Adilmedya / Yağmur Korkmaz
İçinden geçtiğimiz günlerde Ezidi Kürtlerin yaşadığı Kuzey Irak’traki Şengal kentine yapılan saldırı sonucu binlerce Ezidi çok ağır zulümler yaşamakta. Bu konuda ilgili bir takım kişi ve kurumlara bir dizi röportajlar yapmaktayız.
İlk röportajımızı İHD İstanbul Şube başkanı Abdulbaki Boğa ile gerçekleştirdik.
1- Türkiye’de insan hakları alanında Ezidilerle ilgili sosyal politika var mı?
Tek kelimeyle, hayır. Sadece bizim değil, bu durum ortaya çıktıktan sonra genel kamuoyu Ezidilerle ilgili yalan yanlış bilgiler öğrenmeye başladı. Bu konuda da bir netleşme yok; Yezidi deniliyor mesela. Yezidi değil, Ezidi’dir. İnançlarına, şu anda yaşadıkları trajediye ilişkin; daha doğrusu soykırım tehdidine ilişkin yeni yeni kamuoyu bilgi sahibi oluyor.
Sosyal politikaları konusunda herhangi bir çalışma yok. Devletin kurumsal olarak da herhangi bir ilgisi yok. Niyeti yok. Fiilî olarak herhalde özerk Kürdistan kuruldu, diye düşünüyorlar. Çünkü Kürdistan’dan gelen hiçkimseyle devlet doğrudan bir ilgi ve alaka içerisinde değil. Mültecilik statüsüne ilişkinde herhangi bir statü tanıma veya ilişkilenme, yer gösterme, ihtiyaçların belirlenmesi, bu ihtiyaçların karşılanması noktasında herhangi bir çalışması yok devletin.
Ezidiler sadece Silopi’ye değil; Midyat, Nusaybin, Diyarbakır ve özellikle Roboski’ye, devletin 34 yurttaşını katlettiği köye geldiler. 1500’ün üzerinde insan, sadece Roboski köyüne gelmiş durumda ve sınırın öbür tarafında güvenlik nedeniyle Türkiye’ye geçmeyi bekleyen yüz binlerin üzerinde insan var. Ve hala güvenlik problemi aslında çözülmüş değil. Kuşkusuz, insanların yurtlarına geri dönmesi, kendi bölgelerini savunması, toprağına ve geleceğina sahip çıkmasını salık veriyoruz. Ama insanların iradesine de ipotek koyamayız. Özgürlüklerine ipotek koyamayız.
2- Bölge özeline bırakılıyor yani?
Evet. Dolayısıyla fiilî bir özerk Kürdistan’ın devlet tarafından kurulduğunu söyleyebiliriz. Aslında biz, demokratik kitle örgütleri ve insan hakları savunucuları olarak devletten bir şey beklemiyoruz. Net olarak bunu söyleyebiliriz, hiçbir şey beklemiyoruz. Ama bu, devletin görevlerini yerine getirmeyeceği noktasında bir meşruiyet sağlamaz.
Devlet, sosyal devlet ilkesi gereğince, yine BM Uluslararası Sözleşmeleri’nin mültecilere tanıdığı haklardan kaynaklanan görevleri yerine getirmeyeceği anlamına gelmez. Bizim beklenti içine girmememiz, devletin görevlerini yerine getirmesine engel değildir. Kuşkusuz, görevlerini hatırlatıyoruz. Yani, Türkiye’deki bütün mülteciler açısından devletin aktif görev alması gerekiyor. Sorumluluk alması gerekiyor. Nitekim, görevidir ve yükümlülüğüdür. Bütün mülteciler için barınma, beslenme, sağlık, eğitim koşullarının tamamını bir bütün olarak ve şartsız; hiçbir politik ve dinî ayrıma girmeden sağlaması gerekiyor.
3- Daha önce Türkiye’ye Suriye’den gelen göçmenlere karşı tutunulan tavıra atıf yaparak Ezidi göçmenlere karşı olan tavrı değerlendirebilir miyiz?
