David Wainess, İbn Battûta’nın Destansı Seyahati kitabında tipik oryantalist bakış açısının çok çok uzağında, âdeta içten bir sıcaklık, samimiyet duyduğu bir arkadaşının, tanıdığının notlarıymışçasına İbn Battûta’nın eserine yaklaşıyor..
Alfa Yayınları’ndan çıkan İbn Battûta’nın Destansı Seyahati başlıklı David Wainessimzalı eser, bir Batılı yazarın intibalarından, notlarından ziyade, özellikli, titiz bir yaklaşımın ürünü olan dikkat çekici bir çalışma. Doğu’nun, belki de dünyanın en önemli seyyahlarından biri sayılan İbn Battûta’nın yirmi dokuz yıllık İslâm ümmetini bütünüyle tanıma ve anlama çabasını sayfa sayfa irdeleyen David Wainess, iyi niyetli yaklaşımını, İbn Battûta’nın çeyrek asırdan fazla süren çabasını anlamaya hasrediyor.
Batılı yazar ve araştırmacıların pek az çalışmalarını iki veya üç defa okumuşumdur. Şüphesiz David Wainess’in bu çalışması da iki belki üç defa okunacaklar kategorisinde yer almaktadır. Zira Wainess, İbn Battûta’nın büyük ve destansı seyahati başta olmak üzere, Doğu’nun bin üç yüzlü yıllarına dair İslâm dünyasının fotoğrafını çeken Tuhfetû’n-Nüzzâr fî Garâbi’l-Emsar ve’l-Acâibi’l-Esfar (İlginç Ülkeleri ve Macera Dolu Yolculukları Merak Edenlere Armağan) isimli büyük seyahat kitabı çerçevesinde, Doğu toplumlarının inançları, yönetim biçimleri, giyim tarzları, tarihî kişiliklerine dair çok önemli verileri mercek altına alıyor.
İbn Battûta’nın henüz yirmi bir yaşındayken hac niyetiyle memleketi Tanca’dan başlayan yolculuğu, öncelikle Mekke ve Medine merkezde olmak üzere sıradan bir seyahat olarak düşünülmüşken; sonrasında seyyahın Mısır’da gördüğü bir rüya ve bu rüyanın yorumu neticesinde geniş topraklara uzanıyor. Wainess, İbn Battûta’nın Mekke ve Medine başta olmak üzere Bağdat, Mısır, Filistin, Anadolu, Suriye, İran, Sudan, Hindistan, Çin, Maldiv Adaları ve Sumatra üzerinden yeniden Tanca’ya dönen yorgun ve fakat ‘Bildiğim kadarıyla hiç kimsenin erişemediğine eriştim. Öbür dünyada Cenab-ı Hakk’ın rahmetine, bağışlamasına ve cennet ödülüne mazhar olmak hususunda ümidim güçlüdür’ diyen bir seyyahın anlatısına kulak veriyor ve eserini gerçeklik ve karşılaştırma temelinde ortaya koyuyor.
Wainess, Doğu üzerine yazılan eserleri çeviri yönteminin en dakik ölçülerine göre sınıflandırıp kaynak ve belge üzerinden orijinal ve nitelikli bir çalışma ortaya koymuş. İbn Battûta’nın tarihe tanıklığı ve bu tanıklıklar sebebiyle dünyanın merkezinde bulunan İslâm merkezli Doğu düşüncesi etrafında oldukça objektif bir yaklaşım gösteriyor. Öyle ki Wainess, İslâm düşüncesini, mezhepler başta olmak üzere, tarikatlar, yerleşik âdetler ve farklı yaklaşımlar olmak üzere bütün inceliklerine vakıf bir akademisyen titizliğiyle öğrenmiş ve eserinde İbn Battûta’nın uzun yolculuklarını göz önünde bulundurarak gerekli açıklamaları ve uyarıları yerinde tespit etmiş.
