Hayır!
Evrimsel Biyoloji, Evrim Teorisi ve doğadaki evrim yasası (ve bunları anlamak) ile ateizm ya da herhangi bir diğer dini duruşun doğrudan hiçbir alakası yoktur. Evrimi anlamak için ateist olmanız gerekmemektedir! Evrimi kabul etmenin “şartlarından biri” inançsız olmak değildir!
Bu makalemizde bilim ile inanç arasındaki ilişkiyi inceleyecek ve evrimsel biyoloji ile şahsi inançlar arasında nasıl bir alaka (veya alakasızlık) olduğunu okurlarımıza göstermeye çalışacağız. Umarız tüm okurlarımız için faydalı olacaktır.
Evrim karşıtı ve bilim düşmanı olan kitleler, evrimi kabul etmek için ateist olmanız gerektiğini, dolayısıyla da cehennemde yanacağınızı söyleyerek insanları korkutmayı ve bilimden uzak tutmayı hedeflemektedirler. Sistemli ve istikrarlı bir şekilde sürdürülen bu yalan, günümüz halklarında evrimsel biyolojiden korkuyu ve nefreti doğurmuştur. Halbuki objektif bir duruşa sahip her birey, evrimin (ya da herhangi bir bilimin) dini inançlarla alakası olamayacağını görecektir.
İnançlar, insanların kültürel evriminin bir sonucu olarak ortaya çıkan düşünce sistemleridir. Tıpkı bilim gibi merak ve sorgulamadan doğmuşturlar. Ancak zaman içerisinde iki zıt yöne giden bu düşünce sistemlerinden din, sorgulamayı ve düşünmeyi belli bir noktaya kadar (veya bazı sistemlerde hiçbir şekilde) uygun görmekteyken, bilim her türlü olay, olgu ve argümanı sorgulamayı, test etmeyi, vb. öğretir bir hal almıştır. Bilim, net ve kişisel isteklere bağlı olarak değiştirilemeyecek sınırlara sahipken dini inançlar böyle değildir. Bu sebeple tek bir dinin altında on binlerce farklı yorum grubu (mezhep) bulunurken, bilimsel bir kuramla ilgili şahsi düşüncelerden ötürü oluşan hiçbir grup bulunmaz. Elbette belli başlı bilimsel araştırmalarda, veri yetersizliğinden ötürü, hipotezlere dayalı az sayıda gruplaşma görülür. Ancak eninde sonunda gerekli verilere ulaşıldığında (ki her zaman ulaşılır), bu gruplardan sadece haklı olan varlığını sürdürür ve diğer görüşlerde olanlar da bu gruba katılır (katılmak zorundadır, bilimsel gerçekler şahsi inançlara bağlı değildir).
Evrim Kuramı Darwin tarafından, oldukça sancılı bir süreçten sonra ilk defa ilan edildiğinde, inanç sistemleri adeta ikiye bölünmüştü: bir grup evrimin kabul edilemez bir “şeytanlık” olduğunu savunurken, diğer gruptaki dindar kitleler evrimi “Tanrılarının muhteşem yaratış biçimi” olarak görüp, bilimin baş döndürücülüğü karşısında heyecana kapılmışlardır. Her ne kadar ikinci grup bilimden hoşlanan ama aynı zamanda çeşitli dinlere bağlı insanlar için kulağa hoş gelse de, bilimsel olarak bu iki grup da hatalıdır: çünkü inançlar olumlu da olsa, olumsuz da olsa bilime dahil edilemez!
Evrim Ağacı ve İnanç
Evrimin ateizm ile birmiş gibi düşünülmesinin tek suçlusu, bilim karşıtları ve onların yalanlarına inanan insanların bilgisizlikleri değildir: kimi zaman, bilim insanlarının kendileri de bu hataya düşerek bilimi bir ateizm aracı olarak kullanmışlardır. Bunun en güncel ve sıcak örneklerinden biri Prof. Dr Richard Dawkins iken, oldukça eski örneklerinden biri olarak “Darwin’in buldogu” lakaplı Thomas Huxley’i verebiliriz. Bu kişiler, bilimin üstünlüğünü, gücünü ve tarafsızlığını savunacakları yerde, bilimsel gerçeklerin dini görüşler ile örtüşmemesinden ötürü tüm dinlerin hatalı, eksik, yanlış ve yok edilmesi gereken unsurlar olduğunu lanse etme, bilimi bu şekilde yüceltme yoluna girmişlerdir. Bu da, onların bilim camiasındaki güvenilirliklerini ve popüleritelerini azaltırken, halk arasındaki ünlerini katlayarak arttırmıştır.
Her ne kadar bu bilim insanlarının, özellikle de Richard Dawkins’in bilimi halka ulaştırma amacıyla yaptığı sayısız değerli çalışmayı takdir etsek ve yürekten desteklesek de, elde “ailenizin bilim insanı” olarak bilinen Carl Sagan, “halkın fizikçisi” olarak bilinen Richard Feynman, “belgesellerin babası” olarak bilinen David Attenborough gibi örnekler varken, Dawkins’e neden bu değerli bilim insanlarına olduğu kadar geniş bir kitlenin kucak açmadığının sebepleri sorgulanmalıdır. Dawkins, halka bilimi anlaşılır kılmak konusunda çok kıymetli çabalara girişmekle birlikte, kendi şahsi inanç konumunu birçok sefer bilimsel meselelerin önüne geçirmekten veya bir tutmaktan kendini alamamıştır. Bu konuda Dawkins’in yönteminin “bilimin önünü kapatan engelleri açmak için bir zorunluluk” olarak değerlendirilmesi de mümkündür. Ancak elde bu çatışmaya girmeden de milyonlarca insanın gönlünü fethedebilmiş örnekler varken, Dawkins’in de açıkça ifade ettiği gibi “militan ateist” şeklindeki bir tutumun sadece belli (ve ortak görüşe sahip) bir kitleye hitap etmesi kaçınılmazdır. Elbette Dawkins’in girişimlerinin de başka açılardan çok faydalı sonuçları olmuştur, bunu göz ardı etmemekteyiz (birçok kişiyi aydınlatma, sorgulamaya itme, meraklandırma ve daha nicesi açısından). Ancak amaç bilimin halka ulaştırılmasıysa, Dawkins’in en iyi örnek olduğunu söylemek için tek yönlü veya yeterince geniş olmayan bir bakış açısına ve vizyona sahip olunması gerektiği görülebilir.