Türkiye’nin Suriye’den gelen mültecilere yaklaşımında ilk zamanlardakiyle bugünkü yaklaşımı arasında aslında çok fark var. İlk başta aslında dünya kamuoyuna Suriye’de gerçekleşen ilk başkaldırı süreçlerini, binlerce mültecinin sınırlara akın edişini dünya kamuoyuyla paylaşıp bir an önce uluslararası güçlerin Suriye’ye müdahalesini sağlamak üzerinden gelişen bir politikaydı. Yani, o politikayı insanî ölçüler içerisinde, devletin sosyal devlet olma vasfından kaynaklı yaptıkları bir iş ya da işlem değildi. Politik bir hedef vardı; Suriye ve Esad yönetimi bir an önce yıkılmalıydı, onun yerinde yeni bir yönetim gelişmeliydi. Bu yönetimin büyük oranda AKP hükümetinin Türkiye’de yaptığı toplantılar çerçevesinde şekillenmesi hedefleniyordu. Bu politika tutmadı. Ama bir an için izin verilmişti. Artık yüzbinlerce insan Türkiye’ye akın etmeye başlamıştı. Türkiye’de 1,5 milyonun üzerinde Suriyeli insan olduğu farz ediliyor şu anda. Birçok yerde, birçok kentte çeşitli saldırılara maruz kaldı bu insanlar. Milliyetçi ve nefret söylemi sahibi kesimler tarafından gerçekleştirildi bu saldırılar. Kuşkusuz bunda AKP hükümetinin de payı var. İnsanları, ilk zamanlarda oluşturdukları kamplarda IŞİD ve benzeri radikal örgütlerin insafına bıraktılar.
Hatırlanacağı üzere, iki sene önce Gaziantep’te bütün muhalif kesimleri biraraya toplayan bir kültürevinde özellikle Rojava bölgesine saldırıları organize eden askeri bir toplantı yapılmıştı. Stratejik bir toplantıydı ve ondan sonra Rojava bölgesine yönelik Kürt kantonlarına çok kirli saldırılar geliştirildi. Dolayısıyla bu saldırılar da, Suriye’deki savaş da AKP’nin sadece maddi olarak 2000 tırlık askeri teçhizatı söz konusu. Sadece maddi anlamda ilk yıl 3-4 milyarlık bir harcamadan bahsediliyordu. Nitekim tüm bunlar, askeri harcamalarmış.
Peki bir taraftan ilk zamanlar Suriyeli mültecilere böyle yaklaşılıyorken şu anda gerçekleşen linçlerde, taciz ve tecavüzlerde ya da sınırda askerin Rojavalı kadınlara yönelik tecavüzlerinde, kadın-çocuk-yaşlıların öldürülmesinde neden bir politik değişiklik, farklı yaklaşım söz konusu? Açıkçası eski tavrından vazgeçmiş değil. Eski politik çizgisinden vazgeçmiş değil. Ama Ortadoğu’da bugün yapılan bir sözleşme yarının garantisini vermez. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye üzerinden ya da Irak üzerinden gerçekleştirdiği gizli sözleşmelerin, anlaşmaların gerçek manada yerini bulmadığı anlaşılıyor. Dolayısıyla isteksiz bir tavır içinde linç gerçekleştirilen hiçbir ille ilgili bir dava açılmış değil. Tamamı elini kolunu sallayarak sokaklarda dolaşıyorlar.
Bir dönem Kürtlere, Romanlara yönelik; Manisa-Selendi’de gerçekleşen linç girişimlerinde olduğu gibi bir kesim halkın herhangi bir olay üzerinden öfkesi ve bu öfkenin dışavurumu olarak nitelendiriliyor. Bu, ne hukuk ne insan hakları hukuku açısından ne vicdan ve ahlak açısından herhangi bir ölçüye sığmayan bir tanımlamadır. Eğer ortada bir suç varsa bu suçların failleri de vardır. Dolayısıyla bu faillerin de yargılanması gerekir. Eğer yargılanmıyorsa, devlet bu konuda savcıları harekete geçiremiyorsa, polisi harekete geçiremiyorsa hükümet bundan doğrudan sorumludur. Çünkü kuşkusuz, polis İçişleri Bakanlığı’na, Jandarma İçişleri Bakanlığı’na ve yargı makamları da Adalet Bakanlığı’na bağlıdır. Şu ana kadar gerçekleşen hiçbir ihlalde devlet ya da AKP hükümeti üzerine düşeni yerine getirmemiştir.
