O kadar yoğunlaştı ki insanların yasal haklarını kullanmasının “terör örgütü üyeliği delili’’ sayılarak açılan soruşturmalar. İnsanlar bir basın açıklamasına katılıyor, peşinden iddianamesi geliyor . ‘‘ X örgütü üyesi olmaktan kamu davası açılmasına’’ diye, o ‘’X’’ kısmına da bir şey yazılıyor artık. Resmi literatürde örgüt adından bol ne var. Ama sonuç olarak insanlar bir basın açıklaması veya protestoya katılmaktan tir tir titrer hale getiriliyor.
Halbuki bunlar hem anayasalarda, hem uluslararası sözleşmelerde hem de yürürlükte olan hukuk kaidelerinde yer alan en temel hak ve hürriyetlerdir. Ancak bizim ülkemizde ‘’fazla demokrasiden’’ olacak, herhangi bir öğrenci, çocuğu yeni doğmuş bir anne veya bir işçi günün birinde böyle bir şeye katılmış ise sırf bunu yaptığı için ‘’terörizm’’ kovuşturmasına uğrayabiliyor. Onlarca iktidar gelip geçti, bir dolu yargı unsuru gelip gitti ama bu tarz değişmedi. Egemen akıllar birbirine miras yoluyla devretti hukuksuzluğu ve keyfiliği.
Bu konuda aralarında hiçbir ihtilaf olmadı, mutabıktılar. Ancak şunun altını çizmek gerekirki kim hangi fikirden olursa olsun, iktidarda kim olursa olsun, herkesin ‘anayasal hak ve hürriyetleri’ kullanma hak ve ihtiyacı vardır. Bugün düşüncesinin iktidarda olduğunu düşünenler yarın başka bir iktidar döneminde ‘basın ve protesto hürriyetini’ kullanma ihtiyacı hissedebilir, tıpkı bundan öncekilerin şimdi hissettiği gibi. Ya da her dönem bunu hissetmek zorunda kalanlar gibi. Yani bu hakların tasfiye edilmemesi ve fiilen kullanılamaz hale getirilmemesi hususu herkes için önemlidir.
Özgürlükler herkes için gereklidir. Bu keyfiliğin miras yoluyla iktidardan iktidara aktarılması hukuk ve özgürlüklerin katlidir. Tablo buyken son güncel gelişmelere baktığımızda ise Ethem Sarısülük’ün avukatına da terör örgütü üyeliğinden soruşturma açıldığını görüyoruz. Ve delillerde her zaman olduğu gibi ‘basın açıklamaları, duruşma sonrası demeçler vs.’ gibi şeyler üzerine bina edilmiş. Yani anayasal hakların kullanılması suç unsuru olarak burada da ‘delil’ niteliğinde soruşturmaya dahil edilmiş. Benzer örneklerin yaygınlığına baktığımızda hiç şaşırtıcı bir tablo değil aslında bu.
Birilerinin “bazı” kamu görevlilerine basın açıklaması yapmanın anayasal ve yasal bir hak olduğundan, bunun yasadışı delil kabul edilemeyeceğinden (yani hukukun abcsini) bahsetmesi lazım. Özellikle muhalif insanlar sürekli olarak garip ithamlar ve soyut gerekçelerle terör örgütü olmakla suçlanıyor. Kişilere soruşturma açılırken evrensel hukukla tezatlık içinde olan 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri yürüyüşleri Kanunu’ndaki ceza ve isnadlarla da yetinilmiyor. Bunlar terör örgütü üyeliğinden takibata uğramalılar ki hem daha fazla ceza korkusu yaşasınlar, hemde kamuoyu nezdinde itibarları sarsılsın!
Kısacası burunları sürtülsün de bir daha egemen akla ters düşmemeyi öğrensinler! Basın açıklamasına veya protestoya katılmak ise önce iddianameye sonrada hükme dönüşen polis fezlekelerinde bu minvalde kullanılan en gözde delillerden bir tanesi. Bir protestoya katılmış mısın sen? Haydi teröristsin! Hadi polisi anlıyoruz, hukuk formasyonu yok eğitimini almamış (gerçi bunun için eğitimede gerek yok ama). Bakıyor kendi sevmediği, kendine yabancı iğreti gelen ne varsa protesto, basın açıklaması vs ’bu yasadışıdır’ algısıyla fezlekeye sokuyor, öyle yuvarlaklar içine alıyor basın açıklamalarındakilerin fotoğraflarını Amerikan filmlerindeki ajanlar gibi.
Ama peki hukukçulara; hakim, savcılara ne demeli? Hukuk fakültesinde 4 yıl boyunca bunu mu öğrettiler bize? Anayasal bir hakkı kullanmak suç delili olarak nasıl öne sürülebilir? Bir iddianameye nasıl konu olabilir? Ethem Sarısülük’ün adı ise bahsi geçen soruşturmada “terör örgütü üyesi” olarak geçiyormuş… Bu ifadeyi koymadan önce insan durur bir düşünür, bu insan hayattayken herhangi bir örgütün üyeliği suçlamasıyla yargılanmamış ve ceza almamış, hukuken bu suçtan hüküm giymeyen birisinin adı bir soruşturmada nasıl terör örgütü üyesi olarak geçirilebilir?
