İftar Programlarının Salât Kaçkını Namaz Ritüelcileri[*]
Salât, sly/slvköklerinden türemiştir. Arapçada doğumu yaklaşmış devenin kuyruk altının sarkmasına sallâti’n-nâgati, kuyruk sokumu bölgesi veya sırt ortasına es-salâ, ateşte yanmaya sallâ, dua etmeye salâ, yardım veya yardım istemeye salât, bir şeyi ateşte yakmak için ateşe atmaya tasliyeh, ateşle ısınmaya ıstılâ, ateşe atılmaya es-sıllî denir[1]. Sly kökü ateşin sönmemesi için odun atmayı, slv kökü bir yükü uyluklarından[2] destek alarak hayvan sırtına yükleme anlamı taşır. Her iki kelime sonuçta bir şeyin ortaya çıkması için destek olma, bir şeyin devamını sağlayıcı işlemlerde bulunma anlamlarına denk gelir.
Dilcilerin çoğuna göre salât dua, bereket duası yapma, bir kimseyi yüceltme, temize çıkarma anlamlarındadır. “Biriniz yemeğe davet edildiğinde gitsin, yemekten yesin. Ancak oruçluysa davet sahibine salat etsin.”[3] biçimindeki hadis salatın yemek sahibine dua etme, yemek sahibinin kıymetini yükseltme anlamına geldiği bir metindir.[4]
Salâ, Aramicede dua/dua etme anlamında gelir.[5] Sümer heykellerinde görülen elleri göğüs üzerinde kıyamda duruş biçimleri, eski dünya toplumlarında ayakta el bağlayarak dikilmenin bir saygı göstergesi olduğunu anlatır. Kur’an kıyam, rüku ve secde biçimli ritüellerin varlığını reddetmeden içeriğinde operasyonlar yapmıştır.
Salatın üç temel kavramla ilişkisi vardır. Dayanışmayı ayağa kaldırma hamlesi,[6] dayanışmanın gereklerini yerine getirme[7] ve dayanışma sırasında hiçbir tereddüt taşımadan dayanışmaya tam bağlılık psikolojisi içinde olmadır.[8] Mezopotamya-Sami kültüründe kıyam, oturduğu yerden kalkıp saygı amacıyla harekete geçme davranışıdır. Rüku, saygı gereği bel bükerek emri mutlaka yerine getirme göstergesidir. Secde, Aramicede selamlama amacıyla yere kapanma kastedilirken kullanılır. Türklerde ayağa kalkarak selamlama, şapka çıkararak selamlama olduğu gibi Mezopotamya toplumlarında alnını kişinin karşısında yere koyarak, eteği öperek selamlama vardı. Tanrı elçisi Yusuf için alınların yere konulması[9] da selamlama ve saygı belirtme ifadesiydi. Bu hareketle kişinin her şeyi ile teslim olması anlatılırdı. İmam Ali kendisi için secde ederek saygı ve bağlılığını gösteren birine “Secdeni Tanrı’ya yap.” der. Secde, İslamoğlu’nun harika tanımlamasıyla kadim Mezopotamya kültüründe “teslimiyetin altına beden diliyle atılan imza”dır.[10] Mescid-i Nebevi denilince Tanrı elçisinin değerlere tam bağlılık gösterdiği mekan anlaşılır. Çünkü peygamber orada halkına iyi, doğru ve güzeli anlattı; orayı değerlerin merkezi ve toplantı alanı yaptı. Bu tamlamayı Peygamberin namaz mekanı diye sunmak bütünsel gerçekliği nusûka hapsederek ehl-i kitap gibi ritüel-perestliğe dayanak bulma çabasına girişmektir.
“Onların sözlerinde durduklarını ispat etmek için verdikleri malları kabul et. Onlar böylece hem kirden arınır hem de üstlerindeki suçlamalardan kurtulur.[11] Bu konuda onlara destek ol.[12] Çünkü senin onları desteklemen, onlarla dayanışma içine girmen onların içine huzur verir.[13] Tüm bu olup bitenleri toplum biliyor ve duyuyor.”[14] ayetinde salat destek olma, yardım etme anlamında kullanılıyor. Çünkü Tebük seferine katılmayan bazı kimseler yaptıkları yanlışları sebebiyle peygamberden özür dilemiş ve Ka’b bin Malik de malının tamamını sözünde sadık olduğunun ispatı olarak bağışlamıştı. Kur’an, bu kimselerin iç yakıcı bir pişmanlık duyduklarını anlatır.[15] Bu ayetlerden bir kimsenin yanlış bir eylemden döndüğünü ispat etmesinin yollarından biri olarak tövbe sadakası diyebileceğimiz bir ödeme yapması gerektiğini çıkarıyoruz. Demek ki sadaka, kişinin sözünde sadık olduğunu ispat etmek için bağışladığı maldır. Sadaka, infakın türleri arasına girer.