Ezidi göçmenlere yaklaşımında ise, ilk sözlediğim şeyde aslında 1 haftadır iknayım. Devlet fiilî olarak aslında özerk Kürdistan’ı kurmuş görünüyor. Çünkü bu bölgede isminin başında etnik olarak Kürt geçen hiçbir kesimle ilgili sorumlulukları üzerine almıyor. Rojava ile ilgili ilk zamanlarda saldırgan bir tutum içerisindeyken bugün tecrit altına almayla ve dolaylı olarak radikal örgütler üzerinden saldırı gerçekleştirmekle meşgul. Öte yandan Güney Kürdistan’da IŞİD’in Ezidilere, Hristiyanlara, Şii Türkmenlere yönelik yaklaşımında da benzer bir şey var. Tamamiyle Türkiye’ye yönelik göçlerin engellenmesi, içeride tutulması ve sözde bir ilgi varmış gibi kamuoyunu yanıltmaya, manipülasyona dönük birkaç beyanat dışında herhangi bir yaklaşımı yok. IŞİD’in bu kadar canavarca işlediği cinayetlere ilişkin hiçbir siyasal, sosyal ya da kültürel tanımlaması ya da hiçbir tepkisi söz konusu değil. Aynı zamanda Avrupa’dan İran’a kadar Güney Kürdistan Federe Devleti’nin IŞİD’e karşı ya da HPG güçlerinin IŞİD’e karşı ağır silahlar edinilmesi gerektiği ve insanlık onuru adına insanî değerlere saldıran toptan soykırımla karşı karşıya bıraktıkları üç kesimi; Şii Türkmenler, Ezidiler ve Hristiyanların korunması için silah veriliyor peşmerge güçlerine.
Peşmergeye İran tarafından silah verildiği söylendi. Ama bu, Türkiye tarafından bırakın silah vermeyi, sözlü olarak bile bir karşı tepki gösterilmiyor. Yani, Sünni eksenli siyasetle maalesef orada yaşam savaşı veren, soykırımla karşı karşıya olan üç kesim için de devlet üç maymunu oynuyor. Görmezden geliniyor. Aslında bu, devletin politik çizgisidir. Yani, Arap Baharı olarak nitelendirilen o süreçten başlayarak gelen ve devletin Büyük Ortadoğu Projesi’nde eşbaşkanlık sürecinin Müslüman Kardeşlerle beraber neo-Osmanlıcılık’ı yeniden yaşatmak için yaptığı ya da yürüttüğü politik çizgiye yenildiği için Ortadoğu’da yeniden bir tasarı noktasında sıkıntı yaşıyor. Stratejik derinlik projesi allak bullak oldu, tutmuyor. Ama niyetinden ve politik tavrından vazgeçmiş değil devlet. Dolayısıyla mültecilerin yaşadığı insanî sıkıntılar, temel problemler maalesef devletin, AKP hükümetinin politik yaklaşımlarından kaynaklıdır. İnsan hakları savunucuları olarak biz, evet hükümet yapmayabilir ama bu ülkede yaşayan 76 milyon insan var, her etnik kökenden, dinden ve mezhepten insanlara çağrımız; biz bu halklarla dayanışma içinde olmalıyız.
Kürt, Şii Türkmen, Türkmen ya da Hristiyan diye ayırmamak lazım. İnsanlığa karşı suç işleyen IŞİD terörüne karşı bütün bu coğrafyadaki paydaşların ortak müştereklerde biraraya gelip bu ateşi ortadan kaldırmaları gerekiyor ve dayanışma içinde olmaları gerekiyor. Çocuklar ölürken, kadınlar ölürken, halklar soykırımla karşı karşıyayken dinî mabedleri bombalanırken, yerle bir edilirken bu coğrafyada hoşgörüden, inançtan ya da ahlaktan, siyasi ahlaktan bahsetmek mümkün değil. İnsan haklarından bahsetmek hiç mümkün değil maalesef. Dolayısıyla hem AKP hükümetine görevini hatırlatıyoruz hem de kamuoyuna insanlık görevimizi hatırlatıyoruz onların da bu konuda yardımlaşmaları açısından.