Wainess’in yaklaşımı, tipik oryantalist bakış açısının çok çok uzağında
Tuhfetû’n-Nüzzâr fî Garâbi’l-Emsar ve’l-Acâibi’l-Esfar, ilginçtir, Doğu toplumlarında görmediği ilgiyi Batı’da görmüş, bu doğrultuda eser üzerine onlarca inceleme ve araştırma yapılmış. Akademisyen olmasına karşın Wainess eserinde, derinlikli ve fakat anlaşılır bir üslup ve okuru araştırmaya yönlendiren bir tavır göstermektedir. Yazar, Marco Polo’nun görmediği yerleri gerçeklik kurgusu üzerinden kaleme almasına dikkat çekmenin yanında, yüzyıllarca Avrupa’da on dokuzuncu yüzyıla kadar büyük seyahat eseri olarak gösterilen Travels of Sir John Mandeville isimli eserin aslında yirmi farklı eserden intihal yapılarak yeniden yazıldığını belirtmektedir. Bu nokta önemlidir; İbn Battûta’nın seyahatleri, sadece yolculuk arzusunun neticesi olarak ortaya çıkmamıştır, bunun yanında sosyolojik bir bütünlük de taşımaktadır. Siyasî, dinî ve etnolojik olarak kronolojiye dayalı gerçekliğin, sahiciliğin izlerini araştıran Wainess, seyyahın bunu çok az ‘hatırlayış’ farklarıyla bire bir yaşadığını, seyahatin sadece Doğu için değil, Batı için de çok çok önem taşıdığını belirtir.Batılı yazar ve araştırmacıların Doğu ve çevresi hakkında en temel görüşleri Binbir Gece Masalları çerçevesinde yer alırken, İbn Batttûta’nın eşsiz eseri karşısında bu anlayış önemli ölçüde değişikliğe uğrar. Öyle ki, gerçekliğinden şüphe duyulan Batılı seyyahların eserlerinde dahi Doğu’nun sözde gayrı medeni tasavvuru İbn Battûta’nın eseri vesilesiyle geçersiz kılınmıştır. Şüphesiz Ortaçağ boyunca, toplumların ilişki biçimleri, kayıp kıtalar kadar birbirine uzak ve alabildiğine sınırlı durumdaydı. İbn Battûta, bu gerçeğin belli ki farkında olmaksızın kendi varlığını anlamak, anlamlandırmak, daha doğrusu içine doğduğu toplumun ‘ümmet merkezli’ tarifine ulaşmak için binbir türlü çileye katlanmıştı. Özellikle Hindistan ve Çin merkezli anlatılar oldukça ilginç bilgiler taşımaktadır. Günümüz dünyasında mantığın kabul edemeyeceği inanç silsilesi ve yerleşik alışkanlıklar o günün koşullarında sıradan sayılmaktadır. Bunun yanında mezheplerin geniş bir alana yayılması, İslâm pratiğinin ne denli çabuk kavrandığının, içselleştirildiğinin önemli bir ayrıntısını oluşturmaktadır. Bu ayrıntı bağlamında Wainess, mezhepleri ve tarikatları belli başlı olaylar çerçevesinde İbn Battûta’nın eseri üzerinden okumaya girişir.
İbn Battûta’nın Destansı Seyahati, önemli bir eserin, Tuhfetû’n-Nüzzâr fî Garâbi’l-Emsar ve’l-Acâibi’l-Esfar’ın Doğu dünyasında yankılanmayan sesini Batı’ya duyurmuş olması açısından da dikkate değer bir eserdir. David Wainess, tipik oryantalist bakış açısının çok çok uzağında, âdeta içten bir sıcaklık, samimiyet duyduğu bir arkadaşının, tanıdığının notlarıymışçasına İbn Battûta’nın eserine yaklaşıyor ve sosyolojik bir vakıa olarak bu seyahat notlarını irdeliyor. Eser üzerine ciddi bir yazı kaleme alınmamış henüz. Öyle sanıyorum ki ilerleyen zamanlarda eserin önemi alanı itibarıyla daha iyi anlaşılacaktır.
Arif Akçalı