Sevgili dostlar,
“Bizim büyük çaresizliğimiz” filmini görmüş müydünüz?
AKP bugünlerde filmin yeni versiyonunu çekiyor.
İstanbul’u kazanmaktan tamamen umudu kestiği anlaşılan iktidar, seçime 3 gün kala son kozlarını devreye soktu. Ama kozlar, çaresizliğin son durağını işaret ediyor:
Önce Sisi benzetmesi, sonra yargı darbesi, nihayet Öcalan hamlesi…
Erdoğan, dün geceki yayında, kendisinin belediye başkanı iken okuduğu bir şiir nedeniyle mahkûm olduğunu, bu nedenle başkanlığının elinden alındığını hatırlattı. “Bu, daha başkan olmadan devletin valisine küfrediyor” dedi.
“Bu” dediği, İstanbul’un seçilmiş belediye başkanı Ekrem İmamoğlu… Kamuoyu yoklamaları, yenilenecek seçimi açık ara kazanacağını gösteriyor. Erdoğan, İmamoğlu’nun valiye küfrettiğini önesürerek yargıçlara işaret veriyor: “Cezası belli bir süreyi aşarsa başkanlığı düşecektir” diyor.
Neresine gülmeli:
Sandıkta kaybedeceğini anlayan Erdoğan’ın yargı darbesine umut bağlamasına mı?
Verdiği örneğin, İmamoğlu’na kendisi gibi Cumhurbaşkanlığı yolunu açacağını görememesine mi?
Ya İmralı kozu?
Daha geçen seneye kadar “Öcalan’a idam önüme gelirse imzalarım” diyen Erdoğan, şimdi son umudunu ona bağlamış gibi görünüyor. İstiyor ki, Öcalan, -Demirtaş’ın aksine- Kürtleri İmamoğlu’na oy vermemeye davet etsin, hem Kürtler bölünsün, hem oylar çekilsin.
Nafile çırpınışlar… Türkiye öyle bir noktaya geldi ki, bu saatten sonra ne Kürtler bölünür, ne oylar çekilir.
Ne Sisi benzetmesi kurtarır iktidarı, ne Öcalan kartı…
“Erdoğan’ın büyük çaresizliği”, her lafında duyuluyor.
Pazar günü, İstanbul’da atılıp tüm Türkiye’den duyulacak, okkalı bir tokat geliyor.