Lüks iftar protestolarının en çarpıcı söylemlerinden birisi idi, Ali Şeriati’den mülhem söylenmiş “Ağzınızın tadını bozmaya geldik.”
Aslında “Ağızlarının tadı bozulan” ya da farklı bir tadı algılama becerisinden yoksun pek çok insan olduğunu, bu eylemler sonrasında yürütülen tartışmalardan sonra öğrendik.
Zaten “Ağzınızın tadını bozmaya geldik” derken aynı zamanda “Sizi rahatsız etmeye geldik” denmiş oluyordu ki bu eylemler sonrasında rahatsızlıklarını çok ciddi eleştirilerle, hatta haksız ithamlar ve karalamalarla dile getiren kesimler oldu.
Tabii bunların en üzücü olanlarının İslamcı camianın yani bizim mahallenin çocuklarından gelmesi idi.
Aslında eleştirilerdeki yaklaşım indirgemeci olamayacak kadar mesnetsizdi. Bu durum Türkiye’de İslamcılığın sağ tandanslı var olmasına bağlı bir entelektüel fukaralıktan beslendiğinin de kanıtıdır.
Kim bilir belki de “lüks iftar protestoları” iftar üzerinden ‘oruç’un protesto edildiği şeklinde algılanmıştır (!). Üstelik sosyalistlerin, Kemalistlerin, hayatında bir gün olsun oruç tutmayanların ne işi vardı “Müslümanların yer sofrasında” (!)
Halka açık bir iftara kimin geleceğini ve destek vereceğini bilememek ayrı, sokak iftarlarına katılanlar üzerinden komplocu bir dil kullanmak ayrıdır.
İşte Türkiye’de bir kesim bunu yaptı, komplocu ve saldırgan bir dil kullanarak bu iftarlarda samimi ortak bir dilin oluşacağı fikrini de izole ederek.
Çünkü bu kesim artık kendini iktidar üzerinden tanımlıyor:
“Seküler CHP, din düşmanı CHP ve onu savunan anlayış yıllar süren iktidarlığı süresince “Dindarlara” çok çektirdi. Kurumsal yapıları ve sermayenin büyük bir kısmını ellerinde bulundurmaları ve bu gücü kullanarak yıllarca “Müslümanlara etmediğini bırakmaması… Evet şimdi intikam zamanı, şimdi sıra bizde…”
Demek iktidar böyle bir şey… Sırasını bir başkasına devreder. ( ‘Düşüncede dinsiz amelde iktidar’adlı makale www.adilmedya.com/makale.php?id=1478 )
Belki de Sokak iftarlarında yenilip içilenler fazla görünmüştür, Conrad otelinin iftar menüsünden.
Ki; 200 TL yi bulan iftar menüleri akıllarına gelmemişti kıyasıya eleştirenlerin.
Ne yazık ki; bu ülkede yaşayan ve asgari ücretle çalışan bir işçinin aylık geçimini karşılayan parayı, Lüks otellerin iftar sofrası müdavimlerinin bir akşamlık iftar menüsüne verdiği gerçeği de dikkatlerini çekmemiş bu kesimin.
O yüzden, Liberal Düşünce Topluluğu Din ve Hürriyet Araştırmaları Merkezi Direktörü Doç. Dr Bilal Sambur “Orucunu sosyalizm ve şovla bozma” diyordu 21 Ağustos tarihli “Yeni şafak” gazetesindeki yorumunda. Yorumu hangi makamda bulunan kişinin yaptığını dikkatlerinize sunuyorum sadece.
Özlem Albayrak yine aynı gazetede sanki ‘Moralimi bozma hevesimi kaçırma iktidar kiminse servet onundur, niyetini; servet düşmanlığına dönüştürme yani AKP düşmanı olma’ dercesine bu eylemlerin ruhunu ıskalamakla yetinmişti.