4– Yani hükümetin Suriyeli göçmenlere karşı olan tavrıyla Ezidi göçmenlere karşı olan tavrı çok da aslında birbirinden farklı değil. Öyle mi?
Niyet açısından aslında biraz fark var. Mesela Suriye’den gelenlere Bakanlar Kurulu kararıyla en az bir yıl oturma hakkı veriliyor ve bu hiçbir şekilde denetlenmiyor. Kim, nerede, nası yaşıyor? Eğitim hakkı da veriliyor, istedikleri yerde barınabiliyorlar, hatta isim verebilirim Medikal Park’ta mesela ben onlarca Suriyeli ile karşılaştım. Çünkü ben tedavi oldum geçen sene orada. Medikal Park’ta onlarca, yüzlerce Suriyeli gelip orada tedavi görüyor. Ücret verip vermediklerini bilmiyorum.
Ama bildiğim şu; onlar için özel tercümanlar tutuldu, her sağlık biriminde birlikle yürüdüklerini ve onlara yardımcı olduklarına bizzat şahit oldum. Diğer sağlık kurumlarında da benzer şekilde durumlar var. Dolayısıyla kesinlikle benzer bir uygulama yok. Hristiyanlara, Ezidilere, Şii Türkmenlere milliyetçilikten dem vuran AKP hükümeti maalesef oradaki Şii Türkmenlerle de ilgili herhangi bir adım atmıyor. Aksine; mesela orada Şii Türkmenler PKKlilerin kendilerini kurtarıp savunduğunu, güvenliklerini sağladığını söylüyor. Yine dün bir haber yayınlandı. Bir Şii Türkmen, üç tane MİTçinin kendileri tarafından, bizzat Türkmenler tarafından savaş ortamında yakalandıklarını ve ellerinde esir olduklarını ifade ettiler. Dolayısıyla AKP hükümeti Ortadoğu’da çok masum işlerle uğraşmıyor. Ezidilere de hiçbir şekilde insanî olarak yaklaşılmıyor. Çok net bir tespit.
Şunu da ekleyebiliriz. Mesela kamplarda, yani o IŞİD ve diğer radikal örgütlerin yönetiminde, insafında kalmayı kabul ederler için üç öğün sıcak aş vardır, sağlık imkanları vardır, eğitim imkanları vardır, giyim kuşam imkanları vardır. Her türlü imkan var aslında. Dolayısıyla Türkiye’nin her tarafına dağılanlar için söylenecek şey, özellikle yoksullar için, sokalarda çocuklarıyla, bebekleriyle yaşamak zorunda bırakılanlar için, onların güvenliklerini sağlamadılar. Savaşa gitmeyi düşünmeyen insanlar, bu savaşa taraf olmak istemeyen insanlar bu radikal örgütlerin baskılarından dolayı kaçan insanlardır.
Yoksa hiç kimse sokaklarda yaşamak için, sıcak ortamları terk edip İstanbul’un en köhne sokaklarında, binalarında, inşaatlarında ya da köprü altlarında yaşamayı tercih etmez. Hiçbir onurlu insan böyle bir tercihte bulunmaz. Dolayısıyla bunu da eklemek gerekiyor devletin ikircikli yaklaşımıyla ilgili.
5- Şengal’le ilgili İHD’nin 11 Ağuıstos 2014’te yayınladığı raporda uluslararası insan hakları örgütlerine bir çağrıda bulunulmuş. Ezidi göçüyle ilgili uluslararası insan hakları örgütlerini duyarlılığa çağırdığınızı beyan etmişsiniz. Somut olarak ne yapılması gerektiği konusunda birkaç fikir sunabilir misiniz?
