İktidarın düşünün çok ötesinde bir rüyaya uyandı ülke.
İktidarı da saltanat rüyalarından uyandırmak için dürten bu kitle, aslında estirdiği rüzgâr ile muhalefet biçimlerini de dönüştürecek gibi.
Ülke tarihinde bir ilk yaşandı. Halk ilk kez geniş kapsamlı bir sivil inisiyatif ortaya koydu. Muhalefetin olmadığı, devlet aklının otokritikleştirdiği iktidar karşısında, halk kendi tarihini yazmaya hazırlanıyor.
Zamanında apolitikleştirilmiş bir kitle ilk kez meydanlarda. Belki bu sayede özgürlük alanı genişleyecek. Diyalog kapısı hiç kapanmamak üzere açılacak.
Zaten “ya birbirimizi yok edeceğiz ya da diyalog içine gireceğiz”. Başka da bir tercihimiz kalmadı.
Entegrizmin karşıtı olan diyalog kanadında yer almamız isteniyorsa, entegrizmi doğuran temel problemlerin öncelikle halledilmesi gerekir.
Evvela siyasal iktidarın saltanatçı entegrist ideallerinden vazgeçmesi gerekecek ki; dini entegrizimle de temellendirdiği bu görüşünü dayatması daha da uzun sürecek gibi görünüyor.
Bu durumda diyalog, ‘köle ile efendisi arasında’ şeklinde tezahür edeceği için sonuçsuz kalacaktır.
Ulusalcı entegrizmin, AKP iktidarı üzerinden dini entegrizmle restorasyonu çağımızda bir karşılığını bulmadığı gibi, 1930 ların paradigmasını taşıyanlara da çağımızın gerisinden baktırmak zorunda bıraktı. Bu yüzden gezi parkındaki ulusalcı tavır tek başına karşılığını bulamayacak ve hareketi güçsüz kılacaktır.
İşte iktidarı hazırlıksız yakalayan da meydanda bu ortak dilin ortaya çıkmasıydı.
Her ne kadar iktidar zeminini oluşturan muhafazakâr idealler artık karşılık bulmuyor olsa da yapısal bir değişim için oldukça ürkek bir ruh hali sergiliyorlar.
Çünkü bu yeni gelişme ve değişim karşısında iktidar gittikçe sertleşme ve kemikleşme hali gösteriyor.
Aslında 90 lı yıllarda başlayan askeri vesayetin son bulmasıyla da organik bir yapıya dönüşen ve kendi doğal seyrinde devam eden sürecin yine doğal baskılamasıyla ortaya çıktı şimdiki 90 kuşağı. Çağın gerisine düşen siyasal yapılar henüz bunu kavrayamadı ve kavrayabileceğe de benzemiyor.
Eylemlerin arkasında “faiz lobilerinin” ve “dış güçlerin” olduğu iddiası bir çaresizliği gösterir tıpkı bir zamanlar AKP iktidarının gelişinin “Amerikan patentli” olduğu iddiasının basında yer alması gibi.
Bu çelişkinin, kısır döngünün ardındaki toplumsal tutum ve davranışları baskılayan” nevroz” halini görmemek elde değil.
Gezi parkı eylemleri siyasal iktidara yönelik olduğu bilinç düzeyinde görülse de, bilinçaltında devlet aklına bir eleştiridir.
Bu yüzden muhafazakârlar için yeni olduğu kadar ulusalcı ve milliyetçi camia içinde yeni bir durumdur bu. Hatta Taksimde bulunanların bile kestiremediği bir durum. Çünkü çok daha yakın bir zamana kadar bir arada bulamayacağımız her kesimden insanı yan yana gördük orada.
Ve buna alışmak zorundayız. Birkaç ağaçtan insansı bir şahesere dönüşen gezi parkındaki metafor günlük politikalar üzerinden izahı mümkün görünmüyor.
Tüm dünyadan görünen ise, gezi parkındaki eylem biçimleri, kullandığı çatışmasız dil, hak ve özgürlük talepleri açısından Türkiye’nin şu an “model ülke” olduğu.
Siyasal iktidarın arzulamadığı şekliyle bir “model ülke”.
Kolonyal bir devlet politikası olarak türetilen “model ülke” Ortadoğu politikaları üzerinden kendini tanımlarken, şimdi kendi sokağına dönmüşe benziyor.
Temsili demokrasilerin otokrasilere evirildiği tartışılan bir dünyada, siyasal iktidarın dayatmacı politikasının sivil toplumun önünü açacağı aşikârdı. Devlet eliyle şekillenmeyen, halkın bizzat kendi kaderini çizeceği bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz.
Bu anlamda hareket devrimsel nitelik taşıyor. Beyaz yakalılar, kravatlılar ilk kez sokağa çıktı. İlk kez tüketimin zincirinden kendini kurtarıp, politize oldular.
“Başörtüme de direnişime de karışma” diyenlerin sesleri yankılandı sokaklarda.
Ülke kaderine tek başına ekonomi-politik argümanlarla bakmak yeterli olmayacağı gibi, bu durum bir korku çemberi de meydana getirecektir.
Ülkede Muhafazakâr kesim şimdiden kendini bu korku çemberine hapsetmişe benziyor.
Siyasal iktidarın kullandığı üslup ve tavra rağmen geniş bir halk kitlesi kendisine itaat etmeyi sürdürüyorsa bu korku çemberinin aşılamamasındandır.
Peygamberin devrimci karakterini ve mücadelesini bir kenara bırakıp siyasal iktidarın saltanatçı ideallerine kapılanları doğrusu ben nereye koyacağımı bilemiyorum.
Atalarının ocağındaki küller kadar çaresiz insanlara neler anlatabiliriz. Allah’ın hidayetinden gayrı ne dileyebiliriz ki…