Meadyascope yayına katılan İlahiyatçı -Yazar R. İhsan Eliaçık, ‘kapitalizmin abdestli yüzü’ dediği muhafazakarların çoğunun mal ve servet peşine düştüğünü, son zamanlarda iyice azıttıklarını söyleyerek sert eleştirilerde bulundu. Toplumun kabuğuna çekilmiş beklediğini, toplu intiharlar olduğunu, sosyal patlamaya doğru gidildiğini söyledi.
İşte o açıklamalar:
Medyascope TV den herkese merhaba. Bugün özel yayınımızda konuğum İlahiyatçı-Yazar İhsan Eliaçık’la birlikte Türkiye’de İslamcılık konusunu ele alacağız. Neden bu konuyu bugün ele alıyoruz derseniz, biliyorsunuz son günlerde İslamcılık üzerine bazı videolar dolaştı. İşte zengin inanan insanlar, kadınlar ve bunun İslam’la ilişkisi olan bir sürü şey paylaşıldı twitterda, konuşuldu tartışıldı. Ama bunları çok daha geniş bir başlıkta kavramsal olarak da konuğumla tartışmak istiyorum.
İhsan hocam hoş geldiniz.
Hoş bulduk merhaba.
İhsan hocam şunu sormak istiyorum. Siz uzun zamandır zaten bu konuları çalışıyorsunuz, sözleriniz, kitaplarınız var. Türkiye’de İslamcılık ya da siyasal İslam sizce bugün ne durumda?
Şimdi ben siyasal İslam veya İslamcılıktan ziyade onlara siyasal dincilik veya Emevi dininin devamı mahiyetinde kavramlar kullanılabilir. İslam kelimesinin ben oralarda hiç kullanılmasından yana değildim. Bunun öncelikle altını çizmiş olayım. Şimdi biz nicedir yaklaşık 10 yıl öncesinden beridir, 2009’dan bu yana mevcut dinsel siyaseti kendisine yol bellemiş olan bu muhafazakar kadroları eleştiriyoruz ve bunlara sizler kapitalizme abdest aldırıyorsunuz diyoruz. Herşeye itiraz ediyorlar, dünyaya meydan okuyor görünüyorlar, dünya beşten büyüktür, İslam ümmetinin, mazlumların lideri, garip gurebanın umudu diyorlar ama iş kapitalizme, zenginleşmeye, devlet, belediye ve ihaleler üzerinden mal biriktirme, servet yığmaya gelince kimseden tık çıkmıyor. Hepsi konsensüs sağlamışçasına yarışıyorlar ve bu hususta büyük bir heyecan ve coşku içindeler. Oradan oraya koşturuyorlar, gecelerini gündüzlerine katıyorlar.
Acaba bu heyecan nereden geliyor? Dava aşkından mı, ümmet aşkından mı, Türkiye sevdasından mı, terörü bitirmekten mi, memleket davasından mı? Hayır, hiç birisinden değil. Bu yalnızca ve sadece rant coşkusudur. Rant coşkusu onlara heyecan veriyor, heyecanlandıkları başka hiçbir şey de yok. Dolayısıyla bunun böyle olacağı belliydi. Nicedir zaten bunların emarelerini görüyoruz. Pahalı düğünler yapıyorlar, şatafatlı bebek mevlitleri, 49.000 dolar tutarında çanta ile gezmeler, 15 tane ayrı villada yaşamalar, pahalı arabalar, lüks evler… Bunların çocukları da son zamanda iyice kudurmaya başladı.
Dolayısı ile bir açgözlülükle, bir iştahla mala mülke sarılma söz konusu. Bunların esastan ve kökten eleştirilmesi gerekiyor. Bunun içinde antikapitalist bir duruş gerekiyor. Özü itibariyle antikapitalist olmayanların zaten bunlara alternatif olmaları mümkün değil. Onlar da bunlar gibi yaşıyorlar. Bu kapitalizmin abdestli yüzü oluyor, onlar da kapitalizmin laik, seküler yüzü olabilirler. Onların bunlara, bunların onlara alternatif olmaları diye bir şey söz konusu olamaz. Bu bir oyun ve oynaştır. Özü itibariyle kapitalizmde hepsi anlaşmışlardır. Hatta öyle ki dini çevreler de bile birbirlerini kafir ilan edenler, mezara, türbeye gitti, şefaat diledi, Kur’an meali okumadı, hadisleri inkar etti, Kur’an’ı mı, hadisleri mi rehber alacağız diyerekten, tasavvuf tarikat tartışmalarından birbirlerini kafir ilan edenler bile, söz konusu olan şey kapitalizm olunca aralarından su sızmıyor. Hepsi bir ağızdan ‘’Müslüman zengin olmalı, iyi yaşamalı, küffara karşı zengin görünmeliyiz’’ gibi şeyler söylüyorlar. Dolayısıyla buradan enteresan bir ittifak halinde devam ediyorlar.