Yine aynı gazetede Hilal Kaplan ‘”İftar sofrası savaşları”: Lüks otellerdeki iftar davetlerini protesto etmek amacıyla yer sofraları kuran Müslümanlar, zengin Müslümanları İslâm’ın yolundan sapmakla suçlayıp kendi üsluplarınca israf etmemeye çağırdılar.’ (29 Ağustos 2011) gibi sokak iftarlarını “samiyetsiz” bulur gibi yaklaşımı düşündürücüydü.
Sanırım bizler körüz ya da bu ülkede yaşamıyoruz.
“Sermayenin gittikçe küçük bir gurubun eline geçtiğinden”, “İktidarın çevresinde yuvalanan, beyni ve ruhu paraya endeksli çalışan kalitesiz insanların var olduğundan” söz ederken aslında başka bir ülkeyi kastediyor olmalıydık.
HAYDİ BAKALIM KİMLER DAHA DÜRÜST VE SAMİMİ İMİŞ BUNU KONUŞALIM!
Emek ve Adalet Platformu’nun lüks iftar protestolarındaki döviz ve pankartlarla daha görünür hale gelen söylemler mi yoksa bir anda kendini iktidar denen o ‘kara delik’in çekim etkisinde bulan İslamcı kesim mi daha dürüst davranıyor şimdilerde?
Arkadaşlar! Biz İslamcılığı terk etmedik. Ergenekoncu ve balyozcu da olmadık. Zaten o balyoz her daim kafamıza iniyor. İster “CHP zihniyeti”, ister “muhafazakâr zihniyet” (İslamcı olmadığı kesin) eliyle, o topuz iktidarın elinde. Ya siz İslamcı ağabeylerimiz, kardeşlerimiz neden susuyorsunuz? Adaletsizlikleri, haksızlıkları, iktidarın etrafında konuşlanan çıkar şebekesini görüp de suskun kalıyorsunuz. Üstelik hemen de servet düşmanı oluveriyoruz gözünüzde.
Bizler sermayenin belli kesimlerde birikimine, alın terinin kuruyup bırakılmasına, asgari ücretle çalıştırılmak zorunda bırakılmaya, beceriksiz ve yeteneksiz yerel idarecilerinizin iş başında oluşuna, rant savaşlarınıza, emeğin sömürüsüne karşıyız. Bunu yıllar öncesi Marks fark ettiyse ve bizler arada referans gösteriyorsak onu, bu Marksist ya da sosyalist olduğumuz anlamına gelmez.
Şimdi basınıyla iktidarın koruyucu kalkanı haline gelmiş bir kesim var oluyor. Rahatsızlığımızı dile getirdiğimiz konulara yaklaşırken -kendileri “elbette israf önlenmeli, kardeşlik ve dayanışma duygusu geliştirilmeli” demekte ama –meli, -malı ile biten cümlelerin sonu boş kalmakta- harekete ve eyleme gelince “Siz sosyalist mi olmak istiyorsunuz ne eylemi” diye serzenişte bulunmaktalar. Bu durumda kim daha dürüst davranıyor soruyoruz.
İslamı, liberal düşünceler ve kapitalizm ile birlikte ananları kendi mahallenize buyur etmeyi biliyorsunuz. Ama hırlaşmayan, sadece dik durmayı başarabilmiş İhsan Eliaçık’ı kendi mahallenizden kovmaya çalışıyorsunuz.
Her şeyi hayatın pratikliğinde görebiliriz aslında. Bir insanı tanımak istiyorsanız, yanında bir süre vakit geçirin. Konuşmalarında bir sükûnet ama kararlılık varsa, söylediğini cav caklı, parlak ambalaj içinde söylemeyip net dile getiriyorsa samimiyetinden emin oluyorsunuz.