Şunu söyleyebiliriz: Aslında bizim de benzer bir çalışmamız var. Ama tabi delilleri toparlama konusunda zaman gerekecek. Sanırım Ezidi hukukçular da benzer bir çalışmanın içerisine girmişler. Mesela uluslararası insan hakları örgütleri iki farklı çalışma yürütebilirler. Bir tanesi dünya kamuoyunu, sivil kamuoyunu bu konuda yardımlaşmaya katmak ve bulundukları ülkelerde devletlerin bu konu ile ilgili duyarlılıklarını yaratmak için bir çaba içine girebilirler.
Öte yandan uluslararası ceza mahkemesi gibi soykırım uygulamaya koyan IŞİD terör örgütüne yönelik gerek üyeleri, gerekse şu anki lider kadrosunun bütün dünyadaki hesaplarının dondurulması, gelir-giderlerinin zapt u rapt altına alınması, kendilerine silah sağlayan devletlerin geçiş güzergahı olarak kullandıkları Türkiye gibi, maddi yardım sağlayan Katar gibi devletlerin veya kendileriyle ilişkide olduklarını iddia edilen mesela ABD gibi ülkelerin ‘herkesin bir IŞİD’i var’ yorumundan yola çıkarak bölge ülkelerinin IŞİD üzerindeki etkilerinin ve ilişkilerinin uluslararası ceza mahkemesi tarafından tespit edilip kesinlikle bir yargılamanın yapılması lazım. Yani, şu anda mesela Kürtler Ezidilere sahip çıktığı için Kürtlerin bu bölgede eksik de olsa, zayıf da olsa bir örgütlülüğü var ve halkına sahip çıkıyor. Türkmenlere de aslında sahip çıkıyorlar, ama kamuoyunda bu çok dillendirilmiyor. Hristiyanlara sahip çıkıyorlar ama bu çok dillendirilmiyor.
Fakat, o bölgede Hristiyanların yaşadığı soykırımı dünya kamuoyuyla paylaşacak dost güçler ya da uluslararası kamuoyunda bunu dillendirecek insan hakları örgütlerine ihtiyaç var. Bu görünmüyor hiç. Yani, o bölgede Hristiyanlar yaşıyordu. Tarih boyunca hep yaşadılar ve kiliseler vardı. Bunların tamamı yok edildi. Yakaladıklarını öldürdüler. Kaçamayan köylerin tamamını talan ettiler, aynen Ezidilerde olduğu gibi. Türkmenler korkunç bir sefalet içinde. Dünyanın en sahipsiz insanları haline geldiler. Yani, düşünün ki Kerkük üzerinde iddialarda bulunan Türkiye yıllarca Türkmenleri kullandı. Türkiye’ye getirdiler, bir kısmını MİT’e alıp maaşlara bağladılar, Kerkük’te silahlı güçleri kışkırtan bir politik yaklaşım içine soktular. Ama bugüne bakıyorsunuz. Hep Türkmenler kaderiyle baş başa kalmış durumda. Bu çok feci bir durum. Yani, içinde insanın ve insan haklarının olmadığı bir politika yenilmeye mahkumdur.
Ama aynı zamanda tarihe de kara bir leke olarak geçecek bu durum. Yani, neden sahiplenmiyorsunuz? Sadece Türkmenlerin, Hristiyanların veya Ezidilerin problemleri değil orada olan. Bu bir insanlık sorunudur. Bunlar Türkiye’nin içinde her tarafta saldırı gerçekleştiriyorlar. Türkiye’yi tehdit ediyorlar. Cami yakıyorlar, bayram namazı kılıyorlar hep beraber İstanbul’un göbeğinde. Bunlar görünmeyecek mi? Tarih yazmayacak mı bunları? Yazacak. Ve bu ülkede bir tek insanın canı acırsa, bir tek kişi yaşamını yitirirse bundan AKP hükümeti sorumlu olacaktır. El-Kaide’nin geçmişte İstanbul’da patlattığı bombaları çok iyi hatırlıyoruz. Uzak bir tarih değil. Onlar da barajlarla ilgili Türkiye’yi tehdit ettiler. E ne olacak peki? En ufak bir baraj Siirt’te kapaklarını habersiz açtı insanları uyarmadan. Altı tane insan yaşamını yitirdi. En ufak bir baraj… Bir Atatürk Barajı’na yönelik bu insanların bir saldırısı gerçekleşirse ne olur, ya da başka bir baraja?