Tabii ki burada “esas amaçlar” da ön plana çıkmaktadır. Her şahsın koyduğu ideallerin amacı birbirinden farklı olabilir. Dawkins, belki de zaten yola çıkış amacı olarak sadece bilimin halka ulaştırılması ve anlaşılmasını değil, aynı zamanda ateizmin halk arasında yayılmasını belirlemiştir. Bu açıdan yaptıklarının amaçlarıyla birebir uyumlu olduğu düşünülebilir. Ne var ki bu sefer de amaçları bilimsel objektiviteden yoksun olacaktır. Buradaki bir diğer itiraz da, ateizmin dini objektivitenin doruğu olduğu yönünde yapılabilecek bir açıklama olabilir. Ateistik bir dünya görüşünün, şahsi inançlara dayalı bir dünya görüşünden çok daha objektif bir tutum yarattığı fikrine kesinlikle katılıyor olsak da, bu noktada ateist olduğunu iddia eden şahısların eğitiminin ve konulara olan hakimiyetinin de çok önemli olduğunun altını çizmek gerekmektedir. Her ateist Dawkins gibi alanında uzman değildir. Hatta çok büyük bir çoğunluğu değildir. Dawkins’in başarabildiğinin aksine, ateist kimliğiyle ortaya çıkanların bilimi savunmaya çalışması sırasında yaptıkları çok sayıda hataların, ateizm ile evrimsel biyolojinin aynı şeyler olduğunu düşünme hatasını arttırıcı bir etkiye neden olduğu anlaşılmalıdır. Yani ateist olmak, bilimden anlıyor olmayı beraberinde getirmemektedir. Bu sebeple aslolan yine bilimi tam olarak öğrenmek olmalıdır. Bu öğrenme sürecinden sonra şahsi tutum olarak ateizm mantıklı geliyorsa, bu kişinin şahsi tercihidir ve anlayışla karşılanır. Kısaca, Evrim Ağacı olarak bize göre ön planda olması gereken bireylerin ateist yaklaşımları değil, bilimsel tutumlarıdır.
Evrim Ağacı olarak bizler, nasıl ki herhangi bir şekilde yaratılışçıların ve akıllı tasarımcıların şahsi inançlarından ötürü evrimi kısmen ya da tamamen reddetmelerini hiçbir şekilde kabul etmiyorsak ve tamamen karşılarındaysak, ateistlerin de bilimsel gerçekleri dinlere saldırı amacı olarak kullanmalarına ve evrimi bir “ateizm unsuru” olarak görmelerine kesinlikle karşıyız. Bu sebeple İlkelerimiz‘den de okuyabileceğiniz gibi Evrim Ağacı içerisinde her türlü şahsi inancın ve duruşun propagandasına engel olmaktayız. Elbette bizlerin de şahsi inançlar konusunda kendimize ait ayrı ayrı görüşlerimiz var; ancak bu görüşlerin evrimsel biyolojiye ve bilime dahil olmaması için elimizden gelen gayreti sarf ediyoruz.
Ancak bu söylediklerimiz ile istatistiki veriler arasında bir uyuşmazlık olduğu düşünülebilecektir. Bir göz atalım:
Bilim İnsanları Arasında Evrimin Kabul Edilirliği
Bilim insanları arasında evrimin kabul edilme oranı, halk arasındaki kabul oranına göre kat kat yüksek olabilmektedir. Biraz sayılar verecek olursak:
Bu grafik, artık oldukça meşhur olmuş olan, 19 Nisan 2008’de New Scientist dergisinin 31. sayfasında yayınlanmış bir araştırmanın sonuçlarıdır. Araştırmada, insanların ilkin hayvan türlerinden evrimleştiğinin kabul edilip edilmediği halka sorulmuştur. 35 ülkede yapılan, yukarıda ise 18 ülkenin sonuçlarına yer verilen grafikte de görüldüğü gibi, çubukların mavi kısımları bir ülkede evrimin kabul edilme oranını gösterirken, pembeler emin olmayanları, yeşiller ise evrimi kabul etmeyenleri göstermektedir. İzlanda, Danimarka, İsveç, Fransa, Japonya ve İngiltere gibi ülkelerde evrimin halk arasındaki kabul yüzdeleri 80 puandan yüksek olabilmekteyken, Türkiye’de bu yüzde 25 puan civarındadır. ABD’de ise evrimin kabul edilirliği %40 dolaylarındadır. Bu durum, ilk etapta toplumun kültürel normlarıyla bilimsel anlayışı arasında bir ilişki olduğu fikrini akla getirmektedir. Ancak elbette istatistiki bir araştırmanın tek açıdan ele alınması doğru olmayacaktır. Ekonomik durum, bilime verilen değer, bilimin halka indirilmesi için verilen uğraşlar, eğitim sistemi ve içeriği, eğitim düzeyi, okuma yazma oranları ve daha nice faktör bir ülkenin bilimsel bir gerçeği kabul etme oranlarını etkilemektedir.