Habertürk’te , Murat Menteş ve İhsan Eliaçık’ın katıldığı “Karşıt Görüş” programında İsmail Nacar’ın konuşurken salyalarını etrafa nasıl saçtığına şahit oluyorduk, İhsan Eliaçık ise sadeliğini ve sakinliğini korumaya çalışıyordu program boyunca. Allah’tan aynı stüdyoda değillerdi. Ezberler üzerinden konuşanla dirayetli olan arasındaki fark hemen anlaşılıyordu.
Bizler ne “Ergenekoncu” ne “reformist” ne “Marksist” olduk.
Asıl iktidarın neye dönüştüğüne bir bakın.
“Halbuki Müminler Allah’ı başka her şeyden daha çok severler.” (165, Bakara)
“Sevap yüzünüzü doğuya ya da batıya dönmeniz değildir. Asıl sevap o kişinindir ki Allah’a, ahiret gününe, meleklere, peygamberlere ve kitaba inanır. Akrabalara, yetimlere, yoksullara, yolculara, yardım isteyenlere ve insanları kölelikten kurtarmak için malını – ne kadar sevse de – harcar. Namazı dosdoğru kılar ve zekatı verir. Bir söz verdiğinde sözü yerine getirir. Sıkıntıda, savaşta ve hastalıkta sabreder. İşte asıl doğru dindarlar bunlardır. Ve asıl muttakiler de onlardır.” (177,Bakara)
“Müminler ancak Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, ayetleri okuyunca imanları artan ve yalnızca Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir. Yine onlar namazı dosdoğru/canı gönülden kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızktan infak ederler. İşte böyleleridir gerçekten müminler. Rablerinin katında büyük bir onur, bağışlama ve tükenmez bir rızk olacaktır onların payı.” (1–4 Enfal).
“Eliaçık’ın dinin ana merkezine ‘mülk’ kavramını taşıma çabası…” şeklindeki eleştirilere baktığımda ve eleştirilerin kendi görüşlerine dayandırdıkları zeminde “mülk” konusunu ne kadar tek düze ve içi boşaltılmış anlamıyla kullandıklarını fark ettim. Elbette dinin merkezinde insan varsa, İnsan da “nefs” kavramı “sahip olmak” “mülkiyet davası” üzerine kurulu ise, zaten birinin gelip onu merkeze koymasına gerek yoktur. Zaten “mülk” miyop olmayanlarca, dikkatlice bakıldığında dinin merkezindedir. Onun da temellerinde adalet yer alır.
REFORMİST SUÇLAMALARINA GELİNCE
Reformist suçlamalarına gelince, hicretin birinci asrından yani 8.yüzyıldan itibaren başlayan 10. ve 11. asırda hız kazanan tartışmalardan daha azı İslam dünyasında, günümüzde yaşanmasına karşın bu suçlayıcı ifadeler nedendir? Demek 10. asır İslam dünyasının zihin haritası daha aydınlıkmış ki; Maturidi, Eş’ari ve Selefiye akımlarının sonrası Mutezile kelamının bir uzantısı olarak ortaya çıkan felsefe hareketlerinin yürüttüğü tartışmaların günümüzde ne kadarına vakıf olabiliriz ve bünyemiz bunların ne kadarını kaldırabilir çok merak ediyorum doğrusu.
Dürüstlük ve samimiyet çözüme kavuşmamış bir çok meselenin üzerine gidebilme cesaretini gösterebilmektir. Vahyin üzerine toprak atıp onu kadim anıtlara dönüştüremezsiniz. Asıl samimi inanış Kuran’ın yaşayan bir dili olduğunu inanmak ve bunun gereğini yerine getirmektir.
Hep aynı Reformizm suçlaması üzerinden kendi çapınızda gerçekleştirdiğiniz müfteri yaklaşımlar bu yürütülen tartışmaların üstünü örtme amaçlıdır. Bunu sizler de dahil çok iyi biliyorsunuz.
Ve bildiğiniz halde kasdi olarak İhsan Eliaçık ve Edip Yüksel’i aynı kareye yerleştiriveriyorsunuz (bkz.Haksözhaber “Eliaçık ile Yüksel’den İbretlik Röportajlar”).