AKP hükümeti maalesef ateşle oynuyor.
6- Raporunuzda Federal Kürdistan’dan Türkiye tarafına geçmek isteyen Ezidilerin sınırda engellendiğine dair bir tespit var. Bunun altındaki asıl neden nedir?
Güney Kürdistan derken aslında yönetim erkini şu an elinde bulunduran KDP’dir. KDP’nin siyaseti maalesef Güney Kürdistan Federe Devleti’nin siyasetine de yansıyor. Türkiye’yle olan bir işbirliği var. Sadece orası için değil; Rojava ile ilgili de. Hendeklerin kazılması, sınırlara duvar örülmesi sürecinden biliyoruz bunu.
Çözüm sürecinde Kürt sorununa ilişkin ortak yaklaşımlarını da biliyoruz. Mesela Kürdistan petrollerinin 50 yıllığına sözleşmeyle AKP hükümetine peşkeş çekildiğini de biliyoruz. Dolayısıyla bütün bu ortak yaklaşımlar maalesef burada da kendini gösteriyor. Birlikte sünni eksenli bir Ortadoğu siyaseti aslında hedefliyorlar. Türkiye Ezidileri istemediği için KDP engelliyor. Bu kadar basit.
Aslında KDP kendi tarihine dönse Saddam tarafından Enfal saldırısı sürecinde yüzbinlerce KDPli ve oradaki güneyliler sınırlara dayandığında, sonrasında devlet tarafından karşılandığındaki süreci hatırlasınlar. Hakaretlerin, sınır içinde kalmamanın, engellemelerin sürecini hatırlarlarsa belki bu yaptıklarından utanırlar. Koruyamadıkları insanların güvenli bölgelere geçmelerini engellemekte hiç ahlakî değildir. Tamamiyle T.C. devletinin yaklaşımını esas alıp engellemeye dönük bir yaklaşım içindeler. Yoksa insanî temelli yaklaşımda hiçbir mültecinin sınırda güvenlik güçleri tarafından engellenmemesi lazım.
7- Benzer şekilde Ezidilerin hiçbir maddi destek alamadıklarını, bölge esnafının piyasa fiyatının çok üzerinde fiyatlarla alışveriş yaptığını raporda belirtmişsiniz. Bu yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sorunlara grupsal ve partisel yaklaşımlar var. Bu yaklaşımda bir şirket gibi düşünmüş olursunuz. Ve o şirketin çıkarlarını ön plana çıkarmış olursunuz. Sınıf temelli yaklaşmamış olursunuz. Ulusal bir yaklaşım içinde olmamış olursunuz. Uyguladığınız politikalar da doğal olarak sizin yönetiminizde yaşayan insanların pratiklerine yansıyacaktır.
Bu ülkede dine, mesela Türkiye’de dine ticari anlamda yaklaşıldığı için, büyük oranda çıkar malzemesi olarak maalesef kullanıldığı için ilginçtir özellikle ibadetin en yoğun olduğu ramazan aylarında fiyatlar patlar. Bütün gıda maddelerinde fiyatlar patlar. Çünkü en çok gıda maddeleri tüketilmektedir. Aynı zihniyet Güney Kürdistan’da da geçerli. Yani, siz eğer ulusal yaklaşmazsanız; mezhebî, dinî, partisel ya da politik çıkarlarla yaklaşırsanız bu durum ortaya çıkar. Evet, Ezidiler kendi topraklarından güvenlik nedeniyle göç etmek zorunda kalmış, sokaklarda yatıyorlar, toz toprak içinde, kötü bir yaşam içindeler. Siz onlara yardım etmek yerine… ulusal bir çizgi olsa tamamının kamplara yerleştirilmesi lazım, güvenliğe alınması lazım. Hatta yerinde yapılması gerekirdi. Peşmerge de kaçtı IŞİD’den. Ama onlar kendi güvenliklerini almaya başladılar o topraklarda. Siz onların gelişine bir şirket mantığıyla kazancı ve kârı arttırma şeklinde yaklaşıyorsanız bu problem yönetim problemidir. Serbest piyasa, evet de. Serbest piyasa; mazlum halka yardım etmek yerine cebindeki üç kuruşa da göz dikmek anlamına gelmiyor. Bu korkunç bir kapitalist yaklaşımdır. Hiç insanî bir yaklaşım değildir.
