Şule Yüksel Şenler’in “Huzur Sokağı” romanı diziye uyarlandı. Bilenler bilir yetmişli yılların en çok satan hidayet romanlarının başında gelir Huzur Sokağı.
Roman; zengin,züppe ve mini etekli kızımız Feyza’nın, fakir ve dindar gencimiz Bilal’e aşık olmasıyla birlikte nasıl hidayete erdiğinin hikayesini anlatır. Diğer hidayet romanlarında olduğu gibi burada da roman tekniği, tebliğ hizmeti için (!) araç olarak kullanılmıştır.
Uzun zamandır İslami camianın insanları başörtülü bir karakteri televizyon dizisinde görmek istiyordu. Gerçi yıllardır Kanal 7 ve STV gibi kanallarda başrolde başörtülü karakterlerin olduğu çok sayıda dizi yayınlanmasına ragmen bu diziler pek önemsenmiyordu. Bu diziler oldukça kalitesiz yapımlardı ama önemsenmeyişinin asıl nedeni “kalitesizlik” bence. Asıl neden: Yakın döneme kadar dindarları “yobaz, gerici” diye yaftalayarak aşağılayan, başörtülü bir karakterin ancak hizmetçi kontenjanından ekranda görünebildiği ulusal kanallara karşı duyulan kompleksti. Bu kompleksten dolayı ille de merkez medyanın büyük bir televizyon kanalında yayınlanan bir dizide ünlü bir sanatçının başörtüsü takması arzulanıyordu içten içe. Ancak böylesi bir dizi bu kompleksi yatıştırabilirdi. Ve bu kompleksli kitlenin üst düzey beklentisini farkeden kurnaz bir yapım şirketi, ortamın da müsait olmasını fırsata çavirerek hemen kolları sıvadı ve başörtülü bir karakteri başrole taşıdı.
Ve nihayet geçtiğimiz hafta Atv’de yayına başlayan Huzur Sokağı dizisiyle, başörtülü bir karakter izleyicisiyle buluştu.
Diziyle ilgili birçok yorum yapıldı. Beğenenler olduğu gibi hayal kırıklığına uğrayanlar da oldu. Diziyle ilgili yapılan eleştirilerin çoğu, hikayenin 1970’lerin Türkiye’sinde geçtiğini ve günümüzde geçerliliğini yitirdiğiyle ilgili. Ama bence asıl eleştirilmesi gereken nokta es geçiliyor.
Her şeyden önce; yakın tarihte 28 Şubat gibi bir süreçten geçmiş ve büyük mağduriyetler yaşamış başörtülü kızların hikayeleri dururken suya sabuna dokunmadan “başörtüsünü” bir hidayet romanı uyarlamasıyla ekrana taşımak pek şık olmadı kanımca. İkinci ve daha önemlisi “Hidayet Romanları”ndaki yok edilmesi gereken sorunlu kadın algısının güncellenerek diziler aracılığıyla daha büyük bir kitleye ulaştırılması. Aslında amacım; bir dizi eleştirisi yapmaktan ziyade bu dizinin nelere hizmet ettiğini ve hidayet romanlarındaki sorunlu kadın algısını irdelemek.
Sadece Huzur Sokağı değil diğer bütün hidayet romanlarında da açık bir kadının dönüşüm hikayesi anlatılır. Erkek merkezli bakış açısıyla yazılan bu romanların kurgusunda kadın, her ne kadar merkezde gibi görünse de aslında “nesne” konumundadır. Bu bakışa göre “hidayet erki” erkeğin elindedir ve kadın kendi aklı ve ilmiyle değil; ancak bir erkek eliyle istenen dönüşümü geçirir. Kadının dinle tanışması da hep bir aşka endekslidir. Aslında bu yönüyle bakıldığında bu romanların kadını, tek başına yetersiz ve edilgen konuma düşürerek aşağıladığını görürüz. Kadını küçümseyen, aciz gösteren bir bakış açısıdır bu. Bu bakışın yaratıcıları, erkekler olsa da bu bakışa hizmet eden kadın yazarların sayısı da az değildir maalesef. Bu romanlar arasında en popüler olan Huzur Sokağı’nın yazarı nitekim bir kadındır ve bakış açısı olarak bir erkekten farkı yoktur.
Yıllarca Cumhuriyetçi laik çevreden insanlar; başörtüsü takan kadınları “beyniniz yıkanmış” diye itham etti. Hiç bir zaman başörtüsünü kendi hür irademizle taktığımıza bu insanları inandıramadık. Onlara göre başörtülü kadınlar, ya aile baskısından ya da kocasının isteği üzerine başörtüsü takmışlardı.
Sanırım bu algının oluşmasında “Hidayet Romanları”nın kadını erkekler üzerinden tanımlayan bu sakat bakışının da etkisi olmuştur. Etkisi olmasa bile bu bakışı desteklediğine şüphe yoktur.
Dindar erkeklerin kafasındaki “açık bir kızla evlenirim, sonra onu kapatırım” düşüncesini pohpohlayan bu romanlar erkek egosunu tatmin etmekten öteye geçmiyor. Ayrıca bir kadının dindarlaşmasının sadece başörtüye endekslenmesi de ayrı bir sorun.
Bu söylediklerimin dışında diziye dönersek; bu dizinin Müslüman kapitalist sermayeye hizmetinin büyük olacağını da öngörebiliyorum. Nasıl ki Bihter’in taktığı kolyeler, yüzükler, giydiği kıyafetler moda oluyorsa bu diziyle birlikte Feyza’nın taktığı başörtüsü markası, giydiği etek, koluna taktığı çanta da başörtülü genç kızların hayallerini süsleyecektir.
Başörtülü kızların yıllarca verdiği özgürlük mücadelesi, çekilen bunca çile dizilerde bu şekilde görünmek için değildi. Bu mücadelenin es geçilip, başörtüsüne odaklı(!) böylesi bir dizinin yapılmasıyla özgürlük mücadelemiz Feyza ve Bilal aşkına kurban gidiyor resmen.
Tabi ki başörtülülerin özgürlük mücadelesini anlatan dizilerin yapılmasını da bekleyemezdik. Çünkü hali hazırda bu sorun devam ediyor. Böyle bir dizinin yapılması bu sorunu çözeceğini vaad eden ve çözmeyen iktidara dokunurdu. Başörtüsünün artık en önemli ulusal kanallarda yayınlanan dizilerde bile başrolde görünmesi, başörtüsü sorununun kalmadığı yanılgısına düşürüyor insanları. Eh tabi bu da sorunu çözeceğini vaad edip çözmeyen iktidarın işine geliyordur. Kamuda görünemeyen başörtülüler ulusal bir kanalda görünüyor; hem de hizmetçi rolünde değil başrolde… Daha ne olsun! Nereden nereye geldik!..
Eğer bu dizi tutarsa (-ki tutacak gibi görünüyor) “başörtüsünün” başrolde olduğu aşklı meşkli bir dizi furyası da başlayabilir. Hidayet Romanı yazarlarının ve başı açık genç kızlara tebliğ(!) yapmayı bekleyen dindar erkeklerin gözü aydın olsun!