Öte yandan, eğitim konusunda en üst düzeylerde olan ve en kapsamlı okuma ile araştırmaları yaptıkları öngörülen bilim insanları arasında, halka tamamen zıt durumlar görülmektedir. Bilim insanlarının evrimi kabul etme oranlarıyla ilgili halen tamamen net sayılar olmasa da (istatistikte neredeyse hiçbir zaman kesin sonuçlara varılamaz zaten), yıllar boyunca yapılan farklı araştırmaların sonuçları, kabaca bazı fikirler edinmemizi sağlamaktadır.
Öncelikle belirtilmelidir ki, bilim insanlarının hepsi, bilimin her dalında uzman değildirler. Dolayısıyla bir biyolog, bir biyokimyager, bir siyaset bilimci, bir mimar ve bir elektrik mühendisinin her biri bilimin ayrı dallarıyla uğraşıyor olsalar da, bunların her birinin evrime karşı tutumları ve bildikleri birbirinden tamamen farklı olacaktır. Dolayısıyla, evrimi kabul eden ve etmeyen kişilerin konu hakkındaki uzmanlıkları ve bilgileri birincil derecede önem arz etmektedir.
Buna rağmen, kaynaklardan görebileceğiniz gibi, yapılan birçok araştırmada, özellikle biyoloji ile birinci elden ilişkili olan dallarda (biyoloji, paleontoloji, jeoloji, moleküler biyoloji, genetik, antropoloji, psikoloji, vb. dallarda) araştırmalar yürüten bilim insanları arasında evrimin neredeyse istisnasız olarak kabul edildiği gösterilmektedir. Örneğin 1987 yılında yapılan bir araştırmada, tüm bilim insanları arasında sadece 700 adet civarının evrimi reddettiği tahmin edilmiştir. Evrim ve evrim karşıtlığı üzerine araştırmalar yürüten bir uzman olan Brian Alters ise, tüm bilim insanlarının %99.9’unun evrimi kabul ettiğini iddia etmektedir. 1991 yılında yapılan bir Gallup araştırması, tüm bilim insanlarının sadece %5‘inin evrimi reddettiğini ortaya koymaktadır.
Dünya’nın en önde gelen bilim cemiyetlerinden olan AAAS üyesi bilim insanlarının %98’i insan ve tüm canlıların evrimleştiğini, %2’si var oluşun başından beri var olduğunu düşünmektedir. ABD halkının ise sadece %66’sı, bilim insanları arasında böyle bir görüş birliği olduğundan haberdarken (görüş birliği olduğunu düşünürken), %29’u bilim insanları arasında evrim konusunda anlaşmazlık olduğunu sanmaktadır. Ayrıca ABD halkının %35’i doğal evrimi kabul etmekte, %24’ü bir süpergüç denetimindeki evrimi kabul etmekteyken, %5’i evrimin geçerliliğinden emin değildir ve %31’i evrimin var olmadığını, canlılığın başından beri değişmediğini düşünmektedir.
Kaynak: Pew
Evrimin alternatifiymiş gibi gösterilmeye çalışılan yaratılışçılık ve akıllı tasarım konusunda da bilim insanları çok net bir tavra sahiptir. Ekim 2005’te, sadece Avusturalya’da görev yapan 70.000 bilim insanı, inançlara bağlı olarak geliştirilen yaratılışçılık ve akıllı tasarım gibi düşüncelerin bilimsel olmadığını ve kesinlikle bilim olarak öğretilmemesinin gerektiğini savunduklarını söyledikleri bir metne imza atmışlardır.
1986 yılında 72 Nobel ödüllü bilim insanı, 17 eyalet akademisi ve 7 bilim cemiyeti yaratılışçılığın Amerikan okullarında öğretilmesine yönelik açılan davada, yaratılışın bir bilim olamayacağını izah ettikleri bir metin yayınlamış ve mahkemeye sunmuşlardır. Benzer şekilde, Dünya çapında 130.000 bilim insanının, 262 bilim cemiyetinin ve toplamda 10 milyondan fazla bireyin üye olduğu Amerikan Bilimin İlerleyişi Cemiyeti de evrimin bir doğa yasası olduğunu ve yaratılışçılık ile akıllı tasarımın birer bilim olarak sunulamayacağını ilan ettikleri birçok belge yayınlamışlardır. Dünya çapında prestije sahip Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi de evrimi anlatan, verileri ortaya koyan ve akıllı tasarım ile yaratılışçılığın bilim olmadığını ilan eden birçok kitap yayınlamıştır.
2009 yılında yapılan bir Pew araştırmasına göre bilim insanlarının %97’si insanların ve diğer canlıların evrim süreciyle ortaya çıktığını kabul etmektedirler. Bunların %87’si evrimin tamamen doğal yollarla işleyen bir süreç olduğunu söylemektedir. Halk arasında, evrimin bir “süpergüç” tarafından kontrol edilmediğini ve tamamen doğal olduğunu savunanların oranıysa sadece %32’dir. Aradaki fark, oldukça düşündürücüdür.
Evrimin bilim insanları arasındaki kabul edilirliğini ispatlayan bir diğer araştırma ise Steve Projesi olarak bilinmektedir. Projeyle ilgili buraya tıklayarak bilgi alabilirsiniz. Ayrıca Akademiler Arası Panel’in de, Dünya çapındaki onlarca akademinin altına imza attığı bir bildiride, evrimin bir bilimsel gerçek olduğunu ve okullarda sadece bilimsel gerçeklerin okutulması gerektiğinin savunulduğu bir metin yayınlamıştır. Konuyla ilgili bilgiye buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Son olarak, günümüzdeki saygın üniversitelerin neredeyse tamamında ve toplamda yüzlerce üniversitede evrimsel biyolojinin doğa bilimleri altında ayrı bir bilim dalı veya fakülte olarak yerini alması da, bu alandaki çalışmaların ne kadar önemli olduğunu ve ne çok sayıda proje yürütüldüğünü anlatacaktır. Bu konuyla ilgili de şurada bir çalışmamız var; ancak daha çalışmanın oldukça başlarındayız.