“Tanrı’ya güvenenlerden geçerli bir özrü olmadan oturanlar ile toplum için ölümü göze alarak çaba ortaya koyanlar hiç eşit olurlar mı?[16] Malları ve canlarıyla çaba ortaya koyanlar yerinde çakılı duranlardan daha değerlidir. Tanrı’ya güvenen herkes değerli olsa da Tanrısal değerler için çabalayanlar değer ve ödül bakımından daha fazlasını hak ederler. Örneğin değerin yükseltilmesi, imkanlar bağışlama ve sevgi dağıtımı gibi büyük ödüller…Toplum kendisi için yapılanlar karşısında cömertlikten geri kalmaz, çünkü toplum Tanrı’nın sevgi ve merhametini taşır. Benliğini karanlığa sürükleyenler canlarını verirken kendilerine verilmiş yetenekler ‘Niye böyle bir yere çakılıp kaldınız?’ deyince onlar ‘Yeryüzünde çok ezilmiştik.’ diyecekler. Bunun üzerine sahip oldukları yetenekler ‘İnsanlığın yeri yurdu[17] geniş değil miydi, oralara göçseydiniz ya!’ diyecekler. Tanrı’nın geniş yurdunda bir yer aramadan bir yurda çöreklenenlerin sonu ateşle örülmektir. Böylesi bir yer ne kötü bir yerdir. Ancak çaresizlik içinde kıvranan, göç etme fırsat ve imkânı bulamayan erkek, kadın ve çocuklar sorumluluk altında değildir. Toplum bunlara karşı hoşgörülü ve affedidici davranır. Kim toplumu için yerinden yurdundan ayrılıp başka yurtlara göç ederse[18]önüne kapanan kapılara karşılık nice yeni kapılar açılır. Kim Tanrısal değerlere kavuşmak amacıyla göç ederken yolda ölürse onun ödülünü Tanrı verir. Çünkü Tanrı’nın bağışları ve acımasına kimse sınır koyamaz. Yolculuğa çıktığınızda bir düşmanın üstünüze saldırısından korkarsanız destek ve dayanışma toplantınızı kısa kesmenizde sakınca olmaz. Çünkü gerçeği örtenlerin düşmanlığı size karşı açıktır. Sen aralarında bulunup da destek ve dayanışma toplantısı yaparken bir kısmı senin yanında dursun ve silahlarını da yanında tutsun. Onlar seninleyken diğerleri gözcülük yapsın. Bu kez gözcülük yapanlar senin dayanışma ve destek toplantına katılsın ve öncekiler gözcülük yapsın. Senin toplantına sonradan katılanlar da silahını elden bırakmayarak önlemini alsın. Gerçeğe ihanet eden kesimler, açık vermenizi ve bunun üzerine üstünüze çullanmayı isterler. Sadece yağmur veya hastalık gibi nedenlerle silahınızı bırakabilirsiniz. Gerçeğin bilinmesini engelleyenler kendilerini alçaltan ateş çemberine atılacaklardır. Dayanışma ve destek toplantınızı bu şekilde gerçekleştirdikten sonra ayakta, oturarak ve yaslanıp uzanarak toplum hakkında düşünün. Tehlike geçtiğinde bir araya gelerek destek ve dayanışmayı sürdürün. Çünkü destek ve dayanışma eylemi toplumsal birlikteliğe güvenenler[19] için her zamanda asla görmezden gelinmeyecek[20] bir görevdir.”[21] ayetleri salatı bağlamı içinde gayet net oturtuyor. Gelenek buradaki salatı savaş esnasındaki korku namazıkılma diyerek daraltmış ve ritüel kutsaması üzerinden anlamlandırmıştır. Hâlbuki ayetlerde gerek savaş gerekse baskın tehdidi altındayken nöbetleşe dayanışma toplantılarını sürdürmeyi kasteder. Çünkü düşman tehdidinin yok edilerek barışın tesis edilmesi çabaları her koşulda sürdürülmelidir. Ayetlerin bağlamı dikkate alındığında özgürlük yurtlarına göç etmenin gerekliliği vurgulanarak toplumsal dayanışmanın önemi hatırlatılıyor. Çünkü göç hali çaresizliğin son noktasıdır. Yapılacak hiçbir şeyin kalmadığı, can ve mal güvenliğinin bittiği yerde atalarımızın yurdu diyerek kalınmaz. Atalar da zaten buralara göç ederek gelmiştir. Bu durumda yaşadığımız vatan hayatın devamına imkân sağlamadığından yeni yurt arama yoluna gidilmelidir. Ayetin söylemlerinden çıkardığımız sonuca göre elçi Muhammed ve adaletli toplum özlemi duyan taraftarları insan gerçekliğine ihanet edenler tarafından sürekli rahatsız edilmekteydi. Bu durum sık görüşme, birbiriyle sıkı temasa geçerek toplantılar yapmayı gerektiriyordu. İçeride toplantı sürdürülürken bazılarının dışarıda silahlı nöbet tutması ve içeride toplantıya katılanların da silahlarıyla katılımda bulunması reel bir davranıştır. Toplantının ardından dağılıp da evlere gidildiğinde rahat bir ortamda konuşulanların kritiğinin yapılması, bu sırada serbest davranış içinde olunması çok insani bir durumdur. Ayetin sonuna gelindiğinde bu tür toplantıların zamanı kararlaştırılmış bir randevu mantığında sürdürülmesi istenmektedir. Yani koşulların zorluğu, düşmanın sinsiliği, sorumluluğun büyüklüğü, barışçıların sosyo-ekonomik açıdan zayıflığı dayanışma toplantılarının sıklığını gerektirmiştir. Bu durum her zaman için geçerlidir. Çünkü insan ne zaman dayanışmayı gevşetirse bireysel uzaklaşma ve toplumsal çözülmeye başlar. Bu da insan türünün felaketi demektir. Bu ayetlerde vatan tutkusu değil insan onur ve özgürlüğü özellikle vurgulanarak “canım vatanım” edebiyatı yapma yerine yurdun insan haysiyet ve emniyetini sağlayan yer olmasını, şayet yaşam alanımızın bu niteliğini kaybetmesi üzerine yeni bir yurt edinmemiz gerektiği sembolik bir anlatımla dile getirilmektedir.