8- İHD olarak kurumunuzun ve diğer STKların Ezidi göçü karşısındaki tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir kısım sol örgütlerin sözel tepkisi dışında, açıkçası geniş yelpazede baktığımızda korkunç bir sınıfta kalmışlık var. Biz de dahil olmak üzere ki İHD olarak kendimizi özeleştiriye tabi tutuyoruz. Yani, insanlığın ayağa kalkması gerekirdi. Üç topluluktan bahsediyoruz ve bu üç topluluğun tamamı soykırımla karşı karşıya. Özellikle Ezidi Kürtler hedef olarak seçilmiş IŞİD tarafından. Ayrıca bir sömürü söz konusu. Bölgesel ve uluslar arası güçlerin politik hedefleri var. Ama insanlıktan, dinden, sosyalizmden, sosyal demokrasiden, demokrasiden bahseden hiçbir güçten gerçek manada etkin bir ses çıkmıyor. Yardımlaşmaktan bahsediyoruz. Ama onların açlığını dahi gideremiyoruz. Sofralarımıza 3-4 çeşit yemek koyarken onlara günlük 1 tane ekmek bile gönderemiyoruz, paylaşamıyoruz.
Bu toplumun sadece Ezidilere yönelik değil, Suriye’den gelen mültecilerle beraber bu ülkedeki insanlar olarak bir sınavdan geçtik ve bu sınavda maalesef herkes sınıfta kalmıştır. Başta devlet olmak üzere kamuoyunda ses çıkarabilecek baskı gruplarının tamamı ve 76 milyon insan. Yani istisnalar kaideyi bozmayacak. 76 milyon insan günde 1 tane ekmek verirse 76 milyon ekmek demektir bu ve ne Suriyeli mültecilerin ne de Ezidi halkının, Şii, Türkmen ve Hristiyanların aç kalmaması demektir bu. Ama hepimiz, bütün halk bundan kaçıyor. Görmezden geliyorlar. Suriyeliler her yerde ya da Ezidi halkı her yerde. Ama herkes yanlarından geçerken yüzünü dönüyor. Görmediğiniz zaman bu sorun ortadan kalkmış olmayacak. Dolayısıyla topluma, kamuoyuna bizim çağrımız; insanî öze dönelim ve bugün komşumuzda olan yarın bizde olabilir. Velev ki bizde olmasın, bizde olması şart değil ama insan olduğumuzu hatırlayalım ve hakikaten o AKP’nin çokça dillendirdiği ‘Yaratılanı yaradandan dolayı seviyoruz’ sözünün özüne uygun bir yaklaşım içinde olunması lazım ve politik bir yaklaşım olması lazım. Yani, yaratılanı yaradandan dolayı değil; o bir canlı olduğu için, o bir insan olduğu için sevmek gerekiyor. Sevmiyorsanız saygı gösterin. Ve en kötü ihtimalle bir ekmek paylaşırsanız siz de huzurlu olursunuz ve o insanlar belli bir huzura kavuşmuş olur. Belki bu yarayı kısmen kapatmak üzere biz de yardımcı olmuş oluruz.
9- Federal Kürdistan Bölgesi’nde peşmergenin Ezidiler konusundaki tavrı son günlerde medyada çok fazla konuşuluyor. Peşmergenin orada bir güvenlik mekanizması oluşturduğundan bahsediliyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Peşmerge keşke öyle bir şeyi sağlasaydı. Bu, Türkiye kamuoyunda özellikle havuz medyasının yaptığı haberlerde yansıtılıyor. Bunlar doğru değil. Biraz vicdanlı olmak gerekiyor. Oradaki halka gidip konuşsalar, orada katliama uğrayan, soykırıma uğrayan halkla bire bir görüşseler kadınları tecavüze uğrayan, peşmergenin çekildiği alanda kadın-çoluk çocuk demeden taranan, diri diri toprağa gömülen, 1500 kadının pazarlarda satıldığı bir yerde peşmergenin sağladığı güvenlikten bahsedilemez, güvenlik koridorları oluşturduğundan vs. söz edilemez.
