Yeniden seçim yollarına döküleceksin Türkiyem. Önüne gelen bu kaçıncı sandık, hâlâ eremedin bir selamete çıkamadın feraha. Her sandıktan sonra zorun, siyasal ve ekonomik tahakkümün daha bir sıkıcı olduğu sofralar kuruldu mazlumların, yoksun ve yoksulların evlerinde.
Ey Türkiyem, şimdi sana çok uygun gelen “yeni” bir anayasa yapacaklarmış, herkese eşit ve adil davranacaklarmış. Peki, neden iki sandık koymak isterler ki önüne, acaba bir taşla iki kuş vurmak mı isterler? Bizim bildiğimiz, her şeyin şeffaf ve berrak olması için, hükmedenin adaletle hükmettiğinden herkesin emin olabilmesidir. Bunun da açık ve kesin şartları vardır. Bir ülkede hâlâ açlar, evsizler, işsizler, kimsesiz kalmışlar varsa, bir ülkede okuldan çok hapishane yapılıyorsa, orada iyi gitmeyen işler vardır Türkiyem.
Şu demokrasi dediğin yolda üç ip gerilmiştir. Her ipte bir cambaz oynar. Yasama, yargı ve yürütmedir bunlar. Diyorum ki acaba bu ipleri, tek ip yaparak, üstünde tek bir cambazı mı oylatlamak isterler. Eğer parlamentoda, anayasa değişikliğini başkanlık sistemine göre kabul ettiremezlerse, İki sandık gelecek önüne Türkiyem. Birinde “yeni” anayasayı, diğerinde dokunulmaz başkanlık sistemini oylayacaksın. Hani derlerdi ya liberaller, ‘yürütmenin denetlenmesi ve dengelenmesi için yargı ve yasamanın bağımsız olması gerekir’ diye. Ne olacak o zaman iyice düşün hele. Senin denetleyecek ve dengeleyecek bir kudretin kalacak mı dersin? Yoksa daha fazla denetlenen, kuşatılan ve susturulan bir ülkeye mi döndürüleceksin…
Bu gösteri demokrasisini daha ne kadar sürdüreceksin Türkiyem?
Hani insan önce kendine, kendi hayatına, geleceğine sahip çıkmalı dersen; bir silkin, bir ayağa kalk, o kutsal adalet ve özgürlüklerin elden gidiyor Türkiyem…
Yürütmenin denetlenme ve dengelenme olanaklarını daraltan bir anayasaya doğru gidiyoruz yani daha diktatöryal ve otoriter. Hani 12 Eylül anayasasından daha beterine ve daha yobaz ve gericileştirilmiş bir bilinçle bu anayasaya sahip çıkartılanlarla birlikte meşrulaştırılan bir anayasaya. Nasıl bir anayasa olsun? diye sordukları da kendi uzmanları, görsel ve yazılı basın ellerinde ve sabah akşam, bir rıza mekanizması şeklinde işletiliyor. Agaç demişki baltaya, sana çok kızarım beni kesersin ama ne deyim ki kökün bendendir. İnsanoğlu da böyledir işte, döner gelir kendi hayatını kendi biçer.
Halbuki kendine ‘Müslümanım’ diyen bir insanın yaşamındaki ana ilkeler, Adem peygamberden beri değişmemiştir. Ama insanların çoğunluğu, hakikatin yolunda yürümekten kaçınır.
Müslümanlıkta ötekileştirmek ve ayrımcılık yaratmak yoktur. Ama insanlar, sürekli birbirlerini ötekileştirme yolları açmakta ve diğer insanlardan kendilerini üstün ve ayrıcalıklı kılmak istemektedir.
Müslüman, yeryüzündeki bütün putları ve aracıları hayatından çıkaran ve tevhidî bilince ulaşan kişidir. Yeryüzünü sınırsız kavrayan ve yeryüzünde yaşayan insanlara, ayrım gözetmeden eşitlik ve adaletle yaklaşmayı savunan kişi Müslümanlığa girebilir.
Müslümanlık yolu, sahip olduğu her şeyi olmayanlarla bölüşme, paylaşma ve dünyevi bir karşılık beklemeden dayanışma ve destekleşme yoludur. Ama insanların çoğu yardımlaşmayı, imaj/görüntü ve bir paye kazanmak için yaparlar.
Her Müslüman aynı zamanda özgür bir bireydir. Müslüman, içinden gelen sesi dinlemekte, kendi sağduyusunu geliştirmekte özgürdür. Hakk’tan başkasına kulluk etmediği zaman Müslüman sayılmaktadır. Ama insanların çoğu dünyevi hayata kulluk ederler, zan ve vehim içinde yaşarlar.
İşte bu nedenle, Hakikat Yolunda Müslüman olmak zordur ve Müslümanın mücadelesi, kıyamete kadar sürecektir.