Kısaca özetlemek gerekirse, halkın evrimi kabulü konusunda ülkelere bağlı olarak ciddi bir dalgalanma söz konusuyken, bilim camiası sonuç hakkında hemfikir gibidir: biyolojik bilimlerin içinden gelen bilim insanlarının %99.9’u evrimi kabul ederken, tüm bilimler dahilinde, en kötü ihtimalle bile evrimin kabul edilirliği %95 dolaylarındadır. Dolayısıyla bilim camiasının evrimi kabul etmediğini düşünmek, sıradışı bir hayal gücünü gerektirmektedir.
Halk arasında da evrimin giderek kabul oranlarının artması, teknolojinin ilerlemesi sayesinde bilgiye ulaşma kolaylığından ötürü gerçeklerin kabul edilmeye başlandığını göstermektedir. Eskiden evrimi sert bir şekilde reddeden birçok dini bünye de, evrimi kabul ettiklerini, ancak bir yaratıcı kontrolünde olması gerektiğini düşündüklerini belirten bildiriler yayınlamışlardır. Örneğin İslam dahilindeki Kadıyaniler ve Bahailer, Hıristiyanlık dahilindeki Katolikler’in bir kısmı (Papa 12. Pius 12 Ağustos 1950’de evrimin bilimsel bir teori olduğunu ve dinle uyumlu olduğunu ilan ettiği bir bildiri yayınlamıştır; 1996’da Papa 2. John Paul bunu desteklemiştir), Hinduizm’in bir grubu, evrimi kabul eden dini gruplara örnek olarak gösterilebilir. Bu gruplar halen ciddi anlamda azınlıktadır; ancak yine de kabul oranlarının giderek arttığı söylenebilir.
Bilim İnsanları ve İnanç
Tam da bu yazının başındaki iddiamızı kanıtlar şekilde, bilim insanları ile inanç arasında evrimin kabulü ile tam olarak örtüşen bir durum görememekteyiz. Yine inançsızlık oranları halka göre daha yüksek olduğu kesin; ancak evrimi kabul etmekteki kadar ezici bir çoğunluk göremiyoruz.
Amerikan Bilimin İlerleyişi Cemiyeti üyeleri üzerinde Pew’un Mayıs-Haziran 2009’da yürüttüğü bir araştırmaya göre bilim insanlarının %51’i bir süpergücün varlığına inanıyorken, %33’ü dini kitaplarla tanımlanan bir Tanrı’ya inanmaktadır. Amerikan halkına baktığımızda ise, halkın %95’inin bir süpergücün varlığına, %83’ünün ise din kitaplarınca tanımlanan Tanrı’nın varlığına inandıkları görülmektedir. Bilim insanları arasında açıkça hiçbir Tanrı görüşüne inanmadığını söyleyen (ateist olan) araştırmacıların yüzdesi %41 iken, Amerikan halkında bunu açıkça ifade edenlerin oranı sadece %4’tür. Araştırma sonuçlarından bir örnek aşağıda verilmiştir (tamamına da kaynaklardan ulaşılabilir):
Görüldüğü gibi, bilimin içinden olan insanların halen büyük bir kısmında inançsızlık görülmektedir (ve bu oranların arttığı da bilinmektedir). Ancak madalyonun öteki yüzünü görmek de gerekiyor: bilim insanlarının muhtemelen %40-50 civarı herhangi bir süper yaratıcının varlığına inanırken, aynı zamanda evrimin de gerçekliğini kabul etmektedir. Dolayısıyla evrimi kabul etmek için ateist olmak şart değildir. Üstelik evrim, ateizm propagandası için uydurulmuş bir iddia da değildir. Bir doğa yasasıdır!
Bu araştırmada da benzer şekilde biyolojiye yakın bilim dallarından olan insanların inançsızlık oranlarının diğerlerine göre daha yüksek olduğu görülmektedir. Örneğin biyolojik bilimler içerisinden gelen bilim insanlarının %32’si bir yaratıcıya inanırken, kimya alanından olanların %41’i inanmaktadır. Yer bilimlerinde bu oran %30, fizikçiler arasında ise %29’dur. Ayrıca bilim insanlarının yaşları ilerledikçe inançlarının da azaldığı görülmektedir. 18-34 yaşındaki bilim insanlarının %42’si inançlıyken, 35-49 yaşlar arasında bu oran %37’ye, 50-64 yaş arasında %32’ye ve 65 yaş üzerinde %28‘e düşmektedir. Bu oranların din kitaplarında tanımlanan tanrı fikirlerine yönelik olduğunu hatırlayınız. Ancak bu durum tüm “yaratıcı güçler”e genellendiğinde de farklı sonuçlar oluşmamaktadır. Aşağıdaki grafikten bilgi alınabilir:
Evrimsel Biyologlar ve Ateizm
Bizim asıl ilgilendiğimiz alan ise, evrimsel biyologların bu konudaki tutumudur. Çünkü halk arasında inatla evrim ile ateizmin bir olduğu miti yayılmaktadır ve bu yalan, halk içerisinde sürdürülmeye çabalanmaktadır. Ancak yapılan araştırmalar, bunun düşünüldüğü gibi olmadığını göstermektedir.
