AdiLMedya – İslam düşünürü Ali Şeriati ”dine karşı din” kavramıyla; bir tarafta hak ve gerçek dinin bulunduğunu,diğer tarafta ise özünden uzaklaşmış ve tabiri caizse afyonlaştırılmış dinin yer aldığını ifade etmeye çalışmıştır.Bu çıkış noktasından hareketle gerçek ve hak olan dini ”tevhid dini”, özden uzaklaşmış ve afyonlaştırılmış dini de ”şirk dini’’ olarak nitelendirmiştir.Özgün bir bakış açısıyla, şirki salt İslam dairesinin dışında ele almaktan kaçınmış, bilhassa İslam’ın bünyesindeki (İslam’a mal edilmiş) şirk unsurlarına dikkat çekmeyi amaçlamıştır.
Türkiye siyasetini ve seçim sürecini ‘’dine karşı din’’ perspektifiyle değerlendirmek,bizlere sağlıklı analiz ve nelerin olup bittiğine dair etraflıca bir gözlem yapabilme imkanını sağlayabilir.
Seçimlere çok az bir zaman kaldı ve buna bağlı olarak siyasi partiler arasındaki dişli rekabet iyiden iyiye kızışmaya başladı.Türkiye halkı, seçimlerin nasıl bir sonuç getireceğini büyük bir merakla bekliyor kuşkusuz.Öyle ki, hükümet partisi Akp açısından bile çok rahat bir seçimin yaşanmayacağı şimdiden belli oluyor.Bir de çok kritik bir gündem maddesi var : Hdp’nin seçim barajını aşıp aşamayacağı ikilemi.Yine kafalarda Chp’nin kısmen ve Mhp’nin genel olarak anketlerde yükselen oyları, gerçek seçimlere ne kadar yansıyabilecek yönünde bir soru işareti duruyor.
İşte böyle heyecanlı ve sonucunu bugünden kestirmenin çok zor olacağı bir seçime doğru adım adım ilerliyoruz.Haziran seçimlerinin normal ve sıradan bir seçim olmayacağı gerçeğiyle paralel olarak,seçim sürecinde akıllara ziyan bir çok entrikanın dönebileceği ihtimali, hiç de öyle yabana atılmamalıdır.Dolayısıyla bir aydan az zaman kalmış olabilir,ancak son güne kadar her an olağanüstü gelişmelerin tezahür edebileceği bir atmosfer içerisindeyiz.
Siyasi partiler arasındaki tartışmaların yüzde doksanı,din – inanç konularından müteşekkil görünüyor.Neredeyse dinden başka hiçbir şey konuşulmuyor. Muhalefet partileri seçim beyannamelerini açıkladığında,üç parti de gayet makul ekonomik vaatlerde bulunmuştu.Özellikle asgari ücret konusunda, geçmiş seçimlerin aksine son derece gerçekçi bir tablo çizildi.Chp,Mhp ve Hdp belki de vaat ettikleri asgari ücretin dahi ortalama bir ailenin geçinmesine yetmeyeceğini bildikleri halde, sırf vatandaşın güvenoyunu kazanabilmek adına makul bir asgari ücret sözünü verdiler.Ancak iktidar partisi onu da, kaynağı nereden bulacaksınız klişesiyle ve çeşitli akıl oyunlarıyla absorbe etmeye çalıştı.Birara ekonomik vaatler ve asgari ücret mevzusu böyle konuşuldu, geçildi.Ama onun dışında ,seçim sürecinde dinden başka herhangi bir şey konuşulmuyor desek yeridir .
Din olgusunun sosyolojik ve tarihsel önemi gözönüne alındığı zaman,dinin insanlığın varolduğu günden bugüne kadarki zaman diliminde ortaya çıkmış en büyük bir realite konumunda olduğu rahatlıkla idrak edilebilir.
Din olgusunun, insanlığın en büyük realitesi konumunda olmasıyla beraber zaman içerisinde son derece ehemmiyetli ve can alıcı birtakım gelişmeler vuku bulmuştur.Bunların başında, iktidarların din kavramını kurumsallaştırıp kendi çıkarlarına göre şekillendirmesi ve otoritelerinin bekası için dini araçsallaştırmaları geliyor.İnsanlık varolduğu günden itibaren din varolmuştur,din ortaya çıktığı ilk zamandan bu yana ambiyane tabirle ‘’dini kullanma’’ politikası da sürekli biçimde mevcudiyetini korumuştur.