Peşmergenin önce kendi halkıyla, oradaki YPG-HPG güçleriyle beraber ortak bir savunma oluşturması gerekir. Çünkü diğer iki silahlı güç de oradaki halkları savunmak üzere oradadır. Ve onlar gittiği için orada bir nefes alınabilecek ortam yaratılmıştır. Halkın beyanları basına yansıdı. Yani IŞİD saldırdığı zaman silahlarıyla beraber geri çekilip kaçmışlardır. Ama şu anda yapacakları şey, gerçekten böyle bir şey oluşacaksa ortak bir savunma birliği yaratılmalı. Bütün dünya halklarının ortak savunma birlikleri var. Kürtlerin neden olmasın?
Peşmerge kuvvetleri bir zaafa düşmüş olabilir ama bu zaafın telafi edilemeyeceği anlamına gelmez. Birlikten güç doğar. Ve bu birlik, bu güç insanlığa, bölge halklarına, bölge güçlerine yönelik bir tehdit değil; aksine bölge halklarının insanlığa karşı suç işleyen IŞİD vb. örgütlere karşı bir teminatı, bir güvencesi olarak ortaya çıkacaktır. Bizim insan hakları savunucuları olarak bütün halkların öz savunmalarını oluşturmaları için en temel meşru haklarının birarada durmaları olduğunu düşünüyoruz. En meşru ve en insanî ya da doğal oluşum budur. Güvenliklerini sağlamak için başka alternatifleri olduğunu da düşünmüyoruz. Dıştan gelen emperyal güçlerle siz bölgenizi sürekli koruma altında tutamazsınız. ABD her zaman havada bir kuş gibi sizin başınızı bekleyemez. O gelinceye kadar işte 1500 kadınınızı pazarlarda satıyorlar bir mal gibi.
10- Son olarak bölgede yaşanan kapitalist sömürüye bir kez daha vurgu yapmamızda fayda olur belki. Örneğin oradaki ürünlerin pazar fiyatının çok üzerinde satılmasına, halkın kendi imkanlarıyla hayatını idame ettirmesine alternatif olarak önerebileceğiniz çözümler var mı?
Çözüm çok basit; halkların dayanışmasından geçer. Bölge halklarının dayanışmasından geçer. Çok net bir şey söyleyeyim size. Bize teklif geldi Kürt olduğunu söyleyen bir kesimden. Rojava’ya insanî yardım göndermek istediklerini söylediler. Biz bu durumu araştırdık ve bu işin içinde ileriye dönük bir pazar payının olduğunu fark ettik. Belki kısa vadede ciddi bir yardım yapılacaktı Rojava bölgesine. Ama biz bunu doğru bulmadık.
Biz kapitalizme hizmet edemeyiz. Yani biz halklarla dayanışarak, yardım kampanyaları düzenleyerek, problemleri ve ihtiyaçları yerinde tespit edip ortak çözümler yaratarak bu problemleri çözebiliriz. Bir yerden sermaye gruplarının eliyle gerçekleşecek yardımların geleceğe dönük güvenliğimizi ve özgürlüğümüzü sağlayacak bir ortamı hiç de yaratmayacağını geçmişimizden biliyoruz. Dolayısıyla sermaye uzak dursun. Kapitalizm uzak dursun. Var olan tandır ekmeğiyle suyu katık yapıp beraber tüketelim. Ama kapitalizm bu topraklardan uzak dursun. İnsanî ilişkilerimizden, yardımlaşma ağlarımızdan ve ortak çözüm noktalarımızdan uzak dursun. Şengal için önerebileceğimiz en temel çözüm de budur.
Adilmedya.com