Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “İslam’ı 14 asır, 15 asır öncesi hükümlerle uygulayamazsınız. Güncellememiz gerekir” çağrısından beri, “dinde güncelleme” AKP’nin en önemli gündemlerinden birisi oldu.
Cumhurbaşkanı ve AKP “güncelleme görevini” de Diyanete verdi.
Diyanet bundan yararlanarak; “Müftülüklere kadın yardımcılar atayacağı”nı, “İmamlara eğitim verileceği”ni, “Camilerin kürsülerinin ilahiyatçı akademisyenlere açık olduğunu” da öne sürerek, kendi kadrolarını ve ilahiyatçı akademisyenleri göreve çağırdı.
Diyaneti bu konuda yavaş bulmuş olmalı ki, Cumhurbaşkanı tarafından “dinde güncellemeden sorumlu başbakan yardımcısı” olarak atanan Bekir Bozdağ, müftüleri Kızılcahamam’da toplayıp, güncelleme seferberliğini hızlandırdı. Yaptığı konuşmadan da öyle anlaşılıyor.
BOZDAĞ ORTALIĞA KONUŞUYOR!
Konuşmasında şöyle diyor Bozdağ; “Din bir magazin konusu değildir. Fazla reyting için kullanılacak bir malzeme hiç değildir. Din fazla tık alma, yarışa girme konusu hiç değildir. Din taraftar toplamak için, şöhret olmak için kullanılamaz ve haksızlığa, ahlaksızlığa kılıf bulmak için de kullanılamaz. Servet edinmek için de kullanılamaz ama maalesef şu anda sosyal medya hesaplarına baktığınızda pek çok şeyi oralarda da görüyoruz.”
Tabii bütün bunları müftülere söylüyor ama bugün din istismarcılığı deyince; akla ilk gelen AKP’dir. Çünkü din istismarcılığında bundan önceki sağcı partiler, hatta Erbakan’ın partileri de dahil hiçbir siyasi parti AKP’nin eline su dökemez. Bu yüzden de eğer Bekir Bozdağ samimi olacaksa; önce AKP’ye, genel başkanlarından başlayarak AKP önde gelenlerine, AKP’nin etrafında toplanan “ulema”ya söylemelidir.
Ne var ki, bu toplantıya katılan müftülerden hiç birisi de; “Önce siz din istismarcılığından vazgeçin” deme cesaretini göstermemiştir.
Böyle diyebilen bir müftü efendi olsaydı duyardık mutlaka!
DİN İSTİSMARCILIĞINI KİM TEŞVİK EDİYOR?
Kısacası Bozdağ; “Din istismarcılığı yapılmamalı” derken; bunu sosyal medya üstünden yapan, ayet ve hadislere dayanarak kadına yönelik şiddeti ve tacizi “meşru”, “İslam’a uygun” gösteren kişilere indirgeyip; asıl sorumlunun, ülkeyi 16 yıldır yöneten iktidarın sorumluluğunun üstünü örtmeye çalışıyor. Onun için de herkesin “Ne güzel demiş!” diyeceği cümleler kurarak, ortalığa konuşuyor.
Çünkü bir ucunda;
- “Nuh Peygamber oğluyla cep telefonuyla konuşuyordu”
- “Google’ı önce Abdülhamit Han icat etmişti”
- “Chalenger’ı vidalarını gevşeterek biz düşürdük”
- “FETÖ’nün cin ordusu var”
- “Cinlerin varlığına inanmayan dinden çıkar” diyen
Öteki ucunda da;
“Kadının kocası tarafından dövülmesi Allah’ın kadınlara bir lütfudur. Kadınlar kendilerini döven erkeklere ve ona izin veren Allah’a şükretmeli”, “Kadınla erkek asansörde yalnız kalırsa halvet olur” diyen akademisyenler, ilahiyatçılar ile cemaat ve tarikat önderlerinin olduğu yelpazedeki İslam anlayışındaki kişiler son yıllarda mantar gibi çoğaldı.
Bunlara benzeyen daha pek çok örneği devletin resmi yayın organı TRT’den başlayarak, pek çok özel kanalda, MEB’in ve çeşitli dini vakıf ve derneklerin yayınlarında her gün görüyoruz.
AKP DİN İSTİSMARCILIĞINDA SINIR TANIMIYOR
Gelinen yerde karşımıza şöyle iki önemli soru çıkıyor:
- 1) Buraya nasıl gelindi?
- 2) Diyanetin “dini güncellemek” için sürece müdahalesi sorunu çözer mi, azdırır mı?
Aslında ikinci sorunun yanıtı da birinci sorunun yanıtının içindedir. Bu yüzden de “Buraya nasıl gelindi?” sorusu atlanarak, sonuçlar üstünden konuşmalar yapmak “sorunun” ve “sorumluların” üstünü örtmekten başka bir işe yaramaz.
Kuşkusuz buraya, öncesini bir yana bırakırsak; “AKP’nin 16 yıllık iktidarında, dinin siyasi ve ekonomik bir rant aracı olarak kullanılmasının önünün adım adım açılması, hatta teşvik edilmesiyle gelindi” dersek en somut yanıtı vermiş oluruz.
Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı ile tüm öteki devlet imkanları, “tek parti tek adam rejimi”ne giden yolu düzlemek üzere, “Muhafazakar bir toplum inşa etme” amacı etrafında “Dindar nesiller yetiştirme” programını uygulamak üzere seferber edildi. Ama bu imkanlar aynı zamanda dini vakıf ve dernekler ile cemaat ve tarikatlara da açıldı. “Muhafazakar toplum inşası”nın “sivil ayağı” olarak ilan edilen tarikatlara, cemaatlere her tür imkan sağlanırken laiklik, bilim ve seküler bir yaşama karşı her gerici düşüncenin sırtı sıvazlandı; din ve İslam adına konuşan bu şeyh, profesör, doçent unvanlı kişiler, “büyük ilahiyatçılar”, “büyük ilim irfan sahipleri” olarak en yüksek makamlar tarafından ağırlanıp unvanlandırıldılar.
DİN İSTİSMARCILIĞI ‘MİLLİ VE YERLİ SİYASET’İN ALAMETİ
Cumhurbaşkanının, her konuşmasında topluma verdiği mesajları ayet ve hadislerle süslemesi (Son dönemde ayet ve hadislerin önce Arapçasını söylüyor, sonra da Türkçesini açıklıyor) giderek daha sık tekrarlanıyor. Ülkede genel olarak; hurafe ile hadisi, ayeti, efsane ile gerçeği karıştırarak konuşmak, her davranışa “Allah’ın emri” etiketi yapıştırmak, “milli ve yerli” olmanın nişanesi haline getirildi!
Bu durumun oluşturduğu iklim, dünyada yükselen muhafazakarlığın da katkısıyla Türkiye’yi siyasi İslam’ın hızla boy verip yaygınlaştığı bir ülke haline getirdi.
Elbette bu sapkın fikirler Türkiye’de yüzlerce yıldan beri vardı. Ama Cumhuriyetle birlikte, bu fikirlerin alanı önemli ölçüde daraltılmıştı. Bu sapkın fikirler, görüşler, fetvalar, tabiri caizse seralarda, saksılarda korunuyordu. Ama AKP iktidarı ile oluşturulan “ülke iklimi”, bu fikirlerin açık havada, bahçede, tarlada, hatta meralarda kendiliğinden yetişecekleri biçimde elverişli hale getirildi.
Bu ikilimin böyle oluşmasında AKP iktidarı, başlıca ve belirleyici rolü oynadı.
Dolayısıyla bu iklimi dikkate almadan kimi kişilere dini açıklamaları yasaklamak, sınırlamalar getirmek bataklıktaki sivri sinekleri tüfekle avlamaya kalkmak kadar anlamsızdır!
LAİK BİR ÜLKEDE DEVLET ‘GERÇEK DİN’ TARTIŞMASINA GİRER Mİ?
Sorunun ikinci boyutu ise; “İslam’ın güncellenmesi” görevinin devletin en üst makamları tarafından, bir devlet kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığına verilmesidir!
Hem de Anayasa’da “Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlettir” diye yazmaya devam etmesine karşın.
Çünkü laikliğin uygulanmasında ülkeden ülkeye farklılıklar olabilir, ama laikliğin tartışılmaz olan tarifi; “Din ve devletin işlerinin ayrılması; devletin dine dinin de devletin işlerine karışmaması”dır!
Bu açıdan bir ülkede Diyanet İşleri Başkanlığının olması, bu kurumun 100-150 bin personelinin olması ebette laik devlet anlayışıyla taban tabana zıttır. Ama tartışma konumuz bu değildir.
Bu durumda Diyanete “dinin güncelleşmesi” görevinin verilmesi de elbette ki saçmalığı daha ileri bir aşamaya taşımaktır.
Böylece devlet; dini, devletin bir faaliyeti haline getirmekte; iktidar ve muhalefet arasındaki “Din öyle mi olmalı böyle mi”, “Gerçek din nedir, ne değildir” gibi Hristiyanlıkta 1000 yıl süren, İslam’da 1500 yıldır sürmeye devam eden din ve mezhep çatışmasının içine boylu boyuna dalmaktadır!
ÖN ŞART: DİNİ-KÜLTÜREL-SİYASİ İKLİMİN ORTADAN KALDIRILMASI
Üstelik de Sünni-Şia, Alevi–Sünni, IŞİD-el Kaide gibi sayısız İslam örgütünün çok aktif olduğu, Irak’tan Yemen’e, Suriye’den Libya’ya, Nijerya’ya iç savaşların ve iç savaşlara yakın çatışmaların sıcak bir biçimde sürdüğü koşullarda.
Bu yüzden de bugün AKP Hükümetinin yapacağı en önemli iş, ülkede dinin toplum hayatını belirleyecek biçimde yayılmasına yol açan dini-kültürel-siyasi iklimi ortadan kaldıracak bir çizgiye çekilmesidir. Eğer iktidar bunu yaparsa, devletin “dini güncelleme” ya da “dinde reform” girişimleri de gereksiz olacaktır.
Bunu AKP yapar mı, denirse; bu sorunun yanıtı her aklı başında insan için “hayır”dır! Çünkü varlığını “İslam’ın siyasileştirilmesi” üstüne kuran AKP’nin bundan vazgeçmesi beklenemez!
Bu yüzden de girilen yolda, AKP iktidarı bir yandan “sapkın” dediği dini açıklamaları önlerken, dini normların toplum hayatının her alanına nüfuzunu artırmak için elinden gelen her şeyi de yapacaktır!
Hem “muhafazakar toplum” amacının, hem de “tek parti tek adam rejiminin ihtiyacı budur!
Bu yüzden de “siyasi İslam” sorunu “güncelleme”yle değil ancak, “laik ve demokratik Türkiye” mücadelesiyle aşılabilecek bir sorundur.