Donald Trump yönetiminin Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) hareketini terör örgütleri listesine alma hazırlığı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için kötü haber. Mısır’ın seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi 2013’te darbeyle deviren Abdulfettah Sisi’nin 9 Nisan’da Beyaz Saray’da ağırlanmasının ardından Trump’ın Müslüman Kardeşler’e karşı harekete geçme kararı, Türk-Amerikan ilişkilerindeki gerilim çıtasını bir derece daha yükseltebilir. Çünkü Müslüman Kardeşler özellikle Arap isyanlarının patlak verdiği 2011’den itibaren, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da Türk dış politikasının “yumuşak güç” tasavvurunda önemli rol oynadı.
Diktatörler giderken oluşması muhtemel “Müslüman Kardeşler Kuşağı” üzerine büyük hayaller kuran Türk siyasetinin öngörüleri tutmadı. Bu beklentilerle maceracı bir dış politikaya savrulan AK Parti iktidarı, Mursi’nin devrilmesiyle Mısır’da kaybettikten sonra Suriye, Libya, Irak ve Tunus gibi ülkelerde de hezimete uğradı. Son olarak hayal kırıklığına Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir’in gönderilmesi eklendi.
Müslüman Kardeşler terör örgütü ilan edilirse Türkiye’nin yüzleşeceği olası sorunların boyutunu, Trump’ın alacağı kararın çerçevesi belirleyecek. Sadece Mısır’daki Müslüman Kardeşler mi kara listeye alınacak; yoksa onunla bağlantılı tüm örgütler mi? Potansiyel olarak hedefteki örgüt, Mısır ve Suriye’de Müslüman Kardeşler adını taşısa da diğer ülkelerde farklı isimlerle faaliyet gösteriyor. Müslüman Kardeşler çizgisi Tunus’ta El Nahda, Ürdün’de İslami Eylem Cephesi, Filistin’de Hamas, Irak’ta Irak İslam Partisi, Cezayir’de Barış İçin Toplum Hareketi, Sudan’da Milli İslami Cephe ve Ulusal Kongre; Bahreyn, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen ve Somali’de Islah adıyla varlık gösteriyor. Bu liste başka ülkelerle epey uzuyor.
Daha da önemlisi bu ülkelerin birçoğunda Müslüman Kardeşler’in siyasi uzantıları ya iktidara ortak ya da parlamentoda temsil ediliyor. Hareketin Mısır’da uzun yıllar yasaklı olmasına rağmen eğitim ve sağlık alanlarındaki kurumsal faaliyetlerini sürdürmüş, bağımsız adaylarla parlamentoda siyaset yapmış, çok sayıda meslek odası ve sendikayı elinde tutabilmiş olması da bunun işareti.
Geniş bir coğrafyada toplum ve siyasete derinlemesine nüfuz etmiş bir hareketin topyekûn terör örgütü olarak tanımlaması kuşkusuz sadece Türkiye’yi sıkıntıya sokmayacak. Bu realiteden hareketle 2017’de dönemin ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson da bu tür bir adımın Amerikan dış ilişkilerini karmaşıklaştıracağı uyarısında bulunmuştu.
Esasen Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’le iştigali Amerikan dış politikasının tercihlerinden çok bağımsız değil. Bu örgüt, AK Parti sayesinde Türkiye’de en üst düzeyde ortaklık imkânı bulmuş olsa da devletin örgütle teması onlarca yıl geriye gidiyor. Türkiye’de sağ ve muhafazakâr siyasete derinlemesine nüfuz etmiş İslami kesimlerin Müslüman Kardeşler’le ilişkileri 1960’larda gelişti ve Komünizme karşı “yeşil kuşak” oluşturma çabaları bunda oldukça etkili oldu. O dönem Mısır ve Suriye’de yazılmış çok sayıda kitap Türkçeye çevrildi. Hatta, hareketin önde gelen kanaat önderlerinden Seyyid Kutup ve Abdulkadir Udeh’in kitaplarını Türkçeye çevirtenin dönemin istihbarat şefi Fuat Doğu olduğu söylenir.
Bu ilişkiler ağında öne çıkan birçok isim bugün AK Parti’nin “ağabeyler” grubunda yer alıyor. Bu nedenle AK Parti’yi de Müslüman Kardeşler’in uzantısı olarak görenler çıkabiliyor. Müslüman Kardeşler’in Suriye’de Baas rejimine karşı desteklendiği ve silahlandırıldığı 1970’li yıllarda da Türk istihbaratının CIA ve Mossad ile ortak hareket ettiği biliniyor. Hatta istihbaratın hareket üyelerine barınma imkânı sunduğu, askeri eğitim verdiğine dair haberler de basına sızmıştı. Hafız Esad rejiminin 1982’deki Hama katliamından kaçan Müslüman Kardeşler liderlerinden bazıları da Türkiye’ye sığınmıştı.