Peki hocam, biraz açmak açısından soruyorum bunu. Kapitalizmin son zamanlardaki görünen yüzü biraz daha rantçılık gibi duruyor. Dünyanın her yerinde bu rant mevzusu çok önemli. Sizin bahsettiğiniz kavrama siyasal dincilik, siyasal dincilikle rant arasında nasıl bir bağ görüyorsunuz bugün? Ya da var mı?
Tabii tamamen bu siyasal dincilik, rantı kendisi için varlık sebebi olarak görüyor. Yani şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; dinsel siyaseti politika belleyenler, bu nedenle de siyasal dincilik pozisyonuna girenlerin hemen hemen hepsi, neredeyse %100’ü varlık sebepleri olarak rantı görmektedirler. Çünkü baktığınız zaman başka bir iş yaptıkları da yok. Diyelim ki yol yapıyorlar, kökenini araştırıyorsunuz altından rant çıkıyor, geçenden de geçmeyenden de para alıyorlar, kendi yandaşlarına ihaleyi veriyorlar, verdikleri ihaleden de komisyon alıyorlar. Bakıyorsunuz hastane yapıyorlar, muayene olandan da olmayandan da, hastanede yatandan da yatmayandan da para alıyorlar, kendi yandaşlarına hastaneyi inşa etmeleri için vermişler ve oradan komisyon almışlar. Bakıyorsunuz bir tesis yapıyorlar, tesiste vatandaşta hizmet ettiklerini sanıyorsunuz, bakıyorsunuz ki tesise gelenden de gelmeyenden de para alıyorlar, ihalede tesisin yapılmasını kendi yandaşlarına veriyorlar ve ihaleyi verdikleri kişilere de ‘’şu vakfa para yatıracaksın veya şu kadar komisyon vereceksin’’ diyorlar. Böyle böyle ihale verip de komisyon almadıkları, kendi yakınlarının aile şirketlerine ve vakıflarına para yatırtmadıkları hiçbir ihale neredeyse yok. Sistem 1994’ten bu yana tamamen bunun üzerine kurulmuş vaziyette. Dolayısıyla varlık sebepleri rant, açgözlülük, para toplama, siyaset üzerinden servet biriktirme, siyaseti bir zenginleşme servet aracı olarak görme ortaya çıkıyor. Bunların çoğu zaten helal para da değil, nüfuzunu kullanarak ‘’sana bu ihaleyi veririm ama şu kadar parayı şu vakfa, şu aile şirketine, şuraya komisyon olarak bize vereceksin’’ diyorlar. Kendi isimlerini de kullanmıyorlar, kendi yandaşlarından güvenilir para kasaları oluşturmuşlar, oralara habire ihalelerden, gelirlerden para yatırtıyorlar. Şimdi bu rant coşkusu ile yapılan bir şeydir. Buna biz nicedir ‘’abdestli kapitalizm’’, ‘’kapitalizmin abdest alan yüzü’’ diyoruz. Ve şu ana kadar en iyi becerileri şey de bu.
Peki hocam bütün bu anlattığınız hikayede servet biriktirme isteğinin çok önemli olduğunu söylüyorsunuz. Bunun dışında bir istek olabilir mi? Siyasal dincilik ve rant arasında. Yani şundan bahsediyorum; iktidarı korumak, pekiştirmek, tahkim etmek gibi bir unsur var mı veya başka bir unsur var mı?
Şimdi birinci derecede muharrik unsur, yani tahrik eden, teşvik eden, kışkırtan unsur rant ve servet arzusudur. İktidar bunun için lazım. İktidar olduğun zaman rantı sen dağıtıyorsun, ihaleyi sen veriyorsun. İhale veren sen olduğun için de, ihaleden komisyonu da alan sen oluyorsun. Dolayısıyla o koltukta oturması lazım, o mevkileri, makamları koruması lazım ki bu kurulan rant çarkı dönsün. O iktidarda oturması lazım, elinin altında örtülü ödenek olması lazım ki etrafında insan toplansın, Parti’den ayrılmalar olmasın, insanların istediklerini beslesin, büyütsün, rant dağıtsın, o da onlara hizmet etsin. Bu nedenle iktidar gerekiyor. İktidarı istemelerinin sebebi de yine aynı şekilde rant yani.