American Scientist dergisinde yayınlanan bir çalışmada, evrimsel biyologların inançları araştırılmıştır. Gregory W. Griffin ve William B. Provine tarafından yürütülen ve 149 profesyonel evrimsel biyolog üzerinde yapılan araştırma, ilginç sonuçlar çıkarmıştır. Bu bilim insanları toplamda 28 farklı saygın ulusal akademiye üyedirler. Deneklerin uzmanlıkları şu bilim dallarından en az birini içermektedir: evrim, filogenetik, popülasyon genetiği, paleontoloji, paleoekoloji, paleobiyoloji, sistematik, organizma düzeyinde adaptasyon veya uyum başarısı. Bu araştırmanın önemi ise, daha önceki çalışmalarda teizm (Tanrı+dini kitap kabulü) ile deizm (sadece Tanrı’ya inanç, dini kitapları reddetme) arasındaki farkın araştırmaya dahil edilmeyişinin aksine, teizm ile deizmin birbirinden net olarak ayrılmış olmasıdır. Deneklere, aşağıdaki görseldeki üçgen gösterilmiştir ve kendilerini inanç olarak teist, deist ve doğalcı (ateist) kutuplarından hangisine daha yakın hissettiklerini, harflerle belirtmeleri istenmiştir (örneğin “A” tamamen doğalcılığı gösterirken “E” deizmin de dahil olduğu ve ağır bastığı, teizmi dışlayan bir doğalcılığı temsil etmektedir).
Sonuçlar ilgi çekicidir:
Evrimsel biyologların %78’i kendilerini “tamamen doğalcı” (“A”: yani tüm evrenin sadece doğal ve bilinçsiz/yönlendirilmeyen süreçlerle işlediğini savunan görüşten) olarak nitelendirmiştir. Sadece 2 evrimsel biyolog kendisini tam bir teist olarak (“F”), 2 tanesi kendisini teizme daha yakın olarak (“D”), 3 tanesi ise teistik doğalcı (“B”: doğal süreçlerin bir yaratıcı tarafından kontrol edilmekte olduğunu savunan görüş) olarak tanımlamıştır. Dolayısıyla deneklerin sadece %4.7’si dinlerin tanımladığı tanrılara inandığını (teist olduklarını) söylemektedir. Deizmde ise durum farklıdır. Hiçbir denek tam deist olduğunu (“I”) söylemezken, 11 denek doğalcılığa yakın bir deizmi (“C”), 10 evrimsel biyolog ise deizme daha yakın doğalcılığı (“E”, “H” veya “J”) tercih etmiştir. Yani evrimsel biyologların inancı, teistik olmaktan çok deistiktir. Bir yaratıcı veya yönlendirici güce inanmaktadırlar; ancak canlıların ve evrenin kitaplarda tanımlandığı şekillerde ve kurallarda yaratıldığını çoğunlukla reddetmektedirler.
Evrimsel biyologlara sorunun soruluş biçimi de önem arz etmektedir. Eğer bir Tanrı’ya inanıp inanmadıkları doğrudan sorulacak olursa, %80’i inanmadıklarını söyleyecektir. Ancak doğanın bir güç tarafından yönlendirildiği fikrine biraz daha açık yaklaşacaklardır ve bu durumda oran daha düşük çıkacaktır.
Evrim Ağacı olarak bizlerin de savunduğu bir görüş olarak, araştırmanın sonucu olarak evrimsel biyologların %72’sinin dini inançların evrimin bir ürünü olduğunu düşündüğü ortaya çıkarılmıştır. Yani şuradaki yazımızdan da görebileceğiniz gibi, bir şeylere inanma ihtiyacı evrimsel bir adaptasyon olarak oluşmuştur ve kültürel evrimin bir parçasıdır. Bu, inançların içeriklerinin (Tanrı, cennet, cehennem, kader, vs.) gerçek olduğu anlamına gelmez. Ancak en azından bunlara inanmanın doğal davranışlar olduğunu belirtmek gerekir. En başından söylediğimiz gibi, dini inançlar her ne amaçla ve her ne şekilde olursa olsun bilime dahil edilmemelidir! Bilim yasaları ve gerçekleri dini yorumlarla ele alınmamalıdır. Gerekiyorsa dini inançların kendisi bilime uyacak hale getirilebilir; ancak bilimin dine uyacak hale getirilmesi beklenemez!
İnanç Sistemleri ve Evrime Bakış Açıları
Burada tek tek dinleri ele almayacağız, ancak tarihsel açıdan evrime karşı olan tutumları ele alan 3 ana sistemden bahsedilebilir:
1) Yaratılışçılık
Canlıların ve Evren’in doğa üstü bir yaratıcı tarafından ayrı ayrı ve özel olarak yaratıldığını ileri süren ve hiçbir şekilde evrime yer bırakmayan, evrimin bir yalan olduğunu düşünen akımdır. 18. yüzyıldan beri birçok farklı forma girerek bilimin karşısına geçmiştir. Bu görüştekiler için bilimin amacı yaratıcıya ulaşmaktır. Her dinin kendi yaratılışçıları, kendi dinlerindeki tanrıların doğru tanrı olduğunu savunmaktadır. 1859’da Evrim Kuramı’nın ortaya konulmasına kadar yaratılışçılar sadece bir felsefi akım olarak varlıklarını sürdürmektelerdi. Ancak evrim gerçeğini keşfedilmesiyle birlikte tamamen teistik olan yaratılışçılık görüşü “evrim karşıtlığı” haline de dönüştü. Günümüzde evrimin karşısında olan ana kitle olarak yaratılışçıları gösterebiliriz.
