kullanmam konusunda rıza gösterse de kendisinden E. diye bahsedeceğim.
Zira, belli çevreler tarafından “hain, devletçi, itirafçı” diye konuşacak olan ağızlara şimdiden kendisini malzeme etmek istemiyorum.
Canlı bir örnek olması ve mağdur ailelerden biri olması açısından benim de duruşuna, sözüne güvendiğim civan-ı mert bir insandır E.
Daha şimdiden sosyal medyada ve sağda solda tartışmalar başladı.
PKK’ye katılan, kimi giden, kimi yönlendirilen, kimi ikna edilen çocukların, gençlerin ailelerine şimdiden “hain-devletçi-bugüne kadar susup bugün akp’nin ağzı ile konuşan” davayı satmış şüpheli insanlar gözüyle bakılmaya başlandı bile…
Fırsatçı karşıt çevreler de sanki aileler çok umurlarındaymış gibi mal bulmuş mağribi edasıyla atlıyorlar meselenin üzerine. Aileleri ve çocukları çok düşünmedikleri ortada…
Cezaevlerinde küçücük çocukların nasıl tecavüze uğradıklarını, nasıl çürümeye bırakıldıklarını, onlar için hiçbir şey yapmadıkları da ortada…
GÜCÜ OLAN ÇOCUĞUNU ALABİLİYOR. YA OLMAYANLAR…?
Gücü olanlar ve cebinde parası olanlar çocuklarını bulup getirebiliyorken; çocuklarını alabilecek güce ve imkana sahip olmadıkları için BDP belediyelerinden ve STK’lardan yardım talep etmek durumunda kaldığı için Kürdistan’daki belli kesimler ve ağızlar tarafından ortalığı karıştırmakla suçlanan aileler, şunu soruyor:
*“Gücü olan, parası olan aileler çocuklarını geri getirtince kimse ihanetle suçlamıyor da
BDP belediyelerinin önünde seslerini duyurmaya çalışan aileler niçin hain oluyor?”
*“ Bir çok eylem, oturma eylemleri, bekleyişler demokratik hak talebi olurken
bu ailelerin talepleri ve çığlıkları niçin “AKP’nin kullandığı, provoke edip, kandırdığı” aileler olarak mahkum ediliyor?
*“Devlete karşı ‘demokratik hakların kullanımı meşru oluyorken, başka bir muhatap mercii olan BDP önündeki hak talepleri niçin ‘hainlik’ olarak yaftalanıyor?”
Sorular bu şekilde geliyor, canı yananlar ve tanıklar tarafından…
-“Akp Kürdistan’ı karıştırmak ve barış sürecini provoke etmek için aileleri kullanıyor” diyenler ile
-“PKK çocuk kaçırıyor. Terör yine iş başında” diyenler arasında, kötülük ailelerin mağduriyeti üzerinden kendisini güncellemekte…
Burada elbette bahsettiğim kötülüğün taraflarını, çocuk güzellemesi üzerinden eşitlemiyorum.
Devlet, barış sürecindeki atıyormuş gibi görünüp atmadığı adımları ile Kürdistan’daki mücadelenin siyasi, sivil ve askeri kanatlarının adımlarını bir tutmuyorum…
Öncelikle bizzat devletin kendisinden kaynaklanan çocuk katliamları, çocuk sömürüsü ve çocuk mağduriyetleri orta yerde dururken; hiçbir şey olmamış gibi son dönemdeki mağdur aileler ve çocuklar meselesini devletin kendine yontması ve istismar etmesine karşı bir dikkat ve itiraz elzemdir!
Lakin, Kürt halkının yoksul çocuklarının omzunda süren savaşın piyasasında güç devşirmiş, zenginleşmiş çevrelerin AKP politikalarını ve tezgahını bahane etmeleri ile yetinmemiz ve Kürdistan’daki ailelerin mağduriyetini, çocuklarını isteme haklarını görmezden gelmemiz mümkün değil.
ARKADAŞIM E. VE ANLATTIKLARI
Yurtsever gelenekten gelen arkadaşım E. İslam’ı ve sosyalizmi ezilenlerin gözünden okuyan, Kapitalizm’e ve Abdestli Kapitalizm’e prim vermeyen bir insan.
Kürdistan’daki ve dünyadaki yoksulların, ezilenlerin, mücadele verenlerin meselelerine Sol ne diyor, nerede duruyor; İslam ne diyor ve Müslümanlar nerede duruyor diye kafa yormakta, takip etmekte, ilgilenmekte olan bir arkadaşımdır.