Bir cezai takibatta ‘’bana öyle geliyor’’ mantığıyla nasıl hareket edilebilir? Bir insanın bir suçu işlediği yasal olarak sabit olmadıkça hukuk düzeni tarafından o kişi o suçu işlemiş olarak kabul edilemez (Anayasa Md.38). Yani hüküm giymeyi bırakalım ondan yargılanmamış dahi olan birine arkasından terörist diye bağırmak nasıl bir hukuk algısının ürünüdür? Eğer yok Ethem örgüt üyesiydi ama biz onun hakkında soruşturma açma gereği duymadık deniliyorsada o başka, o zaman bunu diyenler ‘terör örgütüne yardım, yataklık ve görevi ihmal’ suçu işlemiş demektir! Bu minvalde ortada işlendiği hükmen sabit bir suç yokken, bir insanı hayattayken yargılanmış bile olmadığı bir suçu işlemiş olarak anmak ‘Kişinin hatırasına hakaret(ölmüş birisinin manevi şahsiyetine hakaret)’ (TCK 130) ve İftira (Tck md. 267)’ suçunu meydana getirir.
Hukuk fakültesi birinci sınıf öğrencisi bile bilir bir insanın hüküm giymediği suçla itham edilmeyeceğini. Edilirse bunu yapmanın kendisinin suç olacağını ve bu suçu işleyenin sıfatının bunun suç olduğu gerçeğine etkisi olmayacağını. İşlevsel bir hukuk devletinde bu usulü alışkanlık edinenler hakkında soruşturma yürütülür. Tüm bu olaylara ve anayasal hürriyetlerin eğip bükülerek yasadışı delil sayılması unsurlarına bakıldığında kanaatimce bu kadar basit hukuk hatalarının hukuk eğitimi almış kişilerce bilinçsizce yapılamayacağı sonucu düşünülebilir. Kanımca asıl soruşturulması gereken durum budur. Şayet bu tarz ‘cezai isnadlar’ bu kadar keyfi bir şekilde bilinçli olarak yapılıyorsa bu ‘görevi Kötüye Kullanma’ (Tck md 257) suçunun tartışılmasını gündeme getirmelidir. Ve bu hususlarla ilgili suç duyurusunda bulunulması gereklidir. Bir sonuç çıksa da çıkmasa da! Çünkü bu durum kanaatimce anayasal hakların ‘görevin kötüye kullanılması’ suretiyle engellenmesinden başka bir şey değildir.
Hukuk hiçbir mekan ve zamanda muhalif insanları bir basın açıklaması yapmaktan bile korkar hale getirecek mengene olarak kullanılamaz, kullanılmamalıdır. Hukuk avukatları da, muhalif olan ancak hak ihlaline uğramış olan insanların davalarını ‘başıma benimde iş gelir’ korkusuyla alamaz hale getirmek üzere kullanılamaz. Eğer bir hukuk sisteminde Ethem’in avukatı olmanın riskiyle , Ahmetin veya Mehmet’in avukatı olmanın riski aynı değilse orda hukukun içi oyuluyor demektir. Zira herkesin bir avukata, her avukatın özgürce istediği davayı almaya ve her bireyinde anayasal hürriyetlerini kullanmaya hakkı vardır.
Bundan başka türlüsü düşünülemez. Bu minvalde hukuk avukatı ve bireyi terbiye(!) etme aracı değil, onların haklarını ve özgürlüklerini hukuk güvenliği altında rahatça kullanmasını sağlayacak kurallar ve ilkeler bütünüdür… Hem pozitif (ülke çapında yürürlükteki), hem de evrensel hukuk kaidelerinin gelişigüzel bir şekilde çiğnendiği bir toplumda kimsenin kendini güvende hissetmeyeceği aşikardır. Hukuk güvenliği birey için her şeyin başında gelir. Hukuk gelişigüzel kullanıldığı takdirde toplumun kimyasını bozar ve onu patlamanın eşiğine getirir… Hukuka güvenin yeniden tesis edilebilmesi içinde hukuk mekanizmasının keyfe göre değil, ‘hukukun genel ilkelerine ve ceza muhakemesinin esaslarına’ göre işlemesi gerekir. Ve bu esas ve ilkelerin sağlıklı işlemesine herkesin ihtiyacı vardır.
Hukuk ve adalet herkes içindir. Eğer birileri hakkında gerçekten gerçek delilleriyle (anayasal hakkın eğip bükülerek suç gibi gösterilerek değil) ceza kovuşturması yapılacaksada kanımca bunun yapılması gereken birçok örnek vardır ortalıkta… ‘Roboski’de tepesine bomba yağanların failleri (takipsizlik verilmişti), Cumartesi Annelerinin evladlarının failleri, Soma’nın veya diğer iş katliamlarının meydana gelmesinde ihmali yada keyfiliği olan patronlar, bürokratlar, siyasiler… İnsanların kafasına hedef gözeterek gaz bombası atıp ölüme veya yaralanmaya sebebiyet verenler…’Bunlar çoğaltılabilir. Zira toplumun vicdanında mahkum olmak dışında hiçbir hukuki yaptırıma uğramayan birsürü ‘hükümsüz fail’ dolaşıyor ortalıkta. ‘Hem bunların soruşturulması için yasaları öyle eğip bükmeye bir şeylere benzetmeyede gerek yoktur, bu fiiller zaten anadan doğma suçturlar. Üstelik delilleride tüm kamu vicdanının gözü önünde tezahür etmiş cinsten suçturlar. İnsanlık suçudurlar