Önce bir soru ile başlayalım:
Tek başınıza bir adaya düştünüz. Yanınıza Davutoğlu, Bahçeli, Kılıçdaroğlu ya da Demirtaş’tan birisini arkadaş olarak seçme ve yanınıza alma şansınız olsa hangisini alırdınız*? Sanıyorum, Türkiye nüfusunun çoğunluğunu oluşturan gençler ve kadınlar açık ara farkla Demirtaş diyecektir. Zira Demirtaş toplumla kurduğu eşit düzeyde ilişkiyle, güleryüzü, hoş sohbeti ve şakaları ile siyasette özlediğimiz atmosferi yaratıyor.
Demirtaş’ın geçen hafta yaptığı Boğaziçi Üniversitesi ziyaretini sosyal medyada izlemiş olabilirsiniz, öğrencilerle sohbet edip, sonra kendi çay bardağını herkes gibi kendisi yıkayıp ayrılıyor (link). Bu çok ufak bir ayrıntı gibi görünse de aslında ayrıntı falan değil, kişiliğine dair çok önemli bir gösterge zira siyasetçilerin en büyük dertleri, kendilerini dev aynasında görmelerine yol açan egoları. Öte yandan, asıl belirleyici mevzunun, Demirtaş’ın güleryüzü ile beslenen eşitlik, adalet ve özgürlük söylemi olduğunu düşünüyorum. HDP’nin seçim bildirgesinde yer alan ilkeler ve özellikle kadınların parti içindeki gücü ve yoğun etkinliği, tüm düzeylerde eşit temsili, toplumda HDP’ye karşı güvensizlik duyan milliyetçi kesimlerde dahi takdire yol açıyor.
Peki televizyonlarda güleryüzü ve esprileri ile gördüğümüz bu genç siyasetçi neden geçtiğimiz gün, “durduk yerde” vasiyetinden bahsetme gereği duydu? Vasiyet olarak ne söyledi? Bu soruya yanıt vermeden her demokratik ülkede seçimlerden önce sağlanması zorunlu olan seçim güvenliğini sorgulamakta yarar var. Önce şu tespitle başlayalım. Türkiye toplumu tarihinin en önemli seçimlerinden birisini yapacak. Yerel seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerine yapılan bu üçüncü seçim sonrasında eğer beklenmedik bir durum olmazsa dört yıl seçim olmayacak. Buna ek olarak, AKP Anayasayı değiştirme imkanı bulursa, Türkiye yönetim sistemini parlamenter demokrasiden, “Türk tipi” Başkanlık sistemine değiştirecek ve Tayyip Erdoğan Türkiye’nin ilk Başkan’ı olacak. Sonrasında yaşayacağımız otoriterizmi, sorunları bugünden öngörmek çok zor değil.
HDP bu kritik seçime bağımsız adaylar yerine parti olarak girme kararı alarak, Türkiye’nin kaderini değiştirebilecek bir siyasi hamle yaptı ve AKP’nin bütün planlarını bozmuş oldu. AKP’nin iktidarını sürdürmesi anketlere göre oldukça kritik bir sınırda, tıpkı HDP’nin barajı aşıp, aşamaması gibi. HDP’nin % 10 barajını aşması, AKP’nin tek başına iktidarın olasılığını dahi tehlikeye atacak bir sonuç oluşturuyor. AKP’nin ise tek başına iktidarı yitirmeye tahammülü yok zira iktidardan düştüğü anda yolsuzluk dosyaları başta olmak üzere pek çok hukuksuzluğun, baskının dosyası teker teker AKP yöneticilerinin önüne çıkacak, dahası şu an bir şekilde bekletilen gerginlikler muhtemelen partinin güç kaybetmesine yol açacak.
Peki seçimler Türkiye’nin kaderi için bu kadar önemliyken seçim güvenliği, örgütlenme ve propaganda özgürlüğü ne durumda? P24 için hazırladığı detaylı araştırmada Efe Kerem Sözeri siyasi partilere, siyasetçilere yapılan saldırıları özenle derlemiş (link). 1 Şubat-17 Mayıs tarihleri arasında AKP 19, CHP 11, MHP 9 defa saldırıya uğramış. Peki ya % 10 barajıyla boğuşan HDP? HDP seçim çalışmalarına yönelik Türkiye’nin istisnasız her köşesinde tam 122 saldırı gerçekleşmiş, diğer partilere yapılan saldırıların toplamının, üç katı ve çok daha ciddi saldırılar. Sözeri’nin çalışmasından alıntıladığım aşağıdaki tablo, HDP’ye saldırıların özellikle Nisan ayında yoğunlaştığını görüyoruz, yani HDP’nin Erdoğan’ı Başkan yaptırmayacağını ve AKP ile koalisyon ortağı olmayacağını, kesinlikle içeriden dışarıdan AKP’yi desteklemeyeceğini açıkladığı, anketlerde % 10 sınırına yaklaştığı dönem.