Akp de tarihteki tüm iktidarların uyguladığı bir stratejiyi,dini araçsallaştırma siyasetini hayata geçirmek üzere elinden gelen her türlü çabayı gösteriyor. Haziran seçimleri yaklaşırken Akp cenahı,din üzerinden siyaset yapmanın en iyi örneklerini sergilemeye başladı.Zira yapacak ve söyleyecek başka birşeyleri kalmadığından, tek çare olarak dini kullanma yoluna gidiyorlar.Rakip siyasetçileri din üzerinden vurmaktan tutun,Kur’an’ı meydanlarda gezdirmeye kadar bir sürü din oyununu devreye sokmuş vaziyettler.Çünkü farkındalar ki, din insanların zayıf karnıdır.
Akp’nin bahsettiğin din,İslam’dan farklı bir dine benziyor.İslam’dan ziyade ondan sonra ortaya çıkmış,özden kopuk ve afyonlaştırılmış bir dinin izlerini taşıyor.Yani Ali Şeriati’nin ‘’karşı din’’ adını verip ‘’şirk dini’’ olarak nitelendirdiği dine,son derece yakın bir yerde duruyor .Buna kısaca,dine(islam) karşı din diyebiliriz aslında.
Şayet Akp iktidarının savunduğu şey,dine(islama) karşı din olmasaydı:
Hz.Muhammed başdöndürücü bir güce sahip olmasına rağmen tek göz odalı evde ve son derece mütevazi koşullarda bir yaşam sürmüştü.Eğer gerçekten onun yolunun tutmuş olsalardı, 1400 odalı saraylarda yaşama hevesine asla ama asla girmezlerdi.Asgari ücrete tekabül eden 1000 tl değerindeki bardaklarda su içmeyi ,söylemeye bile gerek yok herhalde.
İslam’a göre ihiyaçtan fazlasının yoksullar için infak edilmesi gerekiyorken,kalkıp da müthiç bir lüks ve israf bataklığına saplanmazlardı.Bir bakıma,yeşil sermaye gücüyle abdestli kapitalizmin kolonlarını inşa ettiler.
Devlet hazinesi sözkonusu olduğunda ise, Hz.Ömer’in Beytülmal örneğinde göstemiş olduğuğu titizliğin zerre-i miskali kadarını gösterebilirlerdi, bu sayede haram –helal şuuruna sahip olacakları için yolsuzluk rüşvet gibi kirli işlerin hiçbirine de kati surette bulaşmamış olurlardı.
Mezhepçilik politikasıyla hareket ederekten Işid, nusra gibi vahşiliğin sınırlarını zorlamış ve insan-islam düşmanı haline gelmiş örgütlere silah ve diğer her türlü yardımı göndermeyi akıllarının ucundan bile geçirmezlerdi.
Tıpkı Hz.Ali’yi çeşitli kurnazlıklarla alt etmeye çalışmış ve bu yolda herşeyi mübah görmüş Muaviye gibi, elinde Kur’anla meydan meydan dolaşıp insanların dini duygularını sömürmemin,dünyadaki en iğrenç şey olduğunu çok iyi bilirlerdi.
Ellerinden ve dillerinden düşürmedikleri Kur’anı hakkıyla okumaya çalışıp, mesela yeryündeki bütün dillerin Allah’ın ayetlerinden olduğuğu gerçeğini kavrayarak,Kürtler’in anadilde eğitim hakkını absürüt gerekçelerle reddetmeye kalkışmazlardı.Hele hele Kürtler’e ‘’ Sizin devletiniz var mı ki,anadilinizde eğitim göresiniz’’ gibisinden ayrımcı,dışlayıcı ve bölücülüğe teşvik edici bir yaklaşımda bulunmaktan bir hayli uzak dururlardı.
Kur’anda ‘’Dinde zorlama yoktur’’ hükmü olduğu halde, kendileriyle aynı mezhepten olmayan müslüman Alevilere ve hatta müslüman bile olmayan inanç guruplarına, zorunlu din dersi uygulamasını dayatma haksızlığını yapmazlardı.
İktidara gelmeden önce hiyanet işleri kurumu ismini verdikleri,dergilerde yayınladıkları yazılarla lağvedilmesini gerektiğini söyledikleri diyanet işleri kurumunu, iktidara geldikten sonra adeta bir tahakküm unsuru olarak kullanmaktan imtina ederlerdi.En azından haklı olarak diyanet işleri başkanlığının kaldırılmasını ve onun yerine daha çoğulcu bir yapı olarak din işleri kurumunun getirilmesini savunan muhalefeti, din düşmanı olarak yansıtma iftirasından Allah’a sığınırlardı.
Birinci yıldönümünü geride bıraktğımız Soma faciası ya da katliamı ilk meydanda geldiği anda çıkıp cebriyeci bir mantıkla ‘’İşin fıtratında var’’ diyerek,Soma’daki işçi katliamının suçunu Allah’ın üzerine atmak gibi büyük bir günahı asla işleyemezlerdi.
Ve daha akla gelen gelmeyen…