Yani birilerinin ilk elden yönelttikleri: “AKP tarafından kandırılarak, provoke edilmiş.” İthamının altında kalmayacak kadar farkındalığı olan bir insan.
Kendisi 2008 yılı Van (Yüzüncü Yıl) üniversitesi mezunlarından…
Kendisinden ve o dönemi bilen başkalarından dinlediğim kadarı ile 2000’li yıllarda Van üniversitesinde “olaylara katılmadan” okumak öyle zor ki.
Çok sayıda öğrenci PKK’ye katılıyor.
Askerin, üniversitenin kampüsüne karargah kurduğu zamanlar.
Öyle bir baskı var ki öğrenciler üzerinde; çoğu birer birer ya da üçer beşer dağa gidiyorlar.
Sonra zaman zaman cenazeler gelmeye başlıyor.
Her yer arkadaş cenazesiyle dolu…
Anneler, karakolların kapılarında, babalar üniversitenin kapılarında, sessiz sedasız dağa giden oğullarının akıbetini araştırıyorlar, bin bir çaresizlikle…
İşte böylesi zor zamanlarda Van Üniversitesinde dönen tezgaha yakasını kaptırmadan mezun olmayı başarmış arkadaşım E. Ölümlerin, olayların, baskıların, gözaltıların , haksızlıkların ortasında, devletin PKK üzerinden Kürde bakan o nefret dolu yanını fazlası ile “içeriden” tanımış bir arkadaşım.
Batman’da her görüşmemizde dağa giden sınıf arkadaşlarını derin bir hüzünle anlatırdı, bana. Kiminin mezarı belli, kiminin değil. Hepsini tek tek anardı…
Nicedir işinde gücünde olan arkadaşım E., Barış süreci ile beraber gerginliğin azaldığı Batman’da kendine bir iş kurup çalışan, Kürt Tarihi üzerine okumalar yapan ve tezini hazırlamakla meşguldü. Birkaç gün önce Batman’dan İstanbul’a gelmişti.
Telaşlı sesi “hemen görüşelim” diyordu. Buluştuk, Fatih’te. Üzgündü. “-Annem” dedi.
-“Çok hasta”.
“-Neyi var” diye sorduğumda, kardeşinin örgüte katıldığını, annesinin bu duruma katlanamadığını, hastaneye kaldırıldığını, bir tarafına felç indiğini, her gün ağladığını, günlerdir evlerinde yas tutulduğunu, kimsenin konuşmadığını anlattı… Kardeşini bulmak için annesine söz verdiğini, işi gücü bıraktığını, kardeşi F’nin üniversite okuduğu şehre gidip, arkadaşlarını bulduğunu, kardeşinin izini sürdüğünü anlattı…
Arkadaşımın ağzında olay şöyle:
Şanlıurfa’da Abdullah Öcalan’ın köyünde yapılan 4 Nisan Abdullah Öcalan doğum günü etkinliklerine katılıyor kardeşi.
Orada, kardeşi ve kardeşinin arkadaşlarının da bulunduğu insanlara; Rojava’nın çetelerin işgali altında bulunduğu, 5 yaşındaki çocukların tecavüze uğradıklarını, Rojava için mücadeleye katılmak isteyenlerin isimlerini yazdırmaları çağrısında bulunuluyor.
Kardeşi ve arkadaşları isimlerini yazdıranlar arasında.
D.Bekir’e çağrılıyorlar. Boyunlarında puşi olması isteniyor. D.Bekir otogarına indiklerinde kendilerini alanlar, gözlerini bağlayıp; D.Bekir içinde bir yere götürüyorlar. Kendileri gibi birçok gençle karşılaşıyorlar.
Kimisi şehir yapılanmasına veriliyor.
Arkadaşımın kardeşinin bir arkadaşı Mersin şehir yapılanmasına veriliyor.
O, Mersin’de bir akrabası ile karşılaşıyor. Akrabası “annen ölüyor, ailen seni arıyor” demesi üzerine, ayrılıp ailesinin yanına dönüyor. Arkadaşım E. ailesinin yanına dönen bu çocukla görüşüyor.
Bu bilgileri de kendisinden alıyor.
E’nin örgüte katılan kardeşi, “Devrimci İslam” konuları ile ilgileniyor.