“Baskı ve zorbalığa uğrayanların savaşma izni vardır. Zulme karşı savaşanlar hiç şüphe etmesinler ki toplumdan gerekli yardımı göreceklerdir. ‘Besleyen, büyüten ve donatan Tanrı’mız siz değilsiniz.’ dedikleri için yurtlarından kovuldular. İnsanların bir kısmı başka kısmı tarafından desteklenmemiş[22] olsaydı toplumun şerefini yükselten manastır, kilise, havra ve mescitler kalmazdı. Yardım eden yardıma kavuşur, iyilik eden iyilik görür. Kim ki toplumun derdiyle dertlenirse toplumdan yardım görecektir. Toplum bireyden çok üstün ve çok güçlüdür. Tanrısal değerler için yardımcı olanlar olanaklara ulaşırlarsa dayanışmayı ayağa kaldırır,[23] ihtiyaç fazlasını vererek fazlalıklardan arınır,[24] toplum için gerekli olan ortak iyiyi uygular ve toplum için zararlı olanla mücadele eder. Yaptığınız tüm iş ve işlemlerin takdir edicisi en nihayetinde toplumdur.”[25] ayetlerinde salavât kelimesi yine dayanışma anlamı taşır. İlginç olansa ritüel mekanlarının yüceltilmesi değil oralarda yapılanların insan haysiyetini yükselten motivasyon merkezleri olması belirtilir. Savaşın gerekçesi olarak da baskı ve zorbalıkla fiilen karşılaşma gerekçe gösterilir. Böylece fetih denilen işgalci yayılmacılığı reddeden Kur’an, İslam’ı yaymak için başkalarının yurtlarını işgale gitmeyi meşru görmeyerek sadece zorbalığı önleme, baskılara direnme konusunda savaşa izin vermektedir. Her kim kendine veya bir topluluğa karşı fiili bir baskı görürse savaşarak karşı koyması dinin temel verilerindendir. Çalınmış hakları, işgal edilmiş yurtları, kırıma uğratılmış insanları, yakılıp yıkılmış beldeleri, çiğnenmiş onurları, yok sayılmış dilleri, yasaklanmış kimlikleri ve asimile edilmekte olan evlatları için silaha sarılanlar Kur’an’a göre meşru savaş içindedir. Tıpkı Türkiye halkının kurtuluş Savaşı sürecindeki mücadelesi gibi. Kur’an yine bir tekrar babında peygambere, Tevrat ve İncil’den tutun Muhammed’den önce gelmiş ve insanlığın iyiliğine katkı sunmuş kitaplara, alanında derinleşmiş uzmanlara güvenmeyi; dayanışma konusunda hakkını vererek gerçekleştirme[26] içinde olmayı, infakta bulunmayı kavuşulacak ödüllerin en büyüğüne ulaşma araçları görmektedir.[27] Kur’an salat konusunda ısrarcı olanların geçmiş hüznü ve gelecek kaygısının olmayacağını söylemektedir.[28] Çünkü dayanışma içinde olan bir toplumun gelecek endişesi olmayacağı gibi geçmişe dair keşke diyeceği şeyler neredeyse yok olacağından böylesi dayanışmacı bir toplumda kimsenin biriktirme, hayat ve gelecekten umutsuz olma ihtimali dahi olmayacaktır. Yardımlaşmaya gönülsüz katılma ve belki de sırf gösteriş, korku veya çıkar getirmesi için katkı sağlama durumunu Kur’an reddedilen bir eylem olarak vurgulayarak dayanışmadan asla kaçılmamasına dikkat çekmektedir.[29]
“Yoksulu doyurmayıp yetimi itip kakalayarak hesabın kesileceği günün geleceğini yalanlayanı gördün mü? Böylesi tiplerin dayanışma ve destek olma biçimlerine yazıklar olsun![30] Onların sözde destek olmaları gerçekte bomboş bir iştir. Çünkü onlar sırf hava olsun diye yardımlaşma ve destek içinde olurlar. En temel ihtiyaçların karşılanmasından bile kaçarak insanların temel ihtiyaçlarına[31] kavuşmasını engellerler.”[32] ayetleri yardımsever görüntüsü içinde olup kurduğu sistemle insanları temel ihtiyaç maddelerini dahi bulamayacak düzeyde tutan, sahipsizlere sahip çıkmayan ve yetimleri doyurmaktan kaçınan tiplerin gerçekte dayanışma gösterisindeki tipler olduğunu söyleyerek bir taraftan dünyayı sömüren diğer yandan yoksullara bağışta bulunan emperyalist kuruluş ve devletleri hatırlatmaktadır.