Yaratılışçıların neredeyse tamamı teistik düşünceye sahiptirler. Kendi kutsal kitapları ile o kitaplarda tanımlanan yaratıcı gücün her şeyin yaratıcısı olduğunu ve diğerlerinin hatalı veya eksik olduğunu savunurlar. Bu kitaplardan yola çıkarak varlıkların var oluşlarını açıklamaya çalışırlar. Her canlının birbirinden bağımsız olarak yaratıldığını düşünürler. Kendi içlerinde birçok alt gruba bölünmüşlerdir: genç Dünya yaratılışçıları (Dünya’nın 10-60 bin yıl yaşında olduğuna inanırlar), eski Dünya yaratılışçıları (Dünya’nın daha yaşlı olduğunu kabul ederler; ancak yine de türlerin evrimleşmediğini, yaratıldıklarını söylerler), Yeni Yaratılışçılık, “yaratılış bilimi”, teistik evrim görüşü, vs. Örneğin teistik evrim görüşünde kutsal kitapların evrimi halihazırda açıkladığı iddia edilmektedir. Dolayısıyla yaratılışçılar içerisinden çıkan bu grubun evrim bilimiyle uzlaştığı ve kendi inançlarına adapte ettiği görülür. Yine de bu grup da, yaratılışçıların geneli gibi türlerin yaratıcı kontrolünde var edildiklerine inanırlar ve “başıboş”, doğal süreçleri kabul etmezler.
2) Akıllı Tasarım
Yaratılışçılar’ın içerisinden ayrılan bir grup olarak Akıllı Tasarım savunucuları, tekil bir İbrahimi dini temel almamaktadır ve bu sayede dinin bağlayıcılığından bir miktar kurtulmuşlardır. Ancak bu şahıslar halen bir yaratıcının canlılığı var ettiğine inanırlar. Bu yaratış biçimi hakkında birçok akıllı tasarımcı farklı görüşlere sahip olmakla birlikte, yaratılışçıların aksine türlerin belli sınırlar dahilinde evrimden geçerek var olmuş olabileceğini; ancak bu evrimin de yaratıcı kontrolünde olduğunu savunmaktadırlar. Tıpkı yaratılışçılar gibi bu yaratıcı güce dair hiçbir bilimsel kanıta sahip olmayan bu görüş, iddialarının doğruluğunu “evrenin ve canlıların kusursuzluğu veya karmaşıklığı” üzerinden giderek, dolaylı yollarla ispatlamaya çalışmaktadırlar.
Yaratılışçıların aksine, akıllı tasarımcıları tek bir kategoriye koymak çok güçtür. Çünkü “akıllı tasarım” görüşü, yaratılışçılık ile pozitivizm (doğalcılık) arasında bir “geçişi grubu” gibidir. Kimi akıllı tasarımcının görüşleri yaratılışçılığa daha yakındır, kimisininki ise doğalcılığa. Kimi yaratıcı bir güç ile birlikte kitapların da doğru olabileceğini savunurken, kimi sadece yaratıcıyı kabul eder. Kimisi kutsal kitapların olduğu gibi yorumlandığında da bilimsel gerçeklerle uyuştuğunu söylerken, kimisi kutsal kitapların metaforik anlatımlar olduğunu savunmaktadır. Yani tek bir akıllı tasarımcı görüşünden bahsetmek olanaksızdır.
Her şeye rağmen bu grup, yaratılışçıların aksine gerçekleri sorgulayan ve anlama yolunda önemli adımlar atabilmiş kişilerdir. Yine de inançlarını tamamen bilime dahil etme hatasına düşerek, bilimsel arenada hiçbir zaman kabul görmeyecek ve bilimsel temellere oturtulamayacak bir fikrin peşinden gittikleri söylenebilir. Birçok akademisyen, akıllı tasarımı yaratılışçılığın süslenmiş veya gizlenmiş hali olduğunu savunmaktadır ve mahkemeler de benzer sonuçlara ulaşmıştır. Evrim Ağacı olarak biz de bu görüşü desteklemekteyiz. Akıllı tasarımcıların sorgulama yolunda yaratılışçılardan ileride olduğunu kabul etmekteyiz; ancak görüşlerinin neredeyse hiçbirinin bilimsel arenada geçerliliği olmadığını ve olamayacağını savunmaktayız.
3) Doğalcılar (Natüralistler, Pozitivistler)
Bu kişilerse yaratılışçılığın öteki kutbunda bulunan insanlardır. Bu insanlar Evren içerisindeki tüm olayların, doğa üstü bir süpergüçten bağımsız olarak, tamamen doğal yollarla var olabileceğini savunurlar. Bilimin geneli bu anlayış üzerine kurulmuştur. Bilimsel yöntem, hiçbir yaratıcı gücü denklemin içine dahil etmez ve her şeyi pozitif bilimler aracılığıyla, materyalist bir temelde açıklamaya çaba gösterir. Bu sayede objektiviteyi en üst düzeyde tutmayı hedefler.
Doğalcıların birçoğu ateist olmakla birlikte, akıllı tasarıma yakın bir çizgide bulunan, deistik bir evrim görüşünü savunan doğalcılar da vardır. Bu şahısların fikrine göre doğa ve evren, yaratıcının belli başlı sınırları dahilinde var edilmektedir. Ancak yaratıcı süreçlere doğrudan müdahale etmez ve “doğal akışına” bırakır. Yani yaratıcı, bu kişiler için bir “gözlemci” konumundadır. Bu yüzden süreçlerin doğal; ancak kısmen tasarlanmış olduğunu savunurlar. Genelde azınlıkta olan bir gruptur.