Peki hocam bu işin siyaset kısmı. Bu biraz da makro kısmı gibi duruyor. Mikroda yani daha alt seviyede rant ve siyasal dincilik dediğiniz kavramlar, unsurlar, bir politikalar bütünü, önlemler bütünü toplumu ve inananları sizce nasıl etkiliyor.
Özellikle inanan insanlara kötü örnek oluyorlar. Mesela ‘’zenginlik itibardır’’ diyorlar. Yapılan düğünler, şatafatlı bebek mevlitleri, lüks hayat, pahalı arabalar, pahalı giyinmeliler, saraylarda yaşamalar bunun itibar olduğunu söylüyorlar. Oysa Anadolu’daki ortalama Müslümanlık bu tür işleri utanma vesilesi olarak görürdü. Anadolu’da ortalama bir Müslüman bir ekmeği dahi aldığında onu gazete kağıdına sarıp eve öyle götürürdü. Çünkü ‘’komşu alınan yiyeceği görürse onda göz hakkı doğar’’ derlerdi. Adı konulmamış bir antikapitalist duruş zaten Anadolu kültüründe vardır. Bunlar bu kültürü tarumar ediyorlar. Bunları itibar yerine koyuyorlar. Oysa itibar, şeref, onur gönül zenginliğidir, güzel ahlaktır. Hele hele bir devlet adamı için itibar adaletli olmaktır, halkına yalan söylememektir, dürüst çalışmaktır. Ortalama bir insan için itibar; kendi alın teri ile, kendi emeğiyle geçinmektir. Bizim Anadolu kültüründe bunlar böyleyken, rant elde etmek, para kazanmak, köşeyi dönmek, zenginleşmek, pahalı şatafatlı gösterilerde bulunmak sanki itibarmış gibi kabul ediliyor.
Mesela diyelim bir Cola firmasının ürünlerini reklamlar yoluyla Anadolu’da bir iftar sofrasına kadar götürüyor. İftar sofrasında bir taraftan ezan okunuyor, öbür taraftan vatandaşlar iftar açarken kola içiyorlar ve göbeklerini sıvazlayarak ‘’Elhamdülillah’’ diye reklam yapılıyor. Bu nedir? Bu kapitalizmin dev ve büyük şirketlerinin bu tür reklamlar aracılığıyla, kapitalizmi Anadolu’nun bir köşesinde orucunu açan vatandaşın sofrasına kadar sokmaktır. Dolayısıyla bunlar Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar Kemalizmden daha beter ve ileri bir seviyede kapitalizmi iftar sofralarına kadar sokmakla uğraşmışlardır ve 17 yıldır da yaptıkları bundan başka bir şey değildir.
Peki hocam toplum sizce buna tepki veriyor mu? Bunun emareleri var mı? Varsa neler? Siz nasıl görüyorsunuz, nasıl gözlemlediniz bugüne kadar?
Biz bunlara başından beri tepki gösteriyoruz.Özellikle 10 yıldır, 2009’dan beri yüksek sesle, damlarda bağırarak adeta karşı çıkıyoruz. Yeryüzü sofraları bu gidişata tepki olarak doğmuştu. 2011 yılında lüks iftarların önüne gazete kağıdı sererek, hurmayla, zeytinle, peynirle iftar açarak bir protesto hareketi olarak doğmuştu. Ve bundan büyük ders çıkarmışlar, o günden bu yana lüks otellerde iftar yapamaz hale gelmişlerdir. Ama son zamanlarda yine iyice azıttılar. Bu sefer bebek mevlitleri, lüks evler, arabalar, rahat yaşamlar boy gösteriyor. Zaten bunu sürekli alttan alta zaten yapıyorlar. Buna itiraz edildiği zaman da tepki gösteriyorlar. Kendilerince hocaları var, onlar vasıtasıyla bizim gibi düşünenlere, İslam kaynaklı, Kur’an kökenli itirazlarda bulunanlara ‘’bunlar zaten marjinal, İslam’ın uç görüşlerini savunuyor’’ diyerek ‘’Müslüman zengin olmalıdır, Müslüman bu şekilde itibarlı olmalıdır, küffara karşı zenginliğimiz ile Müslümanların itibarını korumalıyız, Allah zenginlikleri ve nimetleri kullarının üzerinde görmek ister’’ şeklinde söylemlerde bulunuyorlar. Biraz daha üzerlerine gittiğiniz zaman da ‘’Zaten