Dini kavramların ticari amaçlar için istismarına başlandığı yıllardı. Hasan’la ”Tekbir Giyim” dükkânı açan tüccarın yanında Edirne’ye geldiklerinde tanışmıştık. Ardından 1980 askeri darbesi oldu ve Hasan birkaç arkadaşıyla uçak kaçırdı. Uçağın içinde ne olup bittiğini ertesi günün gazetesinde ayrıntılarıyla okuduk. Tesadüfe bak ki Hürriyet muhabiri oradaymış. Korsanların fotoğraflarını bile çekmişti.
Muhabirin anlattıklarına bakılacak olursa İslamcı korsanlar uçağı ele geçirince havada hemen bir İslam devleti ilan ediyorlar. Kadınlar koltuk başlıklarının kılıflarıyla başlarını örtüyor. Dahası, yeni kurulan İslam devletine yolculardan bağış da toplanıyor.
Tabi, bir gariplik olabilir. İslam Devleti hayali ile yetişmiş olan bana bile garip gelmişti bu durum.
78 kuşağı İslamcılarının İslam Devleti özlemi yılların ardından gerçek oldu. İslam devleti dediğin de aslında Osmanlının yeniden diriltilmesiydi. Ne de olsa Milli Görüş öğretisi, yönetim için Fatih- Akşemseddin ikilisini idealize ediyordu. Kanuni ile Ebussuud da olabilir. Öyle ya, Kanuni’nin defni esnasında açılan tabuttan Ebussuud’un fetvaları uçuşmamış mıydı?
Şu halde kararların cevazını ”Ulemaya sormak gerekir” Yeni Osmanlının yeni Uleması da Hayrettin Karaman gibi adamlardı.(Diğer birisi de, değil bilim adamı, bir adam bile sayılmazdı)
Yine duyduklarım doğruysa Osmanlı’nın yeni Sultanı, Yavuz Bülent Bakiler ve bir kaçık olan Kadir Mısıroğlu gibi adamlara kulak vermekteydi.
“Tarih tekerrür edemez miydi? Mussolini Roma’yı diriltmeye çalışırken iyiydi de Türkler Osmanlı’yı diriltmek isterken mi kötüydü?”
Milli görüş günlerini hatırladı:
“Araplar Osmanlıya ihanet etmelerinin bedelini ödüyordu. 400 yıl huzur içinde yaşamışlar ama Osmanlının ardından huzur bulamamışlardı. Şimdi artık pişmanlardı. Tek umutları Türklerdi: ‘Filistin’i ancak siz kurtarabilirsiniz’ diyorlardı. Sadece Araplar da değil, Afrika’nın içlerine doğru nereye varsan Türkiye’den geldiğinizi öğrendiklerinde hep bir ağızdan haykırmıyorlar mıydı: “Gelin bizi yönetin”
Gömlek çıkaracak kadar cesurdu ama bunları sorgulayacak kadar çaplı değildi. Gücünü muhakemesinden değil cesaretinden ve hançeresinden alıyordu.
Tarihin akış yönünü vezirine sordu:
Doğru yerde duruyorlardı.
Düvel-i Muazzama hazır arkasındayken Doğu’ya sefere çıktı. İlk hedef Emevi Camisiydi. Ardından Kadir’in romatizmalı dizlerini Basra körfezinde denize sokacaktı (1979 yılında Kadir Mısıroğlu’ndan Ümraniye’de bizzat dinlemiştim.) Az gitti uz gitti, dere tepe düz gitti. Önce sığınmacılara sonra mezhebe sığındı. Ardından kimyasala umut bağladı. Kan dökmek işin doğasında vardı. Ülkenin selameti için çocuk boğmak dahi caizdi. Eline silah verdi cebine para koydu, eğitti donattı.
Bir türlü olmuyordu. Acaba hata mı ediyordu? Ölçtü biçti, nasıl ölçtü biçtiyse devam etmeye karar verdi. Hatasını anlamak istemedi, anlasa da kabul etmedi. Kibir yaptı inat etti. Döneceğine daha da ileri gitti. Bir de ardına baktı ki kimse yoktu. Sopa gibi ortada kalmıştı.
Hasan ilk İslam devletini havada kurmuştu, Yeni Osmanlı da “Su üstünde/ yazı yazsam kalır mı?”
Devlet kalmadı ama başörtü iliştirilmiş kadınlar ve mevzun miktarda para kaldı.
Ömer Öcal