Görülebileceği gibi evrime inanç açısından bakışları bir skalaya yerleştirebiliriz. Bu skalanın kesin sınırları olmamakla birlikte, katı yaratılışçılıktan, katı doğalcılığa kadar giden ve arada akıllı tasarım ara basamağının bulunduğu bir skala hayal edilebilir. Bu skalayı Eugenie Scott şu şekilde vermektedir:
Skalada yukarıdan aşağıya doğru: düz dünyacılar, dünya merkezciler, genç dünya yaratılışçıları, boşluk yaratılışçıları, gün-yaş yaratılışçıları, gelişimsel yaratılışçılar, teistik evrimciler ve ateistik evrimciler sıralanmaktadır. Ancak bu skalanın çok daha detaylandırılabileceğini düşünmekteyiz. Bu skalayı biz oluşturacak olsak, teistik evrim ile ateistik evrimi arasına bir basamak değil, bir dal koyardık ve bu dini duruş açısından değerlendiren ana akımdan ayırırdık: kendimizi de bu dal üzerinde görürdük. İsmi de objektivist bilim/evrim olarak konulabilirdi. Yani her türlü şahsi düşünce ve duruştan arınmış, bağımsız bir bilim anlayışını savunan, bilimsel herhangi bir içeriğin ateizm ya da teizmin bir aracı olarak görülmemesi gerektiğini savunan grupta olurduk.
Farklı şekillerde izah ettiğimiz gibi, bilimsel şüphecilik sınırları dahilinde yaratıcı güçlerin var olması muhtemeldir (birçok farklı ve şu anda hayal dahi edilemeyecek şeyin var olmasının muhtemel olması gibi); ancak şimdiye kadar böyle bir güce dair tek bir doğrudan kanıt bulunamamıştır ve var olan açıklamaların tamamı dolaylı yoldan, karmaşıklığı ya da kusursuzluğu temel alan, dolayısıyla bilimsel metodolojiye uymayan argümanlar içermektedir. Bizler, bir iddianın pozitif bilimler ile kanıtlanana kadar geçersiz olduğunu düşünmekteyiz. Görüşümüzü bilim camiasının ciddi bir çoğunluğunun savunduğunu tahmin etmekteyiz.
Elbette yukarıda sayılan görüşlerin her biri onlarca makaleyle analiz edilebilir, hataları ve doğruları ortaya koyulabilir ve saatlerce tartışılabilir. Ancak Evrim Ağacı’nın görevi bu değildir ve bu yüzden bu konulara girmeyeceğiz. Sadece farklı görüşlerin temel mantıklarını izah etmeyi uygun gördük.
Bilim insanlarının büyük bir kısmı, önceden de verdiğimiz gibi ya tamamen doğalcıdır, ya da deistik bir bilim anlayışına sahiptir. Çok az sayıda bilim insanı, teistik bir bilim görüşünü kabul edecektir. Bu akımlar hakkında daha fazla bilgiye internet üzerinden ulaşmanız mümkündür.
Sonuç ve Tartışma
Hiçbir bilim insanı ve aklı başında insan, evrimi veya herhangi bir bilim dalının içeriklerini kabul etme ile ateizm ya da herhangi bir diğer dini duruş arasında doğrudan bir ilişki olduğunu iddia edemez. Edecek olursa zaten bu kendi şahsi görüşü olacaktır. Bunun çok basit bir nedeni vardır:
Dinlerin hiçbiri ve hiçbir içeriği, bilimsel değildir. Bilimsel olmaması, insanların inanmamaları gerektiği anlamına gelmez. Ancak bilimsel kriterlerle değerlendirilebileceği anlamına da gelmez. Çünkü inançlar, adı üzerinde, sadece birer “inanç”tır ve hiçbir mantıki sorgulama veya bilimsel araştırma ile yaratıcı güçlerin var olup olmadığını anlayamayız. Elbette burada, yukarıda da yapıldığı gibi, teistik ve deistik inançların birbirinden ayrılması gerekmektedir. Antik dini kitapların içeriklerinin moderniteden ve gerçeklerden uzak olduğu bilinmektedir. Bu uzaklık, birçok farklı dini görüş tarafından modern hale getirilmeye çalışılmaktadır. Özellikle Hıristiyanlık’ın bugünkü en ciddi tartışmalarından biri, İncil’in içeriğinin modern yorumu hakkındadır. İslam’da da benzer bir durum görülmekte, farklı din adamları farklı görüşler beslemektedirler.
Ne olursa olsun, bilimsel araştırmalar dini öngörüleri ve sezgileri yanlışlayabilir (bunun birçok örneği bulunmaktadır; farklı yorum becerileriyle bu yanlışlamaları reddeden inançlı insanlar olsa da). Bu durumda, bilimin hatalı olduğunu ve mutlaka kitapların doğruyu söylemesi gerektiğini savunmak, aşırı bir tutuculuk olacaktır. Çünkü neredeyse her zaman, bilimin öngörüleri ile keşiflerinin gerçeğe binlerce kat daha yakın olduğu görülmüş ve deneyimlenmiştir. Hatta şimdiye kadar bilimin hatalı öngörüde bulunup, buna rağmen dini kitaplar veya açıklamaların daha isabetli olduğu ve sonunda gerçekten de dini görüşlerin haklı olduğunun görüldüğü bir durum bulmak olanaksızdır. Bu, dinlerin zayıf veya başarısız olmalarından çok, bilimin gerçeğe ulaşma yönteminin diğerlerine göre tartışılmaz bir üstünlüğü ve güvenilirliği olmasındandır.
Ne açıdan bakarsak bakalım, dini görüşlerimiz ile (ve aslında her türlü şahsi görüşümüz ile), bilimsel duruşumuzun birbirine karıştırılmasının kocaman bir hata olduğu görülecektir. Bilim, dini görüşleri doğrulamak ya da yanlışlamak için var olan bir araştırma türü değildir. Bilim, gerçeği bulma sanatıdır. Eğer gerçekler dini öngörülerle uyuşuyorsa ne ala! Ancak uyuşmuyorsa, kendisini düzeltmesi gereken bilim değildir.