Bu yüzlerce insanın şiddete maruz kaldığı saldırıların arasında hem simgesel olarak, hem de etkisi ile en büyük ikisi HDP’nin Ankara Genel Merkezi’nin 18 Nisan’da kurşunlanması, tam bir ay sonra da 18 Mayısta Mersin ve Adana HDP il binalarına yapılan bombalı saldırı geliyor. Ve en ilginci de bombalı saldırıdan bir hafta önce bir “yanlışlık” sonucu Selahattin Demirtaş’ın çocukları ve eşi ile Diyarbakır’da yaşadığı evi 12 Mayıs tarihinde polisler tarafından basılması.
Peki 122 saldırı olmuş, kaç kişi gözaltına alınmış, suçlular cezalandırılmış mı? diye sorarsanız, cevap ne yazık ki Türkiye’de adalet sistemini tanıyan kimseyi şaşırtmayacak. 122 saldırı sonucunda sadece ve sadece 6 kişi gözaltına alınmış, sadece bir kişi tutuklanmış! (link). Kimi linç girişimlerine yüzlerce insanın katılmasına rağmen hem de. Demirtaş, bu saldırıların faili olarak Erdoğan’ı gösteriyor, bombalı saldırıların olduğu gün Mersin mitinginde şöyle diyor:
“Bize Adana ve Mersin saldırıları üzerinden mesaj gönderene de sesleniyorum. Aldık mesajını, mesajın ulaştı bize, sana cevabımız şudur. Seni halen Başkan Yaptırmayacağız, Halen Başkan Yaptırmayacağız!” (link)
Tabii ki bizim elimizde bir kanıt yok ancak saldırılarda hiç bir failin değil cezalandırılması, tespit dahi edilmemesinin derin bir anlamı var. Aşağıda Sözeri’nin çalışmasından aldığım, HDP’ye yapılan saldırıları gösteren haritada görüldüğü gibi güvenlik güçleri, sadece bir kentte değil, memleketin her yanında sanki özel bir emir almış gibi görevlerini ihmal ediyorlar, saldırıları örgütleyen, gerçekleştiren kişiler cezalandırılmıyor. Parti binaları darmadağın ediliyor, insanlar darp ediliyor, yaralanıyor, seçim araçları, büroları yakılıyor, cezalandırılan kimse yok. Güvenlik görevlileri ön ayak olmasa dahi (ki bu da bir olasılık) bu tavırları ile başka saldırıları teşvik etmiş olmuyorlar mı?
Peki bu saldırılar sürerken tüm siyasi partilere eşit mesafede olması gereken Cumhurbaşkanı ne yapıyor? Meydan meydan gezip bizim vergilerimizle “gönlündeki aslana” 400 milletvekili istiyor. Bu saldırılar tüm hızı ile sürerken, yaptığı mitinglerde HDP’yi “terör örgütünün desteklediği, güdümünde olduğu parti” diye tanımlayarak yuhalatıyor, hedef gösteriyor. Bu ne demek? Bu memleketin çivisi çıkmış demek, Anayasa’nın ihlali, seçim güvenliğinin ihlali, özgür propaganda hakkının ve en kötüsü bombalama olayında olduğu üzere yaşam hakkının ihlali demek. MHP yöneticileri defaatle bu saldırılarla bir ilişkileri olmadığını açıkladılar (link). MHP biz değiliz diyorsa, saldırıları kim örgütlüyor? MHP ve HDP tabanlarını seçim öncesi kim karşı karşıya getirmeye çalışıyor?
İnsanın aklına ister istemez, geçen seçimler öncesinde sızdırılan şu meşhur ses kaydı geliyor (link). O kayıtta MİT Başkanı Hakan Fidan, dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na gerekirse Suriye ile savaş başlatmak için Türkiye’nin kendi askeri üssüne MİT görevlileri aracılığı ile füzeli bir saldırı yapabileceklerini söylüyordu. Aynı Hakan Fidan, 2015 seçimleri için AKP’den milletvekili aday adayı olmuşken, Erdoğan’ın baskısı ile yeniden MİT Başkanlığı görevine döndü. Yani şu anda Milli İstihbarat Başkanlığı’nın başında Erdoğan’ın sırdaşım diye tanımladığı, AKP’li olduğunu bütün dünyanın bildiği ve seçimlerde HDP’nin % 10 barajını aşmasını kesinlikle tercih etmeyecek bir siyasetçi oturuyor. Elimizde bir kanıt olmasa dahi Ağrı Diyadin’de yaşanan provakasyondan beri HDP’ye yönelik bu saldırılar ve yukarda bahsettiğim tüm Türkiye’de süren HDP’ye saldırılara karşı bu cezasızlık politikası insana bu soruları sordurtuyor. Bu saldırılar devlet tarafından mı örgütleniyor?