Kur’an, ateş çemberiyle sarılmış kimseleri konuştururken dayanışma içinde olmazdık, yetimi korumazdık, âlemden âleme kayardık ve bir gün birilerinin bize hesap soracağını hesaplamazdık dediğini aktarır.[33] Kur’an, bir kişinin söylediği sözün doğruluğuna kanıt olacak mali bir infaktan kaçması[34] ve dayanışmadan uzak durmasını ateşe atılmak olarak niteler.[35] Gerçeğin sesinin duyulmasını engellemek için Kâbe etrafında gürültü yapma, dikkatleri dağıtma eylemleri sergilendiğini ve bunun dua amaçlı bir davranış olmadığını vurgulayan Kur’an, salat kelimesini dua anlamıyla da kullanır ve gerçeklerin üstünü örtenlerin anlaşılmayı engelleyici tavırlarını protesto eder.[36] El çırpıp ıslık çalma adeti Tanrıların dikkatini çekerek onu alkışlama eylemidir. Gerçeklerin duyulmasından hoşlanmayanlar[37] hem Muhammed’in dinlenilmesini engelliyorlar hem de Tanrılarının dikkatini çekici işlemler gerçekleştirdiklerine inanıyorlardı. Kafirlerin namaz ritüeli Muhammed’den farklı değildi, ancak bu ritüele başlamaları bu şekilde de olurdu.
“Gereği gibi güven ortaya koyanlar kurtuluşun yolunu bulmuş olurlar. Kurtuluşu yakalayanlar ise dayanışmayı içlerinde hissederek gerçekleştirenler, karalamadan uzak duranlar, toplumun bolluğa kavuşması için verenler, cinsel organlarını ahlak dışı ve yasak olandan sakınanlar, eşleriyle veya statüsü esir olup da nikâhladıkları kadınlarla cinsel birliktelik yaşayan kimselerdir. Nikâhladığı esir kadınla cinsel yaşamı olanlar kınanamaz. Bundan ötesini isteyen sınırını aşmış olur. Ayrıca kurtuluşu yakalayanlar kendilerine verilen emanetleri güvenle korurlar ve sözlerinde dururlar, dayanışma eylemlerini aksatmadan korurlar.[38] İşte bunlar mutluluğun mirasçılarıdır; görkemli ağaçlar ve üzüm bağlarıyla donanmış bahçelerin varisi onlar olacaklardır.”[39] ayetlerinin bağlamı içinde salat değişmez biçimde dayanak olma, destekleme, omuzdaşlık anlamlarını taşır. Ayetler boş işlerden uzak durma, cinselliği dosdoğru biçimde yaşama, sözünde durma, emanete sahip çıkma, dayanışmayı sürdürme ve üzerindeki ihtiyaç fazlası mülkü ihtiyaç sahiplerine vermeyi toplumsal kurtuluş reçetesi olarak belirlemektedir. İşte Müslüman toplumun temel karakteristik özelliği böylece belirlenmiş oluyor.
Salavât, salatın çoğuludur; destek verme, arkasında olma, yanında bulunma, bir başına bırakmama anlamları taşır. “Tanrı ve doğal yetenekler, doğadaki yasalar[40] haberciyi destekliyor. Ey Tanrı’ya güven duyanlar! Siz de vicdan, akıl ve sağduyunun sesini destekleyin ve barışı içinizden gelerek isteyin.”[41] ayeti salavat kelimesiyle destekleşme, dayanışma ve birbirine sahip çıkmayı anlatır. Ayetlerle Tanrı’nın desteğini alan haberci Muhammed, toplumundan da destek görmeye devam ederken Muhammed’i sonradan tanıyan veya yakınında olup da yanında durmayan kimselerin ona destek vermesi isteniyor. Gerekçesi de barışın sağlanması olarak gösteriliyor. Çünkü haberci Muhammed, barış elçisidir, toplumunu barıştıracak ilkeleri ortaya koymuştur. Ondan rahatsız olacak kimseler ancak adalet, eşitlik, kardeşlik ve özgürlük karşıtlarıdır. Zira barış, karşılıklı varmak, birbirine doğru adım atmak, ortak değerler üzerinde bir yaşam kurup özel alanlara karışmamaktır.
“Onların sözlerine direnç göster. Güneşin doğuş[42] ve batışından[43] önce besleyen, büyüten ve donatan toplumuna nankörlük etmeyerek onun için harekete geç.[44] Gecenin bir vaktinde,[45] gündüzün başı ile sonu arasında[46] toplum için eylemler ortaya koy. Böylece sen toplumdan memnun olursun, toplum da senden memnun kalır.”[47] ayeti namaz ritüelini değil toplum adına yararlı, estetik ve doğru eylemler sergilemeyi anlatır. Ancak çoğu geleneksel bakış bu ayetin namazı öne çıkaran ilk ayet olduğunu iddia eder. Tanrı adına eylem ortaya koyma toplumsal barışı sağlayacağı için barışa katkı sağlayan tüm taraflar ve barışın mutlu ortamını hisseden halk karşılıklı memnuniyet içinde olur. Bu ayette beş vakit arasında toplumsal eylem ortaya koymamız istenmektedir. Zira ayet tespih kavramıyla beş vakti zikrederken doğrudan dayanışma olan salatı değil, onu netice verecek tespihi dillendirir.
