Diyarbakır İl Müftlüğü’nden emekliye ayrılan ve HDP’den milletvekili adayı olan Nimetullah Erdoğmuş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından “sözde müftü” denilerek hedef alınmıştı.
Nimetullah Erdoğmuş, Müftülük görevi süresince sıra dışı ve halkın taleplerini gözeten bir çizgi izledi.
Kadir Gecesi’nde cezaevindeki mahkumlar için genel af, barış ve kardeşlik için dua ettirdi.
2011 yılında Diyarbakır müftüsü iken halkın Kürtçe vaaz talebini gözeterek, Kürtçe vaaz ve hutbeyi ilk başlatan oldu.
Sivil Cuma eylemcileriyle yürüttüğü başarılı diyaloglar ile halkın sempatisini kazandı.
Biz de bu sıradışı “müftü” yle neden HDP’den aday olduğunu konuştuk…
DEVLET MÜFTÜSÜ YERİNE HALKIN MÜFTÜSÜ
Siyasete girmeye nasıl karar verdiniz? Niçin HDP?
Bunu birçok kere değişik ifadelerle anlatmaya çalıştım. HDP’ye girmem ani bir karar neticesinde olmadı. Diyarbakır müftülüğüm esnasında gördüklerim, duyduklarım, okuduklarımla birlikte hissettiklerim, bana Diyarbakır’ın daha farklı bir şekilde tahlil edilmesi sorumluluğunu yükledi. Sadece yaşananlar ve problemlerle hissi olarak yüzleştikçe, fark ettiklerim beni biraz daha işin hakikatini, mahiyetini, tabir caizse iç yüzünü görmeye sevk etti.
Dört yıllık Diyarbakır müftülüğü görevim esnasında gördüklerim, kendimi bir protokol müftüsü, bir devlet müftüsü, bir resmi müftü yerine sivil, demokrat ve halkın müftüsü olarak tanımlamayı getirdi. Bu benim planladığım bir şey değildi. Diyarbakır’da bir itiş gücü vardı bir de çekim gücü vardı. Beni iten güç resmi ideolojinin, resmi söylemin soğuk yüzü ve politikasıydı. Bununla ilgili görevim sırasında da çok uğraştım. Anlatmaya çalıştıklarım her defasında karşılıksız kaldı, karşılık bulamadı. Bu beni iten güç oldu. Bir de çekim gücü vardı. Diyarbakır’ın her gün yaşanan sahici problemleri, büyük bir dava vardı ortada. Kürt sorunu vardı. Bu dava gelip çok önemli bir merhalede adeta düğümlenmişti. Çünkü bu merhale artık müzakereleri zorluyordu. Diyaloğu zorluyordu. Barış görüşmelerini dayatıyordu. Ciddiye alınmıyordu.
KENDİMİ VİCDANIN SAFINDA BULDUM
Ne gibi tutumlarla karşılaşıyordunuz?
“İyi güzel de neden Kürt meselesi” gibi, “yoksa siz de mi “ gibi sorularla karşılaşıyorduk. “Siz uzak durun” gibi telkinlerle karşılaştık bir yandan. Kendi kurumumda da bunları yaşadım. Halbuki diğer tarafta kıyamet kopuyordu. Bir yanardağ düşünün mağma hareket halinde, püskürüyor. Gözünle görüyorsun o lavlar etrafı yakıp yıkıyor. Onu anlatmaya çalışıyorsun. İmdat! diyorsun, eyvah! diyorsun, Kürtçe hawar! diyorsun. Bizim hissettiğimizi onlara hissettiremiyorduk.
Çekim gücü ise ezilmişlerin, hakarete uğrayanların, mağdurların, evladını yitirenlerin, eşini amcasını babasını yitirenlerin olduğu, kaybetmediği bir şey kalmamış bir halk vardı. Halkın çoğunlukla başkasının yaşam dediği şeyleri askıya aldığını gördüm. Günlük yaşam, geçim kaynakları, dünyevi dünyalılar olarak bir takım şeylere sahip olma. Her türlü yaşamın askıya alındığını gördüm.
Halkın gerçeği, içerisinde bulunduğu mücadeleydi. Bu mücadelenin de iyiliğe ulaşması için çalışmaydı. Biz iyilik derken özgürlük, kardeşlik, insani erdemler diyoruz. Kemal diyoruz. Bu mücadelenin içinde iyiliğe doğru akan bir pınar gibi, ama her aktıkça aşılan, her aktıkça etrafındakiler tarafından boğulmak istenen, akışı değiştirilmek istenen, fakat bütün engellemelere rağmen kendi doğal mecrasında akan bir pınardı bu halk. Ben de niye bunların içerisinde olmayayım diye düşündüm. İstikametimi önce o yöne çevirdim. Bir müddet onlarla yanyana yürümeye çalıştım. Onlar belki merkezde yürüyordu ben teğet kalmıştım. Ama şimdi ben de o kervana katılmış oldum.