Tüm bunların ışığında, evrimi kabul etmek için dini görüşlerinizi tamamiyle reddetmenizin gerekmediğini anlamak mümkündür. Elbette katı katıya teistik bir görüşe sahipseniz, bilimsel gerçekleri kabul etmek zor gelebilecektir. Ancak deistik bir evren modelini savunan birçok insanın, yüksek bir oranla evrimi kabul ettiği görülmektedir. Dolayısıyla bilimsel gerçeklerin kabulü, insanın kendi iç hesaplaşmaları sonucunda olacak bir sonuçtur. Hiç kimse bir diğerini şahsi görüşleri konusunda zorlayamaz ve belli bir sonuca varması için baskı uygulayamaz.
Benzer şekilde, elbette ki bilim insanlarının tümünün, bir kısmının ya da bazılarının şahsi görüşleri, bizlerin şahsi görüşlerini etkileyecek değildir. Ancak bu alanlarda en derinlemesine çalışmalar yürüten ve en geniş bilgilere, en birincil elden ulaşma imkanı olan insanlar olarak, bilim insanlarının bu konudaki tutumları, özellikle de istatistiki olarak bizler için anlam ifade etmektedir. Kimse herhangi bir bilim insanı kabul ediyor diye evrimi kabul etmeyecektir ve benzer bir şekilde herhangi bir bilim insanı inançsız diye inançlarından vazgeçmeyecektir. En azından doğrusu bu olmalıdır. Herkes kendi araştırmasını, derinlemesine yapmalı, bol ve çok farklı kaynaklardan okumalı ve kendi sonuçlarına varmalıdır. Unutulmamalıdır ki evrim gibi bilimsel bir konuda yalnızca bilim insanlarının çıkarımları önem arz ederken, şahsi inançlar konusunda hiç kimsenin çıkarımları, bir diğeri için önem arz etmemelidir.
Peki bilime olan yakınlığın artmasıyla evrimin kabulünün artması, inançların ise azalması arasında ne gibi bir ilişki vardır? İlkinin cevabı çok basittir: bilimsel gerçekleri öğrendikçe evrimin kabul oranı artar, çünkü evrim bir doğa yasasıdır. Artık her aklı başında birey bunu bilmekte ve anlamaktadır. İkincisi ise biraz daha çetrefillidir: bilimsel düzeyin artmasıyla inançların azalma sebebi, daha önceden inançla izah edilen olguların, tamamen somut ve mekanistik temellerinin bilim dahilinde görülüyor olmasıdır. Zaten insanların dini sistemlerinin evrim geçirmesi de bundandır. Yukarıda verdiğimiz diğer yazımızda da değindiğimiz gibi, insanlar doğaya tapmakla başlayıp, insansı tanrıları var etmiş, sonundaysa günümüz inanç sistemlerini geliştirmişlerdir. Bu basamakları tetikleyen unsur ise her zaman evreni anlayışımızın artmasıyla birlikte eski inançlarımızın isabetsizliğini görmemiz ve onları geliştirmemiz olmuştur. Günümüz inanç sistemleri de, gerçeklere bağlı olarak ister istemez evrim geçirmektedir. Örneğin evrime karşı olarak doğan yaratılışçılık, %100 inanç sistemlerinden gücünü almaktadır ve evrimi tamamen reddetmektedir. Ancak bunun mantıklı bir şekilde yapılamayacağı görülerek, bu kitleden olan insanlar kademeli olarak koparak, “evrim vardır; ancak yaratıcı kontrol eder” şeklinde bir görüşe dayanan akıllı tasarımı geliştirmişlerdir. Tarihteki inanç sistemlerinin değişimi de ya bu şekilde akla, mantığa ve bilime dayalı olarak, ya da silah/kılıç zoruyla olmuştur. Muhtemelen gelecekte de bu inanç sistemleri çok daha farklı yönlere gidecektir. Dolayısıyla, bilimsel düzey ile inançsızlık arasında evrensel bir bağ bulunmamaktadır; ancak gerçeklere yaklaşmak her zaman insanların inançları üzerinde belirli etkiler yaratmıştır.
Her ne olursa olsun, evrim ile inançlar, fizik ile inançlar, bilim ile inançlar ne karşı karşıya gelmeye zorlanmalı, ne de bir arada analiz edilmeye uğraşılmalıdır. Stephen Jay Gould’un savunduğu gibi bilim ile din örtüşmeyen alanlar olarak görülmelidir ve ayrı ayrı ele alınmalıdır. Bilimsel yöntem ve bilimsel gerçekler çok iyi anlaşılmalı, dini sistemlerin metotlarının bilimden tamamen farklı olduğu kavranmalıdır. Ancak bundan sonra, başlıktaki sorunun cevabının açık ve net olarak “hayır” olduğu anlaşılabilir.
Bu yazıyı kapatmak için birçok farklı söz kullanılabilir; ancak biz, şu anonim sözle makalemizi sonlandıralım:
“Laboratuvarıma girerken dini cüppemi dışarıda, portmantoda bırakırım.”
Umuyoruz yazımız size farklı bir görüş kazandırma yolunda ufkunuzu genişletecek içerikte olabilmiştir. İlerleyen günlerde daha fazla istatistiki veri ekleyerek bu makalemizi geliştirecek ve daha faydalı hale getireceğiz.
Saygılarımızla.
Kaynaklar ve İleri Okuma:
- Pharyngula
- Interacademies
- American Association for the Advancement of Science
- National Academy of Sciences
- National Center for Science Education-1
- National Center for Science Education-2
- National Center for Science Education-3
- NIH Record
- Religious Tolerance
- Sandwalk Blog
- Journal of Clinical Investigation
- JSTOR
- New Scientist-1
- New Scientist-2
- The New Yorker
- WorldMag
- University of New South Wales
- Pew Research-1
- Pew Research-2
- Nature
- NSF
- Ana Görsel: Kristeligt-Dagblad