Allah da bunu böyle dilemiş, zenginleri zenginlikle, yoksulları da yoksullukla imtihan ediyor, zaten kaderimiz böyle, maden ocaklarında ölenlerin de kaderi bu, yoksulluk yoksul olanın, zenginlik de zengin olanın kaderi ne yapalım Allah bunu böyle dilemiş, herkes bu durumuna şükretmeli zenginse, yoksulsa haline şükretmeli ve şu imtihan dünyasında bunlara itiraz etmemelidir’’ diyerek ‘’Peygamberimiz de zaten zengindi, en iyi evlerde oturuyordu, zaten helalinden kazandıktan sonra zekatını verdikten (o da 40/1) sonra biz bunlara itiraz edemeyiz, caizdir, doğrudur’’ diye fetvalar veriyorlar. Bunların tamamı yanlıştır ve hepsi şehir efsanesidir. Buna bir tek cevap verilir ve onun karşısında hepsi birden susuyorlar ve hiçbir şey diyemiyorlar Madem böyle söylüyorsunuz; Peygamber neden sarayda yaşamadı? Peygamber neden toprak damlı bir evde yaşamakta ısrar etti? Peygamber neden miras bırakmadı? Peygamber neden öldüğünde bir hasır ve 3-4 tane kap, kacak, çömlekten ibaret eşyası vardı. Bunu neden bile bile böyle yaptı? Neden Peygambere yapılan bütün teklifler kendisinin çardaklı evde yaşanması istendi, daha lüks daha rahat bir yere gitmesi istendi ama halkımız yokluk içinde yaşarken ben Peygamberliğimin imtiyazını kullanarak halktan ayrı, rahat ve lüks içinde yaşayamam dedi ve bunların hepsini reddetti. Ebu Zer el-Gıfâri, İmam Ali, Halife Ebubekir, Halife Ömer bu yolu sürdürdü. Sahabenin büyük bir çoğunluğu böyleydi. Muaviye ve Yezid tayfası, Emevi dini asıl burada ayrıldı. Asıl marjinal olan Emevi tayfasıdır. Ama bunlar tarihi tersine çevirerek, sanki diğerleri marjinâlmiş gibi bir pozisyona soktular.
Hocam ben kişisel olarak da merak ediyorum. Siz bütün bunların karşısında bir pozisyon gösteriyorsunuz ve bunu da aslında Antikapitalist Müslüman olarak da ortaya koyuyorsunuz. Peki bu Antikapitalist Müslümanların bütün bunlara karşı bir toplum tasavvuru nedir? Onu merak ediyorum olarak ne dersiniz?
Tabii bunlar biraz uzun konuşmalar gerektiren şeylerdir. Ben bunlarla ilgili birçok kitap yazdım şu ana kadar yayınlanmış 25 tane kitap oldu. Bu kitapların birçoğunda zaten bunun ipuçlarını veriyoruz. Özet olarak söyleyecek olursak; Antikapitalist Müslüman ne demektir? bu anlaşılacak şekilde kestirmeden, kısa yoldan söylüyorum. Daha doğrusu bizi dinleyen muhafazakârların anlayacağı şekilde söylüyorum. İki ayete dayanır. Birincisi Bakara suresi 219. ayet ‘’Onlara neyi İnfak edeceklerini soruyorlar. De ki ihtiyaçtan fazlasını veriniz.’’ Yani bir Müslüman ihtiyaçtan fazla olanı ihtiyacı olana vermelidir, paylaşmalıdır. Üzerinde ihtiyaçtan fazla mal, mülk, servet bulundurmamalıdır. İkincisi Necm suresi 39. ayet ‘’İnsana emeğinden başkası yoktur’’ Yani bir Müslüman alın teri ile geçinmeli, emeği ile yaşamalıdır. Alınteri ve emeğinin dışındaki hiçbir kazancı boğazından aşağıya geçirmemelidir. Helal lokma dediğimiz şey budur. Antikapitalist Müslüman olmak böyle yaşamak demektir. Bunları yaşam biçimi, çalışma ve üretim biçimi olarak kabul etmek demektir. Şimdi baktığımızda ihtiyaçtan fazla mal biriktirdiklerini, haksız, emeksiz ve içinde alınteri olmayan kazançlar temin ettikleri, bunları yağıp biriktirdikleri ve bunlara açgözlülükle saldırdıkları ve bunları da Müslümanlar böyle olmalı, küffara karşı güçlü olmayız bahanesiyle meşrulaştırdıklarını görüyoruz.
