2011 seçimlerinde “Başörtülü aday yoksa oy da yok” kampanyası başlatan kadınları sert bir dille eleştiren ve onları “beyaz casuslar”, “derin güçler tarafından kullanılmış insanlar”, “iyi sıhhatte olsunların oyununa gelmiş kişiler” olarak itham eden Ali Bulaç, ne hikmetse bu fikrinden vazgeçip, önümüzdeki dönemde başörtülü bir kadının milletvekili olarak meclise girebilmesi gerektiğini ifade eden bir yazı yazdı. Bu ilk bakışta sevindirici bir gelişme gibi görülebilir fakat yazının içeriğine baktığımızda oldukça çelişkili ve vahim bir bakışla karşılaşıyoruz.
“Başörtülü aday yoksa oy da yok” başlıklı bu yazısında Bulaç, hem başörtülü kadınların iş hayatı önündeki engeller kaldırılsın diyor hem de kadının iş yaşamına girmesinin kadına şiddeti doğuran temel etken olduğunu dile getiriyor. Bulaç’ın kadına bakışını ortaya koyan bu yazısını okurken hem sinirlendim hem de bir kadın olarak oldukça endişelendim.
Bulaç, çalışan, kendi hakkını arayan, sosyal hayatta var olan kadını “Kışkırtılmış Kadın” olarak niteleyip aşağılıyor, sonra bu kadınların nasıl da erkekler tarafından itici bulunarak istenmediğinin ve böylesi kadınların kaderinin yalnızlığa mahkum olmak olduğunun altını çizip kadınları korkutmaya çalışıyor. Yani diyor ki Bulaç: “Ey modern dünyanın kandırdığı kadınlar! Çalışan kadınlar olarak hayatta var olmaya ahdetmiş olabilirsiniz ama unutmayın, bunun sonu yalnızlık ve evde kalmaktır. Bunu göze alıyorsanız çalışmaya devam edin. Ama ola ki evlendiniz; kocanız bu durumu kabullenmeyecektir. Çünkü sizin çalışmanız erkeğin fıtri rolünü kaybetmesine neden olacağı için acımasız bir şiddete maruz kalabileceğiniz gibi kocanız tarafından öldürülebilirsiniz de. Ama zannetmeyin ki maruz kalacağınız bu şiddetin ve cinayetin tek suçlusu erkektir, asıl suçlu sizsiniz! Çünkü siz, fıtratınızın gereğini yerine getirerek evde oturmuyorsunuz.”
Bulaç’ın bu mantığına göre; son yıllarda artan kadın cinayetlerinin, kadınların eşleri tarafından şiddete maruz kalmalarının asıl nedeni kadınların çalışıyor olmalarıymış. Yani; kendisini erkeğe dövdürten de, öldürten de kadının ta kendisiymiş. Tüm bu vahşetin suçlusu meğer kadınlarmış!
Bu arada; erkek şiddetine maruz kalanların çoğunluğunun çalışmayan, ekonomik özgürlüğü olmayan ve erkeğe bağımlı yaşayan kadınlar olduğunu da biliyoruz. Hatta ekonomik özgürlüğü olmadığı için erkeğin şiddetine katlanmak zorunda kalan kadınların sayısı oldukça fazladır. Fakat diyelim ki, Ali Bulaç’ın dediği gibi olsun ve şiddet gören kadınların çoğu çalışan kadınlar olsun; burada yapılması gereken erkeğin bu hastalıklı ve kompleksli yapısını değiştirmek midir, yoksa kadını gerisin geri evin içine hapsetmek midir?
Sorarım size; Erkeğin fıtratı kadına karşı üstün ve güçlü olma hırsına mı programlanmış? Erkeğin fıtratı, güçlü bir kadın karşısında komplekse girip ona şiddet uygulamaya mı dayalı? Eğer bu fıtratta erkekler varsa ciddi bir terapi ve eğitimden geçmeleri gerekmez mi? Erkeğin bu sorunlu fıtratının bedelini neden kadınlar ödesin? Erkeğin bu hastalıklı fıtratını aşmasına yönelik söylemler üretmek gerekirken, kadının sindirilmesine yönelik fikirler öne sürmek de ne oluyor!
İslami camianın hatırı sayılır, sözü dinlenir bir aydını olan Ali Bulaç’ın kadına bakışı böyle ise camianın diğer erkeklerinin durumunu siz düşünün. Ali Bulaç’ın, kadınların çalışma hayatına katılmasıyla ilgili bu bakışı zannetmeyin ki sadece Ali Bulaç’a özgüdür. İslami camianın erkeklerinin genel bakışının da Ali Bulaç’tan pek farksız olduğunu -hatta belki de daha kötü- düşünmüyorum. Tabi ki böyle düşünmeyen erkeklerin sayısı da az değil ama genelinin kadına bakışı maalesef bu minvalde.
Durum böyle olunca; Başörtülü kadınların kamuda çalışabilmesinin önündeki engellerin ortadan kaldırılmayışının temel nedeni “Acaba AK Partili erkeklerin çoğunluğunun Ali Bulaç gibi düşünmesi mi?” diye sormadan edemiyorum. Kadınları sadece anne ve ev hanımı olarak görmek isteyen bir zihniyetin, kadınların çalışmasına imkan sağlayacak düzenlemeyi yapmakta istekli olmayışına da pek şaşmamak lazım.
Başörtülü kadınlar, yıllarca üniversitelere girebilmek için mücadele etti. Erkekler de bu mücadelelerinde onlara hep destek olmuşlardı, hatta siyaset sahnesindeki en önemli argümanları başörtülü kadınların yaşadığı bu mağduriyetti. Başörtülü kadınların üniversiteye girebilmesi için destek veren o erkekler şimdi kalkmış; “kadının asli görevi, annelik ve ev hanımlığıdır, kadının çalışması erkeğin fıtratını zedeliyor ve erkek şiddet uygulamak zorunda kalıyor” diyorlar.
Peki o halde neden başörtülü kadınların üniversiteye girebilmesi için o kadar mücadele ediyordunuz diye sormazlar mı insana?
Bu kadınlar yıllarca, sırf diplomalı ev hanımları olmak için mi mücadele ettiler sanıyordunuz ey dindar erkekler!
Öyle görünüyor ki; Başörtülü kadının üniversiteye girebilmesi, devlet kurumlarında çalışabilmesi için tüm yasal engeller ortadan kaldırılsa da kendi mahallesinden olan erkeklerin kafasındaki “kadının konumu” engelini aşması ve bununla mücadele etmesi çok daha çetin olacak.