İstifa dilekçemi verdiğimde bana sordular: “AKP’den teklif gelseydi ne yapardın?” diye. “Nefsim AKP derdi ama” dedim. “Aklın mı HDP”, diye sordular. “Vallahi bana bu yaptığın iş pek akıllıca bir iş değil de diyorlar” şeklinde açıkladım. Aklım değil vicdanımdı. Vicdan ile nefs arasına sıkışmışken kendimi vicdanın safında buldum.
Diyanet İşleri Başkanlığı verilerine göre 1992- 1999 yılları arasında Hizbullah tarafından öldürülen 15 imam var. Öldürülen imamların arasında; Seyda Molla Ubeydullah Dalar, merkez Berat Camii imamı Sıddık Turhallı ve İstasyon cami imamı Bekir Tüylü de var. Kürt sorununa duyarlılıklarıyla biliniyorlardı. Ne adına öldürüldüler? Hüda-par’a yönelik değerlendirmelerinizle birlikte bu konudaki düşüncelerinizi öğrenmek isteriz.
Bugünden doksanlı yıllara gitmek istesek; yani zaman ve mekan açısından belki yakın bir tarih sayılabilir, ama hafızamız açısından bir yüzyıl geriye gitmek demektir. Bir yüzyıl önce başımıza gelenleri yeniden değerlendirme noktasına sürüklenmiş olacağız. Bu kadar kayıplar ve acıya rağmen, şu anda doksanlı yılların bize maliyetinin hesabını halen kimse yapamaz. Doksanlı yıllarda bizim için açılan parantez unutulmayacak. Öyle sanıyorum tarihçiler mutlaka bu kaydı düşeceklerdir ama Kürt halkının hafızasında kıyamete kadar canlı kalacak.
Örneğin Kerbela olayı. Nasıl bugün Şii dünyasında Hz. Hüseyin Efendimiz’in başına gelen o büyük acımasız katliam, kıyamete kadar Şii hafızasının unutamayacağı bir olaysa, doksanlı yıllar da bizim için böyledir. Kürt Halkının yeniden imhası, yok oluşu hareketiydi. Yaşadıklarımız açısından bir asır öncedir. Ama yaraları, bize maliyeti halen çok taze duruyor. Bugün İŞID bu geçmişteki hareketin Ortadoğu’daki yeni bir yüzüdür.
Bu hareketin siyaseten başarısı mümkün mü?
Böyle geçmişi olan bir siyasi hareketin, Kürt hafızasında tahriplere yol açan o büyük parantezin tahlilini yapmadan, yüzleşmeden, onun muhasebesini ve kendi halkıyla onun değerlendirilmesini yapmadan, gelecekte Kürt dünyasında siyaseten bir başarı elde etmelerine ben ihtimal vermiyorum. Ama tabii takdir halkımızın. Haziran’da oy kullanırken halkımız başını iki elinin arasına alacak, hafızasını gözden geçirecek, hem sistemin partisine oy verirken o şekilde kararını verecek, hem de yaşadıklarını hatırlayarak oyunu verecek.
Ben bundan dolayı 7 haziran seçiminin sürprizlere gebe olduğunu ve şu anda sistem partilerinin ve hassaten de iktidar partisinin, bu seçimle kendine tanınan bütün imkanları ve fırsatları da heba ettiği için, bu seçimde bütün bunların hesabını soracak bir irade ve bilinçle halkımız sandığa gidecek. Bu sorunun cevabını bırakalım halk 8 Haziran’da sandıkta versin.
AKP başkan yardımcısı Yasin Aktay, bölgedeki seçim çalışmaları sırasında “Artık bu yörenin insanına Kürt demek çok ayıptır. Çünkü biz Türk, Kürt, Arap ve Çerkeziz, biz bir milletiz“ demişti. Bu birleştirici bir söylem mi ayrıştırıcı mı? Tek dil tek din ne kadar adil? İktidar söylemde ümmetçiyken pratikte mezhepçi mi?
Bu tür tanımlamaları sevimli bulmuyorum. Nazik de bulmuyorum. Keşke gerçekten ümmet bilincini doğru okuyabilseler. Şu anda AKP zihniyeti tekçi bir zihniyettir. Ümmet şuuru ve anlayışı ise zaten bu tekçi durumu, tabir caizse elinin tersi ile reddediyor. Ümmet bütün ulusların, renklerin, dillerin, hatta inançların bir arada çoğulcu bir yapıyla, eşit bir şekilde adalet güvencesiyle bulunmaları demektir.