“Güneşin tepeyi[48] aşıp batıya doğru hareketinden başlayarak gece karanlığının iyice çökmesine kadar olan süre arasında hiç gocunmadan destek ve dayanışmayı ayağa kaldır. Sabah vakti okumaları yap. Çünkü bu vakit insanın potansiyelini ortaya çıkaran bir niteliğe sahiptir. Gecenin bir vaktinde bir zorunluluk olmadan uyku arası ver[49] ki övgüyü hak edecek mevkilere gelebilesin.[50] Gece kalktığında ‘Doğru başladığımı doğru bitirebilmem konusunda bana güçlü bir destek ver. Çünkü bir şeyin gerçeği gelince sahtesi yok olur ve tüm sahteler yok olmaya mahkûmdur.’de.” ayetleri Peygambere dayanışmanın getirdiği zorluklar konusunda bıkkınlık göstermemesini ister. Ayetlerde dulûki’i-şemsi ve ğasegi’l-leyli tamlamaları güneşin batış süreci ile karanlığın her tarafı tam sarmasını kasteder. Ayette özellikle sabah vakti dinlenmiş zihinle Kur’an üzerinde düşünce eylemine geçilmesi tavsiye edilir ve bu vaktin insan zihninin kavrayışında etkili bir zaman dilimi olduğu vurgulanır. Peygambere gece boyunca yatmaması, uykuya ara verip Kur’an üzerinde düşünmesi tavsiye edilir. Çünkü sonraki ayet[51] Kur’an’a vurgu yaparak Muhammed’in gece kalkmasının gerekçesini belirtiyor.
“Gerçeği karartan zorbalara karşı en ufak bir taraftarlık içinde bulunmayın. Yoksa o dayatma ve baskı içinde olanları içine alacak ateş sizi de kavrar. Gerçekleri karartan zorbalara karşı kamuoyu dışında bir yardımcınız yoktur. Gündüzün başından sonuna kadar ve gecenin gündüze en yakın zamanında dayanışma içinde olun. Unutmayın ki iyilik ortaya konmadan kötülükler gitmez. Bunlar öğüt alanlar için bir hatırlatmadır. Direnin. Çünkü direniş ortaya koyanların eylemleri toplumda mutlaka en güzel biçimde karşılık bulur.”[52] ayetleri zorba iktidarlara karşı salatın ayağa kaldırılmasını ve ayağa kalkmış halkın direnç içinde eylem sergilemesini hatırlatmaktadır. Tanrı’nın yardımı halkın destekleşme ve dayanışması demek olduğundan zalimlere karşı topluca direniş sergilendiğinde, gece-gündüz aktif muhalefet uygulandığında karanlıkların aydınlığa dönüşeceği belirtilmektedir.
“Güneşin doğumundan batımına kadar arada toplum için eylemler segileyin.[53] Yer ve göklerde övülmesi gereken Tanrı olduğu için öğleyin veya akşama doğru Tanrı’nın büyüklüğünü hatırınıza getirin. Çünkü Tanrı ölüden diri, diriden ölü çıkardığı ve ölü toprağa can verdiği gibi sizin de diriliş ve ölümünüz böyledir.”[54] ayetleri toplumsal faydayı sağlayacak her türlü olumlu davranışın sabahtan akşama kadar tüm mesai saatlerinde ortaya konmasını ister. Günün ortasında ve akşama doğru yaptığımız eylemlerin ortaya konması sırasında yaratan, öldüren ve dirilten güç kaynağı olan Tanrı’yı düşünerek toplumsal işlemler yapmak yaratıcıdan uzak bir felsefi davranışın kalıcı olamayacağını gösterir. Çünkü sahip olduğumuz oksijen, toprak, aydınlık, karanlık, beden organları, gıdalar, içecekler Tanrı tarafından verilmiş olup insanlar bunları hazır bulduğundan, insanlık için eylemler sergilerken Tanrı ile birliktelik bilinci, bedensel ölümden sonra yeniden yaratılmanın vaad edilmesi insanda müthiş bir motivasyon etkisi oluşturur. İşte bu motivasyon insanın iyilik, güzellik ve doğruda ısrarlı olmasını sağlar, egoistliğini kırar.
“Ey Tanrı’ya güveneneler! Ergenlik yaşına ulaşmamış çocuklarınız ile siyasi ve sosyal yönden sahibi olduğunuz ancak cinsel yönden sahibi olmadığınız savaş esiri[55] kadınlar güneş doğmadan önceki[56] ve güneş batımından sonraki dua[57] anlarınız ile öğleyin dinlenip uyumak için elbiselerinizi çıkardığınız üç vakitte yanınıza girmek isterlerse sizden izin istesinler. Çünkü bu vakitler üstünüzün uygun olmadığı vakitlerdir. Bunun dışındaki zamanlarda birbirinizin odasına girip çıkmanızda bir sakınca yoktur. Tanrı işaret ve delillerini bu şekilde açıklayarak bilgi ve hikmet sahibi olduğunu göstermekte, sizin de bilgi ve hikmet içindehareket etmeniz gerektiğini söylemektedir.”[58] ayeti doğrudan vakitli iki dua vaktinden bahsediyor. Fecr ve işâ salatları, dua vaktinin zamanı konusunda bilgi veriyor. Salat, yukarıdaki ayetlerde yardımlaşma ve dayanışma iken burada dua vakti olarak karşımıza çıkmaktadır. Duanın güneş doğmadan önce yapılışı sırasında toplum içinde giydiğimiz elbiseleri giymemiş olacağımızdan bedensel mahremiyetin korunması icabı içeriye çocuk ve nikâhımız olmayan bir kadının girmesi yasaklanmaktadır. Aynı durum güneş batıp evimize döndüğümüzde ve odamıza çekilip Tanrı’ya dua ettiğimiz sırada da geçerlidir. Burada asıl olan üstümüzün müsait olup olmaması ve Tanrı’ya tam konsantrasyonla yönelerek dua etmeyi engelleyecek bir durumun ortadan kaldırılmasıdır. Kur’an dua için iki vakti açıkça zikrederek spekülasyonları kaldırmaktadır. Böylece insanın içindeki bir yaratıcıya dua etme, kendisiyle baş başa kalarak Tanrı’yla konuşma güdüsü de dillendirilmiş oluyor. Bu sırada kişinin herhangi biçimde bir ritüel yapması veya Mezopotamya-Sami geleneğindeki gibi kıyam, rüku ve secde içinde bulunması onun dua ve yakarış anlayışına bağlıdır.