Seyyid Kutup’ların, Aliya’ların, Şeriati’lerin mücadelesini boşa çıkarırcasına, bir anda yıllarca eleştirdiğiniz Gülen cemaatiyle aynı çizgiye geliveriyorsunuz.
Öyleyse uzun bir süredir susan mahallemizin ağabeyleri neden “sokak iftarları” sonrası, itirazlarını bu kadar güçlü dillendiriyorlar?
Kur’an mucizeleri ve kıssalar, gayb meselesi, vahyin mahiyeti gibi üzerinde hala etüd edilmesi gereken, tartışılması elzem olan konularda Cübbeli’nin tekfirci metodunu uygulamak da nereden çıktı? İhsan Eliaçık şayet bir kapı aralamışsa böylesi meselelerde bu kapıyı kapamak kimin işine yarar soruyorum.
Üstelik bu tartışmalar, örneğin, gayb aleminin ‘varlığı’ değil ‘mahiyeti’ hakkında yürütülmektedir. Bu tartışmaların içinde olan herkes bunu bilir…
‘Reformist din solu’ tanımlarını yaparak ancak bir reddiye gerçekleştirmiş olursunuz, çözüm değil. Çözüm, cübbenin arkasına veya içine saklanmakta değildir.
Bu saldırıların çok daha acımasız ve vahşi olanını da gördük ve görmekteyiz maalesef. “Ergenekon yapılanmaları” ve “ulusalcılıkla” ilişkilendirmeler adeta, kale önünde bekleyip beleş gol atma çabasına benzer ki; bu ancak iktidarın etrafında yuvalananları rantçıları sevindirir.
Uzun bir süredir Mustafa Özcan gibi zihni muhafazakâr kodlar dışında çalışmayanların söylediği ‘ulusalcıların dini rehberi’(!) gibi deli saçması laflarla, zoraki benzetmelerle sadece avunuyor olacak bir kesim var. Ama bu kesim neden İslamcılar olsun?
Ümit Aktaş’ın bir yazısında dile getirdiği gibi; “Kendilerine ve hareketlerine güvenlerini yitirmiş ya da kendilerini ve hareketlerini iktidar hesaplarının bir parçası haline getirmiş olan kimi Müslüman (şimdilerde muhafazakâr) aydın (!)’lara bakınca şaşmamak elde değil…”
AB topluluğunun finanse ettiği bir gazetenin (Taraf) köşesinden sesleniyor “Haksöz haber”: “Lüks İftar Protestolarında Kemalist Selefiler. Bazı İslamcıların göremediğini Taraf yazarı görmüş.”
Haksöz haber; “Uzun süredir laiklerin epeyce sinirini bozan tehlikeli ‘zengin ve güçlü Müslümanlığın’ karşısında ve zararsız ‘yoksul ve kanaatkâr Müslümanlığın’ yanında durmanın bir politik manası var mutlaka.” şeklindeki Taraf Gazetesi yazarının yorumunu öne çıkararak “Ben söylemedim o söyledi” demek istiyor, anladık (!).
Demek mahallemizin ağabeyleri, kardeşleri mahalleden taşınmamış ama mahallenin çehresi epey değişmiş anlaşılan.
Ama bütün bunların altında bir şey bulamayacak bir kesim var ki o iktidarlarını koruma adına bunu yapmaya devam edecek. Bu kesimin o kadar suçlamalarına karşın şimdiye kadar hangi örgütsel bağlantıları bulabildiler? Hiç!
Peki bu çabalar neye hizmet ediyor? Eh onu da biz söylemeyelim.
Ama Hayyam söylemiş:
“Masal söylediler ve uykuya daldılar.”
Kendi söylediği masalların uykusuna dalanları uyandırmak güç olsa gerek…
VESSELAM!..