AKP başlangıç noktasında daha ümmete yakın olsa da geldikleri nokta tamamen tekçi bir noktadır. Benim ülkem, benim devletim, benim sınırım, benim dilim, benim milletim benim bayrağım. Elbette bu anlayış içerisinde Kürde de yer olmaz. Türkiye toplumu bu nedenle yeni arayış içerisindedir. Mevcut sistem tıkandı. Bu yetmedi başkanlık sistemi projesi geliştirdiler. Başkanlık sistemi 1400 yıl önceki Emevi ideolojisinin, saltanat ideolojisinin şu anda yeniden ihya edilmesidir. Sistemin lastiği her yerden su kaçırıyor. Neresinden yamayacaksın?
CHP ADAY OLMAM DURUMUNDA BANA ALAN AÇACAKLARINI SÖYLEDİ
Adaylığınızla ilgili sık karşılaştığınız soru olsa gerek; partinizde atesit komünistler de var. Müslüman bir din adamı olarak partinizdeki ateistlere, gayrimüslimlere yaklaşımınız nedir? CHP veya Hüda par çevresinden de benzer eleştiriler geliyor mu?
CHP genel başkan yardımcısını ve özel danışmanı Zeki beyi Diyarbakır’a bana gönderdi. Aday olmam durumunda bana alan açacaklarını söylediler. Ben de kendilerine “sizin zaten bir müftünüz var- İhsan bey var- sizin bir müftüye ihtiyacınızın olmaması gerekir” dedim. “Bizim bir Kürt müftüye ihtiyacımız var”, dediler. Ben de buraya kadar gelip zahmet ettiklerini, benim adıma sayın Kılıçdaroğlu’na şu mesajı götürmelerini istedim. “HDP ile ittifak yapınız, kamuoyunun karşısına da birlikte çıkın. Mecliste ayrı olabiliriz, seçim ittifakı yapınız, beraber yürümemiz için olmazsa olmaz ilkedir” demiştim. Cevap elbette olumsuz oldu.
ÊZİDİLERİN KENDİNİ TEMSİL ETMESİ YAŞADIKLARINI ANLATMALARI LAZIM
HDP şu anda en cesur parti. Bakın iki tane Êzidi adayımız var. CHP’nin mantığı Hüda Par’ın mantığıyla aynı kapıya çıkar. Hüda Par bizi iki tane Êzidi adayımız nedeniyle eleştiriyor. “Bu dinen caiz midir?” diye soruyor. “Bir Êzidi müslüman topluluğu nasıl temsil edebilir”, diye soruyor. Oysa biz nicel düşünmüyor nitel düşünüyoruz. Êzidilik insanlık tarihinin mirasıdır. Hem dini, hem kültürel, hem inanç mirasıdır. Hem de Mezapotamya’nın eşsiz mirasıdır Êzidiler. Bu miras bugün talanla karşı karşıyadır.
Şengâl’de Êzidi toplumu tarihte görülmemiş şekilde uluslararası güçlerin, doğulu ve batılı güçlerin oturup seyrettikleri bir zamanda talan ediliyor. Bu yetmiyormuş gibi kızları, gelinleri, eşleri pazarlarda köle olarak satılıyor. Êzidi toplumu bu muameleyle terbiye ediliyor. Bugün bir topluluk o tarihi hazineden sökülüp atılıyor. Onurları, şahsiyetleri ayaklar altında. Tüm dünya seyirci. HDP işte bu insanların dertlerinin, yaşadıkları dramın dünyaya duyurulması için iki Êzidi aday gösterdi. Êzidilerin kendini temsil etmesi lazım.
Yaşadıklarını anlatmaları lazım. Diyelim bir müftü HDP’den aday oldu diye sol nereye gidiyor sorusu soruyorlarsa Hüda Par da başka şekilde, Êzidileri gerekçe göstererek HDP nereye gidiyor sorusunu bize soruyor. İkisinin bu tür soru sorma saiki aynıdır ve hastalıklıdır.
Hemen yanıbaşımızda sizin de az önce dikkat çekiğiniz bir kıyım var. Soykırım aslında. İslam coğrafyası içerisinde son derece mağdur edilmiş halkların başında Êzidiler geliyor. Hala İslam aleminden bu katliama ilişkin kınama gelmedi. IŞİD’in yıkım ve katliamlarına karşı topyekun sessizlik söz konusu. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biraz önce anlattım. İnşallah 7 Haziran sonrası Êzidi yoldaşlarımızla beraber omuz omuza bunun mücadelesini vereceğiz. Ben müftü kimliğimle o mücadelede onların safında yer almış olacağım.