“Bundan böyle onların sözlerine karşı dayan ve direnç göster. Güneşin doğuşu ve batışından önce[59] toplum için övülmeye değer iş ve eylem üret.[60] Toplum için hem geceleri hem de alçak gönüllülük içinde iş ve eylem ortaya koy.”[61] ayetleri gece gündüz toplum için faaliyet içinde olmayı dillendirir. Sabah ve akşamüzeri tespihte bulunmak sürekli davranış halini anlatır.
“Bu kitapta asla kuşkulanacağınız bir nokta bulamazsınız. Çünkü o, sorumluluk bilinci taşıyanlar için bir yol haritasıdır. Onlar kimsenin olmadığı yalnızlık hallerinde de Tanrı’ya güvenirler,[62] dayanışmayı şaha kaldırılar,[63] ulaştıkları nimetlerden infak ederler,[64] hem sana hem de senden önce indirilmiş kitaplara güvenirler,[65] adalet ve hesap gününün geleceği[66] konusunda hiç şüphe duymazlar.”[67] ayetleri Kur’an’ın kuşku duyulmaz tek kaynak oluşuna vurgu yaptıktan sonra iman, salat, infak, adalet ve hesaplaşma gününü öne çıkararak temel insani değerlerin hangi kavramsal değerler etrafında oluşturulacağını belirtmektedir. Bunlar arasında dayanışma ve mülkiyet fazlalığını topluma aktarma da dillendirilerek barışın ancak bunlarla geleceğine vurgu yapılıyor.
“Doğruyu yanlışla karıştırarak gerçeği gizlemeyin. Dayanışmayı yerinden tutup kaldırın,[68] ihtiyaç fazlalıklarınızı vererek fazlalıkların kirlerinden temizlenin,[69] bel bükenlerle[70] birlikte bel bükün.”[71] ayetleri içsel talepleri dile getiren vicdani değerlere göre yaşam sürmeyi dayanışma ve ekonomik destekleşmede görmektedir. Şu halde salatın toplumda gerçekleştirmek istediği ana proje eşitlenmeye giden yolda ideolojik bir zorunluluk var etmektir.
“Kitapta İsmail’in de şerefini yücelt. Çünkü o sözü ile özü bir olan haberci[72] ve elçiydi.[73] Halkına birbiriyle dayanışmayı[74] ve ihtiyaç fazlasını vererek temizlenmeyi[75] emrederdi. Böylece besleyen, büyüten ve donatan Tanrı’nın hoşlandığı işleri yapardı.”[76] ayetleri ile “Ey Tanrı’ya güvenenler! Sizden önceki vahyin mensupları ile size gelen gerçeklerin üstünü örtmeye çalışanların birlikte algı ve yaşam biçiminizle alay etmelerine aldırmayın, onları dost kabul etmeyin.[77] Onlardan boşuna saygı beklersiniz. Saygıyı onlar dışında kalan insanlardan bekleyin. Eğer güven içinde olmak istiyorsanız toplum bilinciyle hareket edin.[78] Birbirinize destek olmaya çağrıldığınızda[79] sizinle dalga geçerler. Halbuki böylesi bir çağrıyla alay edenlerin aklından zoru[80] vardır.”[81] ayetleri irdelendiğinde birliktelik kurma çağrılarının etkisini kırmak için hem eski din mensuplarının hem de kendi çevremizden kimselerin engeller oluşturacağı, karşıt propagandaya girişecekleri dillendirilir. Bunlara karşı destek ve dayanışmadan asla vazgeçilmemesi gerektiği Muhammed’den önceki elçiler üzerinden örneklendirilir. Demek ki İslam’ın son vahyi Kur’an ile ondan önceki vahiyler daima dayanışma ve destekleşmeye, mülkiyette eşitlenmeye çağırmışlardır. Biz de bu yoldan yürümeye devam etmeliyiz.