Erdoğan ve AKP bütün gücü ile HDP’yi %10 barajı altında bırakmaya çalışıyor. Bu çalışmalarda yüz milyonlarca müslümanın kutsal kitabı olan Kuran’ı Kerim’in seçim çalışmalarında kullanılması da dahil daha önce görmediğimiz taktikleri izliyoruz. Demirtaş varlığı ile, söylemi ile Erdoğan’ın Başkanlık planlarına en büyük tehdidi içeriyor. CHP’nin ya da MHP’nin alacağı % 1, %2 fazla oy Erdoğan’ın planlarını kesinlikle bozamazken, HDP’nin oyunu % 1-2 arttırarak, % 10 barajını aşması Erdoğan’ın sembolik Cumhurbaşkanlığı görevine sıkışması ve hayallerinin suya düşmesi anlamına geliyor. Bunlar yaşanırken Demirtaş’a bir suikast bilgisi mi geldi? Bilmiyoruz. Sırrı Süreyya Önder dün verdiği röportajda ciddi kaynaklardan suikast tehdidi bilgisi aldıklarını ve endişeli olduklarını belirtti (link). Demirtaş ilk olarak Mart sonunda, HDP İl Eşbaşkanları Toplantısı’nda bir suikast ihtimalini ima etmişti:
“Erdoğan’ın tetikçisi parayla tuttukları gazeteciler bizlere saldırarak, tehditler yağdırarak geri adım attırmaya çalışıyorlar. Yoldaşlarımdan ricamdır, bu gemi limana götürülecek. Ben buna canı gönülden, yürekten inanıyorum. Biz, tek adam hareketi değiliz. Benimle uğraşmaları canınızı sıkmasın çünkü bizde tek adam yok, yüz binlerce kişi var”… “Ola ki başımıza bir iş gelirse, bütün yoldaşlarımdan ricamdır bu gemi limana götürülecek.”
Adana ve Mersin’de bombalı saldırıların ardından mesajında da sözlerini yineledi ve özgürlük mücadelesinin sürmesini istediğini belirttiği vasiyeti ile cevap verdi:
“Elbette Türkiye’de siyaset yapmanın bedeli vardır. Benim bütün arkadaşlarıma hem vasiyetim hem nasihatımdır. Bu gemi varacağı yere gidecek. Allah’ın verdiği bir candır, O emrederse geri alır. Ama O’nun önünden başkasında da dizimiz toprağa değmez. Asla kula kulluk etmeyiz. Bir canımız varsa halkımıza, hakkın yolunda feda olsun. Bizi korkutmaya çalışanlara vereceğimiz mesaj budur. Korku arıyorsanız aynaya bakın. 7 Haziran’dan korktuğunuz kadar hiç kimseden korkmuyorsunuz, korkunun da ecele faydası yok. O sandık gelecek, meydana kurulacak. O sandık açılacak ve sizin iktidarınızın sonu gelecek.” (link)
Bir adadan ve güler yüzünden başladığımız Demirtaş yazısı vasiyet ile suikast olasılığı ile sonlanıyor zira burası Türkiye. Gözü iktidar hırsından başka hiç birşey görmeyenler HDP’nin % 10 barajına takılması için her türlü çılgınlığı yapabilirler. Farklı düşüncelere sahip olabiliriz, HDP’ye dair kafamızda halen kimi soru işaretleri olabilir ancak bu seçimlerde artık güleryüzün, demokrasinin, kadınların, emeğin, çevrenin kazanması gerekiyor. Zira Türkiye’nin otoriter asık suratlara, bu yaşadığımız sıkışmışlığa dayanacak gücü kalmadı. New York’da bulunan “Türkiye Araştırmaları Enstitüsü”nün 2011’den beri yapılmış 91 anketi analiz ederek hazırladığı son araştırma sonuçlarına göre HDP hala % 10 barajının sınırında, barajı henüz aşabilmiş değil. AKP ise düzenli olarak oy kaybediyor (link). Dolayısı ile bu seçimde her birimizin oyu çok kıymetli ve memleketin gelecegi açısından büyük bir fark yaratabilir.
Güler yüz mü yoksa asık surat mı kazanacak bu seçimleri hep birlikte göreceğiz. Demirtaş’a, ailesi ile kazasız belasız uzun bir ömür diliyorum.
*Bu soruyu ilk defa Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında Taraf gazetesinde Yiğit Karaahmet sormuştu:
http://arşiv.taraf.com.tr/yazılar/yiğit-karaahmet/rapsodi-rojbaş/30229/