Cumhurbaşkanı Erdoğan sizle ilgili şöyle konuştu: “Nitekim işte Diyarbakır’da bir tane sözde müftü ne dedi? ‘Eğer benim partimin dini zerdüştlük olsa ben yine oradan aday olurdum’ dedi bu sözde müftü. Şu hale bak ya. Seçimde proje diye bula bula Diyanet’i kapatmayı bulmuşlar”. Ne söylemek istersiniz?
Cumhurbaşkanı benim için başka şeyler de söyledi. Şimdi benim çıkıp “seçilmiş ve tarafsız” cumhurbaşkanına laf yetiştirmem doğru olmaz. Keşke bu ülkede hukuk işleseydi de hakkımı hukuki yoldan arayabilseydim.
HERKES KENDİ MÜFTÜSÜNÜ SEÇSİN
Dindarlığı bir yatırım aracı olarak gören hükümetin Diyanet ile böylesine iç içe olması normal mi? Aralarındaki ilişki ve mesafe nasıl olmalı? Diyanetin yeniden yapılanması gerektiğini düşünenlerdensiniz bildiğimiz kadarıyla. Nasıl ve sadece Hanefiler için mi? Şafiilere, Alevilere ve Hristiyan topluluklara eşit yaklaşım sağlanması mümkün mü?
Yatırımlar konusunda hükümet çok ustadır. Mesela Suriye’ye yatırım yaptı. Suriye’ye kriz yatırımı yaptılar. Şimdi de kriz üretiyorlar. Şimdi de bu kriz, bu üretim beraberinde kaos getirdi. Şu andaki diyanet yatırımları da aynıdır.
Siyasetle diyanet ilişkisinin çok da nezih olduğunu söyleyemeyiz. Bizim anlatmak istediğimiz siyasetin Diyanet üzerindeki tahakkümünün kaldırılmasıdır. Biz istiyoruz ki Diyanet sivil olsun. Antidemokratik bir yapı olmasın. Tarafsız olsun. Özerk olsun. Bunlar toplum tarafından tartışılsın. Hatta Diyanet bugünkü sistemiyle diğer inanç gruplarına cevap olamadığı için, ki uygulamaları bunun ispatıdır, yeniden yapılandırılsın.
Bütün inanç gruplarının diyanet hizmetlerinde, inanç hizmetlerinde kendilerini ifade edebileceği ve bir vatandaşlık hakkı olarak haklarını kullanabileceği bir sistemle hizmetin yürütülmesi gerekir. Zaten sistemde siyaset ve diyanet arasında mutlaka mesafe olmalı.
TOBB örneğini verdim daha önce. TOBB ile siyasetin ilişkisi bir nezaket ilişkisidir. Seçimle gelmiş, tamamen özerk, kendi ekonomik ilişkilerini tanzim eden o şekilde faaliyetlerini yürüten bir kurum olarak karşımıza çıkıyor TOBB.
Peki Diyanet niye bu şekilde nezaket ilişkisinde olmasın? Niçin bir müftü o şehre atansın. Hatta kendimi diyeyim: Ben resmi gazeteden atamamı öğrenmek yerine Diyarbakır’ın kendi müftüsünü seçmesi daha iyi olmaz mıydı? Elbette bunun kriterleri var. Ehliyet, yetenek, kabiliyet, yeterlik olmalı. Kriterleri bellidir. Diyarbakır kendi müftüsünü seçsin, şafi ağırlıklıdır. Yozgat, İzmir kendi müftüsünü seçsin, Hanefi ağırlıklıdır. Dersim kendi müftüsünü seçsin, alevidir. Iğdır kendi müftüsünü seçsin, Caferi ağırlıklıdır. Bunun özeti biz inanç hizmetlerinin din hizmetlerinin de kendi selameti için tartışılmasından yanayız. Nasıl ki hukukun selameti için yargı bağımsızlığını tartışıyorsak, Diyanet hizmetlerinin de selameti için yeniden yapılanması gerekir, tartışılması gerekir.
KADINLARIN ÖNDE YER ALMALARI BİR BİRİKİMİN SONUCU
Partinizde 550 vekil adayının 268’i kadın. Bu konudaki görüşleriniz nedir?
Bizde kadının bu noktaya gelmesi her şeyden önce kadının kendine olan saygısının merhalesidir. Bu partinin bir lütfu gibi görülmemeli. Arkasında tarihi bir birikim var. Kadınların bu şekilde önde yer almaları diğer partilerdekinden farklı. Aksine kadınların mücadelesinin bir sonucudur. Bir birikimin sonucudur.
Nalan Temaltaş / Demokrat Haber