“Ey Tanrı’ya güvenenler! Toplumun değerini çok çok dillendirin. Toplum için nasıl olması gerekiyorsa öylesine sabah akşam eylem üretin. Tanrı sizi karanlıklardan aydınlıklara çıkarmak için size verdiği yeteneklerle sizi destekler.[82] Topluma güvenenler sevgi ve acımayı toplumda inşa etsinler ve bunun sonuçlarını da toplumdan beklesinler.”[83] ayetleri Tanrı’nın bizleri verdiği yeteneklerle desteklediğini belirtir. Böylece yeteneklerinin hakkını vermeyerek, dayanışma içine girmeyerek Tanrı’dan davacı olanların öncelikle kendisine verilen yeteneklerin hakkını vermesi beklenir. İktidar zulümlerine karşı yeteneklerinin hakkını vermeyen bir toplumun Tanrı’dan şikayetçi olması toprağa tohum serpmeyen, toprağı işlemeyen çiftçinin topraktan bolluk beklemesine benzer. Tanrı “Armut piş, ağzıma düş.” biçimindeki bir tembelliği reddeder. Eğer bu tip bir tembellik isteseydi hiçbir yetenek vermezdi. Bitki ve ağaçlar durdukları yerlerde beslenirken hareket ve düşünme yeteneğine sahip canlılar yaşamlarını sürdürmek için yeteneklerinin gereklerini yapmak zorundadır. Varoluş sırasında Tanrı birini insan olarak yaratmışsa kişi kendinin niteliklerini görmezden gelerek Tanrı’ya karşı başkaldırı hakkına sahip olamaz. Her varlık kendi özellik, yetenek ve nitelikleri ile davranış gösterir. İnsan, Tanrı’nın yasası olan evrimsel sürecin bir ürünü olduğuna göre sahip olduklarının gereğini yapmadığı sürece varlıklara karşı da sorumlu olacaktır. Çünkü hiçbir varlık özü, karakteri ve doğasından kaçamaz. Tanrı bu konuda asla ödün vermemektedir. Bu nedenle de akıl, bilinç, hareket ve yeteneklerle donattığı insandan eylem beklemektedir.
“Ey elçi! Sen Tanrısal bilgi ve haberi asla unutmayacak bir aracısın. Sadece doğal yoldan unutabileceklerini unutacaksın. Toplum kalıcı olan ile terk edilmesi gerekeni bilir. Bu nedenle kurtuluşa giden yol senin için kolaylaşır. Seni dinlemek istemeseler de sen hatırlatmayı sürdür. Sen hatırlattıkça içinde bir ürperti duyanlar kendine gelebilirken benliğine yabancılaşanlar hatırlattığın şeylerden kaçacaklar. Senden kaçanların etrafı ateş çemberiyle sarılacak. O çember içindeyken yaşayıp yaşamadığını, ölü mü diri mi olduğunu fark etmeyecek biçimde kalacaklar. İhtiyaç fazlasını elinden çıkararak ekonomik kirlerden temizlenenler bu çemberden uzak kalacaklar. Bu nedenle toplumsal değerlerin şerefinin yücelmesi için desteğini[84] esirgeme.”[85] ayetleri peygamberin vahiy değerlerini unutmayacağını söyleyerek bir insan olarak beşeri ilişkilerinde unutkanlık yaşayacağını da söyler. İlginç biçimde doğru, güzel ve iyiliğin sürekli hatırlatılması istenirken ekonomik dengeye giden zekat yanında salatın zikredilir. Yani destek ve dayanışma insanlara şeref kazandırdığı için bu kavramların bizzat kendilerinin şeref kaynağı olduğu beyan edilir. Demek ki birey ve toplum şerefli yaşamı, onurlu ömrü ve değerli anları ancak birbirine destek olmakla sağlar.
“Sana ulaşan bilgi ve haberi başta kendin izleyerek başkalarına da ilet.[86] Birbirine destek olmayı yerde sürünmekten ayağa kaldır. Dayanışma, toplumda oluşacak çirkinlikler ile kötülükleri engeller. Toplumun şerefini yüceltme işi çok büyük bir iştir.[87] Yaptığınız tüm eylemler toplumun gözü önünde gerçekleşmektedir.”[88] ayeti dayanışmanın neden değerli bir faaliyet olduğunu söylerken çirkinlik ve kötülüklere karşı önlem alınmasında toplumsal bir yarar sağladığına vurgu yapar. Çünkü dayanışma, paylaşma ve imeceyi bilmeyen bir toplumda sosyal sınıflar oluşacağından sınıflar arası çatışmalar ve kanlı eylemler gerçekleşir. Kimsenin güvenlik ve saygınlığı kalmaz. Kapitalizmin hükmettiği dünyaya şöyle bir baksak Kur’an’ın ne demek istediği anlaşılır.
“Evren, doğa ve toplumdan sana bol bol nimetler sunuldu. Toplum için dayanışma ve destek içinde ol, zorluklara karşı da göğsünü siper et.[89] Senden nefret edenlerden geriye hiçbir iz kalmayacaktır.”[90] ayetlerinde ebterlik kevserin zıttı olarak verilir. Biri nimetlerle donanmak, öteki elde olanları kaybetmektir. Kur’an, hem dayanışma içinde olmayı hem de tüm zorlukları göğüsleyecek bir irade ortaya koymayı barışçılara emretmektedir. Çünkü barışın yolu dikenli olduğundan en büyük acılar yaşansa da yıkılmayarak ve dayanışmayı en üst düzeye taşıyarak barış için mücadele ortaya koymak tüm barış elçilerinin görevidir.
