Sevgili dostlar,
Geçenlerde Türkiye’yi yakından izleyen bir Alman gazeteciyle sohbet ederken 2023 seçimlerine kadar siyasi bir değişim bekleyip beklemediğimi sordu. Güldüm. “Seçim seneye” dedim.
Her şeyin önceden planlandığı gibi gittiği Almanya, bu tür sürprizlere alışık değil; Türkiye ise son 17 yılda 14 seçim yapmış bir ülke… Yılda bir sandığa gitmeden rahat edemiyor.
“İyi ama, iktidarın oyları erirken kim götürecek ülkeyi seçime” diye sordu Alman dostum…
Sorunun bir muhtemel cevabını dün İngiliz Parlamentosu’nda yaşanan sahneyi izlerken buldum. İzlediniz mi bilmiyorum; İngiltere’nin yeni Başbakanı Boris Johnson tam konuşurken, kendi partisinden bir milletvekili yerinden kalkıp muhalefet sıralarına yürüdü ve onların arasına oturdu. Böylece Muhafazakâr Parti, tek oya dayanan meclis çoğunluğunu 15 saniye içinde kaybediverdi. İyi planlanmış bu jestle Johnson’a unutulmaz bir ders veren Phillip Lee, istifasından sonra, “Bu hükümet, ülkenin ekonomisini, demokrasisini ve dünyadaki rolünü baltalıyor” dedi.
Erdoğan, Meclis’te Johnson’a göre çok daha avantajlı görünüyor değil mi? Bunun hiç de güvenilir bir çoğunluk olmadığını, kendi tarihinden biliyor olmalı… Kendisi de Abdullah Gül’le birlikte “tek adam yönetimine geçmekle suçladığı” Erbakan’dan kopup partisini kurmuştu. En yakınında olduğunu sandıkları tarafından terk edilen Erbakan, son yıllarını Erdoğan’ın ihanetini anlatarak geçirdi.
20 yıl sonra sıra Erdoğan’da… Partiden ihraç süreci başlatılan Ahmet Davutoğlu ve yeni parti için gün sayan Abdullah Gül-Ali Babacan ikilisi, bugüne dek beton gibi sağlam görünen partideki çözülmenin ilk temsilcileri… İktidar biraz sallanmaya başladığında Erdoğan, hiç ummadığı isimlerin, gözünün önünde muhalefet koltuklarına yürüdüğünü izlemek zorunda kalacak.
Demirel, “Siyasette nasıl geldiysen, öyle gidersin” derdi.
Haklıymış.