Sermayenin giderek daha da merkezileştiği ve az sayıda uluslararası şirketin yeryüzüne egemen olduğu bu karanlık çağda, endüstriyel kapitalist üretim; dünya çapında keskinleşen mülkiyet ilişkileriyle, insanlığı yok edecek düzeye ulaşmıştır. Kapitalizmin ekonomik baskısı, tahakküm ve ablukası, küresel çapta dayanılmayacak boyutlardadır. İnsanlık, bir avuç kapitalistin bencil hırslarına ve rekabetçi zaaflarına mağlup olmaktan kurtulmalı ve bu dünyayı cennete çevirebilecek yapısal dönüşüm ve değişim projelerine hep birlikte güç vermelidir. Bunun yolu ise saldırganlık ve tahakküm üreten rekabetçi, büyük çaplı kapitalist ekonomiye karşı, adaletli bölüşüm ve paylaşımı üreten küçük ve orta çaplı ekonomilerin bölgesel ve küresel dayanışma ağını örmektir. Kapitalizmin soluğunu ve can damarlarını kesmek için, onun rekabetçi pazarının ve aşırı kara odaklanan üretim ekonomisinin dışına çıkmak zorunludur. Bu amaçla insanlığın; doğal ve erdemli, adaletli ve barışçıl, toplumsal bir yaşam olanağı sağlayan, küçük ve orta ölçekli üreticiliği yeniden canlandırılması ve ortaklaşmacı kadim değerleriyle yeniden kaynaşması gerekmektedir.
Doğal ve erdemli yaşam; kendine yeterli olanı aşmayan, yani ihtiyaçlarını karşılamak dışında aşırı üretim yapmayan, küçük ve orta çaplı özerk üretime uygun olan bir yaşamı temel almalıdır. Ancak köy ve kasabalarda varlığını sürdüren küçük çaplı özerk üretimin, bir zaman sonra gemi azıya alabileceği, her zaman vahşi ve saldırgan öze sahip olan kapitalizmi yeniden geri çağırabileceği tehdidine karşı, toplumsal duyarlılık sürekli diri tutulmalıdır. İnsanlığın kapitalizme mahkûm edildiği son üç yüz yıl dışında, binlerce asır kendine yeterli küçük çaplı özerk ekonomilerle, doğayla uyum içinde yaşamını sürdürebildiği aşikârdır. Köle ve serf emeğine dayanan köleci ve feodal merkezi imparatorluklar da bile, küçük çaplı özerk üretim varlığını kısmen sürdürmüştür.
Küçük ve orta çaplı üretimde insanlar, doğanın ve erdemli toplumun, denge ve uyum içinde yaşam sürdürebilmesi için kendine bilinçli bir sınır koymalıdır. Bu toplumun niceliğinin en az 5000 en çok 10.000 insanla sınırlanması ya da 1000 aile ile 2.000 aile arasında tutulması gereklidir. Küçük çaplı üretim, her ailenin en az 5 dönüm, en çok 10 dönümle sınırlanan bir alanda, ekolojik tarım yapmasına uygun bir planlama içermelidir.
Aileler; seracılık, çiçekçilik, meyve ve sebze yetiştiriciliği ve ikinci ekim için de arpa, buğday, mısır ekimi yapmak şeklinde değişik alanlarda ekolojik tarım yapmayı, toplumsal ortak verimliliği dengede tutacak şekilde planlamalıdırlar. Her ailenin tarlasını ekmek için en az iki yük hayvanı ve sütünden derisinden, yününden faydalanacağı az sayıda hayvanı olabilir. Ancak yerleşkede, özellikle bazı ailelerin hayvancılık yapmaları sağlanmalı ve süt yoğurt, peynir, yağ gibi ihtiyaçların bir kısmı yerleşke için, bir kısmı da dış pazarlar için aşırıya kaçmayacak düzeyde üretilmelidir.
Böylelikle ülkenin şu anda ekilmeyen birçok arazisine bilinçli ekolojik yaşam götürülmesi için arazi tahsisi ve mera düzenlenmesi düşünülmelidir. Akıllı toplumun gelişimine köstek değil destek olabilecek bir koordinasyon düzeyinde görülmesi gereken devlet açılımı da, erdemli-doğal toplumun ilk hedefleri arasındadır. Tabi burada devletle doğrudan çatışma değil, perma kültürün yaygınlaşması için tedricen alan ve nüfuz savaşını kazanmak ve bunun için aşağıdan bilinçlenmek ve yatay olarak örgütlenmek temel alınmalıdır.