Kitaplığında ağırlıklı olarak sosyal İslam konulu çalışmalar, Ali Şeriati, İhsan Eliaçık kitapları var. Hz.Ebuzer üzerine yazılmış kitabı masasında…
Kardeşinin, PKK’ye katılımında Rojava hassasiyetinin rol oynadığından bahsediyor, abisi E.
Dağa katılımın Rojava üzerinden örgütlendiğini, lakin Rojava’da kısa süre kalan katılımcıların oradan Kandil’e götürüldükleri bilgisini, Rojava’da bir YPG’li komutandan aldığını öğreniyor.
Arkadaşım E, kardeşinin izini sürerken, Urfa-Suruç’ta, konuyla alakalı etkin birine yönlendiriliyor. Onun yanına gitmek için Suruç’a yola çıktığında, Urfa’da yoğun bir propaganda ile karşılaştığını söylüyor. Yolda, Suruç arabasında tanıştığı yaşlı bir amcanın, kendisine nereden gelip nereye gittiğini sorduktan sonra, Suruç’un Mürşitpınar köyündeki sınırdan Kobani /Ayn-ul Arab bölgesine geçmesini, mücadeleye katılmasını açık açık söylüyor.
-“Namus, Şeref elden gidiyor. Çeteler, Kürtlere tecavüz ediyor, evlat” diyor.
Suruçlu yaşlı amca IŞİD’e, El-Kaide’ye katılan nice gencin cenazelerinin sessiz sedasız, Mürşitpınar’dan aileleri tarafından alındığını ama medyanın bunu vermediğini söylüyor…
Anlattıkça anlatıyor, E.
PKK’ye katılan çocukların, gençlerin yeni bir mesele olmadığını… Yıllardır bu durumun böyle olduğunu… Ama şu zamanda bu durumun farklı olduğunu… Kürdistan’da ailelerin bu durumu anlamlandıramadıklarını söylüyor.
Bugünkü dağa gidişlerin 1990’ların dağa katılımı ile aynı olmadığını… Ailelerin bir açıklama beklediklerini… “Madem Barış Süreci var, öyleyse bizim çocuklarımız neden gitti?” diye sorduklarını… Rojava üzerinden Kandil’e bir koridor açılmasının nedenlerini sorduklarını anlatıyor…
-“Beni alsınlar”, diyor E.
-“Beni alsınlar ama kardeşimi versinler. Annem, dayanamaz” diyor.
En ufak bir krizde, doktorların annesinin yaşamayacağını söylediği için de annesine bir şey olursa hem devlete hem de PKK’ye karşı kendisini canlı bomba yapacağını söylüyor…
Çaresizliğin öfkeyle, öfkenin acıyla, acının bıkkınlıkla yoğrulmuş onca ağırlığı altında konuşuyor, E. Dinliyorum…
Anlatıyor:
“Artık 90’ların anaları yok. Öcalan’ın mektubundan sonra dağa katılım yapan gençlerin anneleri isyanda…
O kadar mücadele verdik, artık bu çıkışlar dursun. Yeter artık diyor analar. Barış sürecinde, PKK niçin canımızı yakıyor?”
Soruyorum, kendisine:
-Bu duruma sizler gibi bakmayan aileler var mı peki etrafınızda?
Üzgün cevaplıyor:
“Varsa da ben hiç görmedim. Herkes ağlıyor. Bu çıkışlar 90’ların çıkışları değil. Bu çıkışlar hayra alamet değil.”
Rojava’ya gitmekten vazgeçip, evine dönen R ise E.’nin akrabası. Batman’a geliyor. Arkadaşımın annesine sarılıyor.
-“Sende oğlumun kokusunu alıyorum” diyerek sarılıp, ağlıyor annesi.
Arkadaşım E’ye göre: Duygusal çıkışların sonu pişmanlıkla sonuçlanıyor. Geri de gelemiyorlar. Ailelerle görüşülürse duygularına yenilirler diye görüşmelerine izin verilmediğinden bahsediyor.
Arkadaşım daha sonra Ankara’ya milletvekilleri ile görüşmeye gitti. Görüşmelerde ise “Kürdistan’da bir taş attığı için onlarca sene ceza verilen çocuklar içinde aynı hassasiyeti gösterip göstermediğine, katılım gösteren kardeşi için gurur duyması gerektiğine, barış sürecine bu kadar güvenmesinin doğru olmadığı ve mücadele için kendisinin ne yaptığına” dair canını sıkacak bir görüşme gerçekleşiyor. İsmi not alınıyor. Bir haber çıkarsa sizi ararız denince ayrılıyor milletvekilinin yanından.