AK Parti ise Müslüman Kardeşler liderleri ve üyeleriyle kurduğu bu ilişkileri devlet politikasının merkezine taşıdı. Hareket ile eskiye dayalı bağlar üzerinden “paralel diplomasi” mekanizmaları oluşturuldu. Kurumsal dış politika bundan zarar görürken Erdoğan sızlanmaya başlayan kıdemli diplomatları “monşerler” diyerek aşağılıyordu.
“Arap Baharı” sürecinde Tunus ve Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidara gelince AK Parti Suriye ve Libya’da da Müslüman Kardeşler’i alternatif yapmaya dönük oyunların içine girdi. Suriye Müslüman Kardeşler’i, 100’ün üzerinde devletin “meşru temsilci” olarak destek verdiği Suriye Ulusal Konseyi (SUK) ve Suriye Muhalif ve Devrimciler Ulusal Koalisyonu’nun en önemli bileşeniydi.
Suriye’de gelişen bu temaslar, İslam Devleti (İD) palazlanıncaya kadar ABD ile ilişkilerde çelişki yaratmadı. Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) eksenindeki Körfez ülkeleri ise Suriye’de Müslüman Kardeşler’in öne çıkmasından Türkiye ve Katar’ı sorumlu tutarak bu süreçte ayrıştı. Türkiye, Suudiler ve BAE tarafından finanse edilen Mısır darbesinin ardından Sisi’den kaçan Müslüman Kardeşler üyelerine kucak açtı. Sağlıklı bilgi yok ama Türkiye’ye sığınanların sayısının 5 bini aştığı iddia ediliyor. Bu kadrolar en az dört televizyon kanalı kurup karşı propaganda imkânı buldu. 2014’te Katar komşularının baskısı üzerine yedi Müslüman Kardeşler liderine kapıyı gösterdiğinde de sığınak olarak Türkiye öne çıkmıştı.
Tabii bir kez daha ABD’nin de Müslüman Kardeşler’le temasının eskilere dayandığını hatırlatmak gerekiyor. Arap Baharı’nın başında Müslüman Kardeşler’den Camp David dahil Kahire’nin altına imza attığı uluslararası anlaşmaların korunacağına dair garantiler alındığı artık bir sır değil. Şimdi Trump’ın seleflerinden farklı tercihte bulunması, İran’ın kuşatılması ve Filistin sorununu İsrail lehine çözmeye dönük “Yüzyılın Anlaşması” için Arapları yanına alma stratejisiyle doğrudan ilintili. Özellikle Suudi-Emirlikler ikilisi, Müslüman Kardeşler’i bölgedeki rejimler için en büyük tehdit addediyor. 2013’teki Mısır darbesi, Katar’a 2017’de uygulanan abluka, Libya’da Halife Hefter’e bağlı güçlerin desteklenmesi ve Türkiye’ye karşı yürütülen soğuk savaş bundan kaynaklanıyor.
Peki, Müslüman Kardeşler’in eski uluslararası ilişkiler sorumlusu Yusuf Neda’nın deyimiyle bu konudaki politikasıyla “tüm İslam dünyasının umudu” olan Türkiye, ABD’nin kritik adımı atması halinde ne yapabilir? Muhakkak itirazlarını yüksek perdeden dillendirecektir. Ancak Müslüman Kardeşler’i her şey pahasına himaye etme konusunda ısrar edemeyebilir. Son dönemlerdeki bazı tutumlar da hükümetin bu konuda pragmatik davranabileceğini gösteriyor.
Müslüman Kardeşler’i kollayan siyaset artık Türkiye’nin sadece Körfez değil Kuzey Afrika’daki ilişkilerini de etkiler hale geldi. AK Parti iktidarı Müslüman Kardeşler kökenli eski Devlet Başkan Yardımcısı Tarık El Haşimi’yi himaye ederek Irak’la bozuştu, Filistin’de Hamas’a el vererek El Fetih’i küstürdü, Tunus’ta El Nahda’yı el üstünde tutarak laik siyasi kanatları kuşkulandırdı, Libya’da Müslüman Kardeşler’in ağırlıklı olduğu Trablus’taki güçlere desteğiyle geri kalan aktörlerle karşı karşıya geldi. Sudan’la ilişkileri de bir Müslüman Kardeşler dayanışması olarak zemmedildi. Bu tercihin yol açtığı sorunların örnekleri daha da uzatılabilir. İktidar uzun zamandır tartışma konusu olan bu meselede yeni bir değerlendirme yapmak zorunda kalabilir.