EL VEDÛD
Sevginin gücü, güce olan sevgiyi yendiğinde dünya barışı tanıyacak.
Jimi Hendrix
Sevgiyi, mânâ zenginliklerini unutmuş bir toplum, ürettiği sorunların bataklığında boğulur.
Bu tür toplumlarda hayatın merkezine oturtulan değer sevgi değil, güçtür. Merkez değer ne ise insanların teslîm oldukları kavram odur. Güç sevgiyi elde etmenin ölçütü olduğunda gücü elden bırakmamak, güçle gelen sevgiyi kaybetmemek için insanlar her türlü şeytanlığı yapabilir.
Her kültür ve her insanın hayatı bilerek ya da bilmeyerek bir merkezî değer üzerine oturur. Bu değer üzerine bir kültür yaratılabildiği gibi zaten var olan bir kültürün değerini merkeze almak da mümkündür. Toplumlarda insan eğitimi bu merkezî değer üzerine şekillenir. Sevgiyi esas almayan toplumlarda insan hayatı, hayvan hayatı, eşyaya saygı dahi yoktur. Sevgi esas olmadığı için kişiyi güçlendiren ve egoist duygularını besleyen, nesne, obje ve kişiler bu işlevlerini sürdürdükleri sürece değerlidir. İhtiyaç bittiği anda sizi tükettiği gibi değersiz görür ve bir kenara atar.
Bu cehalet ve egoizm batağında boğulmak insanlığın kaderi midir? Hayır değildir. Eğer samimiyetle insancılık ipine tutunarak, egoizm derekelerinden, îsar derecelerine çıkarak saklı cennetin kapısını açanlar olursa bu o toplumun son çıkış şansı olur. Çünkü El Vedûd’un tükenmez sevgi ışığı oradadır.
Tarih zıtların birbiri ile ilişkisi prensibi üzerine kuruludur. Bir aşırılık daima bir başka aşırılığı doğurur, bir etki bir başka tepki getirir. Peygamberlerin mücadelesi hep bu ikiliği ortaya koyar. Acı çeken ve insanî değer yoksunluğundan bunalan kitleler bildikleri düşünce ve yaşam tarzlarının dışına çıkarak çözüm arama yoluna girerler ve büyük bilinçlenmeler o zaman olur. İnsanlığın bu arayışında arayış doğru olmasına rağmen, yol ve yaklaşımı yanlış sayısız düşünce, sanat akımı ortaya çıkar. İnsanlık tarihine bir katkıda bulunarak evren arşivindeki özgün yerini alır.
Allah’ın El Vedûd olduğunu unutmuş bir toplum; parayı sevginin yerine koymanın acı bedellerini ahmakça ödeyen ve bu bedelleri gidermek için de paraya daha çok tutunan bir toplum manzarası arzeder. Paraya tapınmak ile parayı kullanmak farklı şeylerdir. Parayı kullananlar onu birbirleri arasında yardımlaşarak hayatı herkes için bir cennet ve güvence alanı haline getirirler. Tersini seçenler ise eşitsizliklerle dolu bir toplum ve dünyada “bir gün zengin olayım da paçamı kurtarayım” mantığı ile kurtuluşu zengin olmakta görürler. İnsanlar emeklerinin karşılığını alıyor ise, kendi hayatları ve çocuklarının geleceği zaten garanti/güvence altında ise zenginlik gibi bir ideale zerre kadar ihtiyaçları yoktur. Çünkü zenginlik canları isterse yönelecekleri bir hedeftir.
Yani bu durumda insanın, çocuklarının hatta içinde yaşadığı toplumun hayatı zaten güvence altında. Zengin olmak onun için bir kurtuluş değil sadece bir seçenek.
Peki sömürücüler ne diyor?
“ Kurtulmak istiyorsan zengin ol, fırsatlar ülkesi ol.”
Halbuki sosyal güvence, yüksek refah düzeyi ve hayat kalitesi ancak dengeli bir paylaşımla mümkündür. Herkesin güvende olduğu bir dünya mı yoksa birileri aç ötekiler tok durmadan kıyamet bekleyen bir dünya mı?
Atasözleri hep hayatın içinden binlerce yılın tecrübelerinden süzülüp gelen sözlerdir.
“Bir yer biri bakar kıyamet ondan kopar” sözü boşa söylenmemiştir.
İnsanlık tarihinin sayısız evrelerinde adaletsizlikler, altta kalanın canı çıksın zihniyeti başını alıp giderken kıyametler kopmuştur. Sosyolojik kıyamet kavramından en çok bahseden kaynak (Kur’an) başından sonuna bu kıyamet sahnelerini anlatır. İnsanlar da nedense sosyolojik kıyametle değil, kozmik kıyametle kafayı bozmuş durumdadırlar. “Ne zaman kopacak, gök taşı mı çarpacak, kutsal kitaplarda şifreli mi acaba” diye yüzlerce yıldır kafa patlatmışlar ancak sosyal kıyametlerin görünümleri, yasaları, işleyişi açık olduğu halde bu konuyu hep savsaklamış arka plâna atmıştırlar. Sebebi insanın gizemli ve olağanüstü olaylara karşı duyduğu dayanılmaz zaaftır. Bu zaafı kullanmak isteyen şarlatan ve hezeyanlı sömürücü takımı tarih boyu çıkmıştır ve çıkacaktır.
İnsanlara rahmet kültürü (sevgi, paylaşım, destekleşme kültürü) öğretilmez ise gerçekten özgür bir dünya ve ülke hayali dahi kuramayız. Böyle bir ortamda paçayı kurtarma kültürü, menfaatperestlik, kibir, gösteriş, rant iştahı, saldırganlık, başkalarının hak, varlık ve farklılıklarına saygısızlık, tektipleşme alır başını gider.
Bu karanlıktan çıkış kolay mıdır?
Değildir. Kur’an ve diğer kutsal metinlerden öğreniyoruz ki Ninova halkı (Hz. Yûnus Aleyhisselâm’ın halkı) dışında aklını başına alabilen halk yok gibidir. Zordur ama imkânsız da değildir. En kolay olanı kolaylaştıran Mühevvîn elbette “en çetin şartlarda dahi en kolay aydınlanma nasıl olur” u öğretmiştir.
İnsanlık ve o arada ülkemiz Allâh’ın El Vedûd ismini unutmuş olmanın sonuçları ile karşı karşıyadır. Akıllanabiliriz. Daha akılcı olmanın önemini, akılcı muhakemenin vicdanı oluşturduğunu kavrayabilir, bu sayede empatiyi öğrenmede bir merhale daha kat edebiliriz.
Unutulmuş, unutturulmuş cenneti keşfetmek mümkün daima…