Erdemli, doğal toplumda her aile, kendi ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde ekim yaptığı gibi, diğer ailelerden takasla değiş tokuş yapacağı ek ürünler de üretebilme hakkına sahiptir. Elbette erdemli-doğal bir toplumun kamusal ihtiyaçları da ortaklaşa bir yardımlaşmayla karşılanmalıdır. Eğitim ve sağlık binaları, ulaşım istasyonları ve araçları, kültür-sanat ve ibadet merkezleri, pazar yeri gibi ana ihtiyaçlar; fazla ürünün, komşu veya dış pazarlara satılmasıyla elde edilen gelirin kamuya aktarılmasıyla ve bu ticaret sırasında alınan vergi gelirlerinin, kamuda paylaşılmasıyla karşılanacaktır.
Aşırı kentleşme vizyonu dar görüşlülüktür, intihardır ve artık terk edilmelidir. Verimli kırsal alanlarda, adaletli bir planlama ve paylaşım içinde küçük ve orta yerleşmeler temel yaşam biçimi olmalıdır. Verimsiz alanların da, daha verimli ve kullanılabilir hale getirilmesi noktasında bilimsel çalışmalar yapılmalıdır. Geçmişte kapitalizmin şafağında tarımdan sanayiye aktarılan gelirler, tam tersine dönmeli ve sanayiden, ekolojik tarıma doğru gelirler aktarılmalıdır. Kentlerin mevcut haline, yeni imar planları eklenmemeli ve giderek boşalacak olan kentlerin yıkılabilecek alanları parklara, eğitim, sağlık ve kültür merkezlerine ayrılmalıdır. Yeni doğan ve çalışma yaşamına katılacak olan nüfusun yeni yerleşkelerde konumlanması için bilinçli ve sürekli olarak, kültür ve eğitim planlamaları yapılmalıdır.
Elbette endüstriyel kapitalizmin, aşırı düzeyde enerji tüketen ve savaş ekonomisine hizmet eden dev tesisleri kapatılmalı ve toplumsal barış ruhunun daha kolay yayılması güvenceye kavuşmalıdır. Yoksa barış çığlıkları hep beyhude ve boşlukta asılı kalacaktır. Kapitalizmin küresel çöküşü; onun enerji, sanayi ve teknoloji konularında, geri dönüşü olmayan politikalara bağımlı olmasının, halkların bilincinde eksiksiz anlaşılmasıyla ve bu yok edici intihar politikalarının, tamamen terk edilmesi için aşağıdan ve kitlesel anti-kapitalist bir direnişin güçlenmesiyle başlayacağı aşikârdır. Bu konularda dünyanın birçok akademisinde yoğun çalışmalar sürmektedir. Ülkemizdeki ziraat odaları, şehir planlamacıları, ekonomistler ve sosyologlar da bu konuda sınırlı sayıda çalışma üretmektedir.
Müslümanlar olarak Allah’ın nimetlerinin talan edilmesine sessiz kalmayacağımız ve insanlar arasında barışı bozup bozgunculuk yapan her sisteme karşı çıkacağımız için, bu konudaki çalışmalara eğilmemiz gereklidir.
Ezilenlerin, mazlumların, toplumda önderler olmasını sağlayacak olan Hakk’ın sözüne inançla, ibadet ruh haliyle çalışmak, antikapitalist Müslümanların temel ilkesidir.
Öyleyse beton ve çelik yığınları arasında koşuşturup duran ve zamanda sürüklenip, boşlukta asılı kalan insanlara çağrımızı yükseltelim: Ey insanlar, yer açın sevgiye ve merhamete. Doğal bir cesaretle, karşılıksız vermenin mutluluğunu yaşayın. Umudu tüketmeyin… Güzelim cennet dünyanın o eşsiz varlığını yeniden şenlendirin. Her gün daha erdemli yaşamaya azmeden, güzel insanların biriktirdiği iyiliklerle yeşerecek, güzelim barış yurdunun harcı… Teriniz; fedakârca karışsın, güneşin ışığına. Sabredin ve inanın… Çünkü en küçük iyiliğin bile boşa gitmediği, en bereketli topraktır, şefkatle çarpan yüreği insanın.
Zalimlere ve haksızlıklara karşı kenetlenin ve iman edip, el birlik olun ki gücünüzü adalet ve doğrulukla birleştirdiğinizde hüsrana ve ziyana uğramayın. Bu kuşatmayı hep birlikte ve mutlaka dağıtmalıyız. İnsan olmaya ve insan kalma yolunda azimle yürüyenlerle birlik olup erdemli ve doğal bir dünya kurmalıyız. Aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde. Nefsini şeytana satan bir avuç haramzadenin utanç ve bencilliği, cehennem ateşimizde yansın. Yanılgı ve aldanışlarla sarmalanan o karanlık çukurdan, bilgelik ve inançla sarılan ezilenlerin önderliği bizleri feraha ulaştırsın.