“Besleyen, büyüten ve donatan toplumun değerini yükseklere çıkar ve tüm varlığınla hayatın merkezine toplumu alarak yaşa. Doğu Sasani’nin[91] ve Batı Bizans’ın[92] değildir, her yer halklarındır. Kendini Doğu ve Batıdaki egemen güçlere değil besleyen, büyüten ve donatan toplumuna emanet et. Çünkü eğiten, büyüten ve donatan sadece evren, doğa, toprak, su ve halktır.”[93] ayetleri İslam siyasetinde doğayı ve halkı merkeze alan, gücünü doğal olanı koruma ile halktan alan, egemen bir dış gücün himayesine sığınmayı reddeden eko-siyasal[94] bir tavır takınmayı öne çıkarır. Bu nedenle başta namaz olmak üzere hac, zekât ve kurban toplumsal güç ve sosyal birliktelik oluşturma amaçlı nusûklardır.[95] Bu ritüeller yerel ve tarihseldir, ancak bunların amacı evrenseldir.
[*] Bir TV programında “Hayvanlar namaz kılmaz.” diyerek namaz kılmayanları hayvanlarla eşdeğer gören özgür irade düşmanı, yobaz, abdestli kapitalist ve geleneği putlaştıran zatın şahsında tüm abdestli putçulara cevaptır.
[1]GENÇ, Ahmet, Kur’an’da Salat Kavramının Semantik Tahlili, Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, 2008
[2] UYLUK: Kalça ile diz arası
[3] MÜSNED, Ahmed bin Hambel, 3/392; MÜSLİM, Nikah, Babu’l-Emr Bi’l-İcâbeti’d-Dai, numara 1431
[4] RAĞIP EL-İSFEHANİ, El-Müfredat, Salat mad., çeviren ve notlandıran: Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007
[5] ELİAÇIK, İhsan, Yaşayan Kur’an, İsra Suresi, 46 nolu dipnot, İnşa Yayınları, İstanbul, 2015
[6] Kıyam
[7] Rükû
[8] Secde
[9] Yusuf,100
[10] İSLAMOĞLU, Mustafa, Hayat Kitabı Kur’an, Secde Suresi Tanıtım Girişi, Düşün Yayınları, İstanbul, 2014
[11] Tudahhiru-hum ve tuzekkiy-hum
[12] Salli aleyhim
[13] İnne salate-ke sekenun-lehum
[14] Tevbe,103
[15] Tevbe,118
[16] Lâ yestevi/eşit olmazlar
[17] Arzul’lâhi vasiaten
[18] Men yuhacir fi-sebili’l-lahi
[19] Mü’min
[20] Salat, iman edenlere vakti belli olarak yazıldı.
[21] Nisa,95-103
[22] Salavatün
[23] Egamu’s-salate
[24] Âtu’z-zekate
[25] Hac,39-41
[26] Mugiymine’s-salate
[27] Nisa,162
[28] Bakara,277
[29] Tevbe,54
[30] Fe-veylün li’l-musalliyn
[31] MÂUN: Zorunlu ihtiyaç maddeleri, insanın en temel ihtiyaçları
[32] Maun,1-7
[33] Müddessir,43-46
[34] Sadaka
[35] Kıyamet,31
[36] Enfal,35
[37] Kâfirler
[38] Salavati-him yuhafizun
[39] Muminun,1-11
[40] Melekler
[41] Ahzab,56
[42] Gable tulûu’i-şemsi
[43] Gable’l-gurubiha
[44] Sebbih bi-hamdi-ke
[45] Ânâil-leyli
[46] Etrâfe’n-nehâr
[47] Taha,130
[48] 90 derece
[49] TEHECCÜD: Ara verme, kesintiye uğratma, mola verme
[50] İsra,78-81
[51] İsra,82
[52] Hud,113-115
[53] Fe-sübhanene’l-lâhi
[54] Rum,17-19
[55] Meleket eymanu-kum
[56] Salati’l-fecri
[57] Salati’l-‘işâ
[58] Nur,58
[59] Gable tulûu’i-şemsi ve gable’l-ğurûbi
[60] Sebbih bi-hamdi
[61] Kaf,39-40
[62] Gayba iman
[63] Salatı ayağa kaldırmak
[64] İnfak
[65] Kitaplara iman
[66] Ahirete iman
[67] Bakara,2-4
[68] Salat
[69] Zekat
[70] Rükû
[71] Bakara,42-43
[72] Nebi
[73] Rasul
[74] Salat
[75] Zekât
[76] Meryem,54-55
[77] Küffar evliyâsı
[78] Ve’t-tegu’l-lahe in-kuntum mu’miniyn
[79] İza-nâdeytum ile’s-salati
[80] Lâ-ye’gilûn
[81] Maide,57-58
[82] Yusalliy aleykum ve melaiketihi
[83] Ahzab,41-43
[84] Ve’zkuresme rabbi-hi fe-sallê
[85] A’lâ,1-15
[86] UTLÛ: Kendin takip et, başkalarına da tavsiye et.
[87] Ve-le-zikru’l-Lahi ekber
[88] Ankebut,45
[89] Nehar
[90] Kevser,1-3
[91] Günümüzde Çin ve Rusya
[92] Günümüzde Avrupa ve ABD
[93]Müzzemmil,8-10
[94] Eko-siyasal: Çevre bilinciyle ilişkili yönetim anlayışı
[95] bkz. Namık Kaya, Kızıl İslam, Salihat ve Hasenat, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2016