Bu yazıyı yazdığım sıralarda D.Bekir’den bir arkadaşım arıyor.
BDP İl Binası önünde, çocuklarının akıbetini sormak için BDP’ye gelen ailelere saldırıldığı, birisinin kafasına sopayla vurulduğu, polisin saatlerce gelmediği, ailelerin darp edildiği, kendilerinin araya girdiğine dair bilgiler veriyor. BDP çevresinin, ailelere kötü davrandığından, bu insanları hainlikle suçladıklarına dair örnekler veriyor…
İlerleyen saatlerde başka bir arkadaşla görüşüyorum.
O da ailelerin çözümün önünü tıkadığından, maksadı aşan eylemliliklerde bulunduklarından, polisin gazına geldiklerinden söz ediyor.
Bunca zaman neredelerdeydi, diyor. Çözümün adresinin belediye olmadığını söylüyor. “Belediye asker toplama merkezi mi” diye soruyor? Güney Kürdistan’a bir pasaportla çıkılıp, Kürt derneklerine baş vurulup, Maxmur kampında rica edilirse, ailelerin çocuklarıyla görüşebileceklerini anlatıyor.
Sonra E.yi arıyorum.
E farklı düşünüyor.
Suruç Belediyesi : Suriye HPG’ye katılımlarda…
Van Belediyesi : Türkiye – PKK’ye katılımlarda…
Hakkari Belediyesi : İran – PJAK’a katılımlarda belirleyici etken olduğunu iddia ediyor.
Geriye dönen çocuklarla yaptığı görüşmede ise örgütün kendilerine ailelerinin aranıp, bilgi verildiğini söylediklerini belirttiklerini anlatıyor. Oysa bizi kimse aramadı. Burada bir şeyler dönüyor diyor,E.
Madem bu çıkışlar bu kadar normal bizleri görüştürsünler diye ekliyor.
Sonuç itibari ile.
Bizim görevimiz adil şahitlik ve mazlumun yanında olmak.
Çocuklarından haber almak her ailenin en doğal hakkı.
İnsanların bu mağduriyeti,
PKK tarafından bakılınca “kandırılmış ve Türk sömürgecilerinin oyununa gelmiş, kullanılan aileler” olarak görülürken,
AKP tarafından bakılınca ise “çocuklarını isteyen mağdur aileler” olarak lanse ediliyor.
Cezaevlerindeki çocuk mahkumların, nice Ceylan’ların, Şerzan’ların, Uğur’ların, Roboski’lerin hesabını vermemiş bir devletin ve onun iktidarları ve çevrelerinin hemencecik “çocuk sevici” olmaları tam bir riyakarlıktır.
Bu riyakarlığın karşısında dururken, aileleri “işbirlikçi ve hain, kandırılmış, bugüne kadar nerede oldukları belli olmayan insanlar” nazarı ile bakarak mahkum etmek de kabul edilemez. Yanlıştır.
Devletin, Barış sürecindeki zikzakları, tahammülü kalmayan nice Kürt gencini dağlara itmektedir.
Aileleri bu cenderede yapayalnız bırakmadan, iki tarafı mayınlı bu çıkmazda birilerinin b ve c planlarının malzemesi kılmadan, geçmişin ve hala süren çocuk mağduriyetlerinin faturasını ailelere çıkarmadan, barış sürecinden bu yana örgütün saflarına katılan bu gençlerin geleceğinden ve yaşamından hepimiz sorumluyuz.
Cezaevlerindeki tutsaklardan, çocuklarının yasını tutan ailelerden, hala mezarı dahi bulunmayan nice fail-i meçhullardan sorumluyuz… Türk Devletinin kendi iç sömürge hesapları için 20’sinde kolundan tutup, askere aldığı gençlerden de sorumluyuz.
Kanımızı ve canımızı Allah’a /adalete/eşitliğe/merhamete ve dayanışmaya adamakla sorumluyuz…
Barış sürecini tehdit eden, aileler ve çocuklar üzerinden kirli hesaplarına ve işlerine kalkış noktası arayan çevreler yanısıra aileleri ve çığlık atanları bu kirli hesaplar içine itenlerin arasında;
tüm ailelere, onların biricik evlatlarına, çocuklarını kaybetmiş tüm annelere, yüreğinde adaletten ve özgürlükten yana bir mesele ve azim taşıyan herkese en içten selamlarımla…