Bu çerçeveden yola çıkarak Antikapitalist Müslümanlığın toplum tasavvuru bu iki ayak üzerine kurulur. Emeğin geçer akçe olduğu, en yüce, en yüksek değer olarak emeğin olduğu, emek dışındaki bütün kazak biçimlerinin, üretim şekillerinin önünün kesildiği ve insanların ihtiyaçtan fazlasınının şahsi olarak biriktirilmesine engel olunduğu bir düzen demektir. Bunun adına ne deriz bilmiyorum, sosyal adalet mi, sosyal düzen mi, sosyalizm mi, komünizm mi, isminin ne olduğu önemli değildir. Önemli olan insanların emeği ile çalışması, kazanç temin etmesidir ve insanların bireysel olarak ihtiyaçtan fazla mal, mülk, servet biriktirmemeleridir. Tamam mal, mülk, servet olacaktır ama bu ortaklaşa olabilir, gelir getiren bütün kaynaklar toplumun tamamına akar, bir kişiye değil. Bir kişiye aktığı zaman o kişinin insanların emeğini sömürerek kendi sermayesini gittikçe arttırması anlamına gelir. Bu açıdan sorduğunuz soru ile ilgili olarak bu tasavvurun temel sütunlarının veya direklerinin bunlar olduğunu söyleyebiliriz. Buna bir isim koymamız şart değil. Buna inananlar buna bir isim koyacaktır. Bunun böyle olması gerektiğini düşünenler bir araya geldiğinde bu düzen ve bu toplum kendiliğinden zaten doğuyor demektir.
Mesela benim düşündüğüm düzende, herkesin evi olmalıdır. Anayasada herkesin evi olacağı yazmalıdır. Evsizlik suç olarak görülmelidir. Herkesin eğitim hakkı olmalıdır. Doğalgaz, elektrik, su gibi temel insani ihtiyaçlar için insanlar birbirlerine kölelik yapmamalıdır. İnsanlar çalışmalıdır ama daha fazlası için çalışmalı ve kendini geliştirmelidir.
Hocam peki son sorum size şu. Bütün bir program başından beri konuştuğumuz, önerileriniz dinledik ama tespiti de yapmıştınız. O tespitin içinde siyasal dincilik ve rantçılık kavramı öne çıkıyor. Bunun geleceğini Türkiye’de nasıl görüyorsunuz?
Bunun bu şekilde sürmesi mümkün değildir. Dünya genelindeki gelişmeleri görüyorsunuz. 5-6 yıllık bir aradan sonra Arap baharından itibaren, Gezi olaylarından sonra bir sükunet dönemi yaşadığını görüyoruz ama şimdilerde özellikle Güney Amerika’da, Şili’de, Bolivya’da, Yunanistan’da, Lübnan’da başlayarak en son İran’da halk kitlelerinin sokaklara döküldüğünü, sosyal patlamalar yaşandığını, bütün bunların sebebinin bu anlattığım şeyler olduğunu, toplumda bir kesimin servet ve para biriktirdiğini, üstelik de siyaset ve vergi üzerinden, toplumun geri kalan kısmının evinin olmadığını, aşının, işinin olmadığı, hiçbir gelecek garantisinin bulunmadığını görüyoruz ve burada çalkantılar oluyor. Türkiye’de buna benzer bir kritik denge yaşanıyor. Bunun her an patlaması mümkündür. İnsanlar açlıktan dolayı intihar ediyor, toplu aile intiharları yaşanıyor. Toplum kabuğuna çekilmiş vaziyette ve her an bir yerden sosyal çalkantı bekler bir hal vardır. Yöneticiler de bunu ısrarla görmüyor, dalga geçercesine açıklamalarda bulunuyorlar. İskandinav ülkelerinin battığı söyleniyor ve insanların gözlerinin içine baka baka bebek mevlitleri yapılıyor. İnsanlar pırlanta yüzükler taşırken babalar evlerine ekmek götüremiyor. Böyle bir durumda bir sosyal çalkantı havası giderek yaklaşıyor. Bu nedenle insanların aklını başına toplaması ve bir an önce sosyal adalet politikalarına dönülmesi gerekiyor.
Hocam çok teşekkür ediyoruz programımıza katıldığınız için.
Eyvallah ben teşekkür ederim sağ olun.