- Asırdan beri demokratik mücadele, demokratik açılım, demokratik siyaset, demokratik cumhuriyet velhasıl bir demokrasi tutkusu zihinlere dolanmıştır. İnsanın kendi kendini diriltmesi ve yönetmesi kadar, doğru ve güzel bir hayat duruşu olamaz, lâkin bunun gerçekleşme düzeyi, zarafeti ve nezaketi, o insanın eğitim ve öğretimine, deneyim ve birikimine bağlıdır. Demokrasi, kendi kendinin sahibi ve yöneticisi, özgür iradesiyle karar alabilen insanlarla gerçek anlamda hayat bulur. Eğitim ve öğretim özerk olmadığı ve eğitim, insanın kendi seçimine bırakılmadığı sürece; insan kendini, kendince bulduğuna inanamaz.
Politik iktidar mücadelesi, birçok farklı aracın eşgüdümüyle gerçekleşir. Amaç, iktidarı ele geçirmek ve daha adaletli bir yönetim kurmak iddiasıdır. Elbette demokrasinin geliştirilmesinde iddiası olanların başlangıçta eline silah alması, anlaşılır ve kabul edilebilir bir şey değildir, lâkin demokrasinin geliştirilmediği veya kökleşmediği coğrafyalarda; şiddet, kimi yerde yer yer ve zaman zaman, kimi yerde doğrudan ve sürekli gelişme ve meşruiyet zemini kazanır. (*1) İnsanlık, memnuniyetsizlik ve tepkilerin doruğa çıktığı ve içinden çürüyen iktidarlara karşı, topyekûn isyan eder. Artık eskisi gibi yönetilmek istenmediğini haykırır. Tarihte birçok sosyal ve politik devrim, kitlesel silahlı ayaklanmaların doruğa çıkması yani toplumsal destekle başarı kazanmıştır. Değişim ve dönüşümün ardından, demokrasiyi kurumlaştıran ve içselleştiren toplumlar, şiddeti olabildiğince sınırlama noktasına ulaşırlar. Bir ülkede ne kadar az şiddet arzusu varsa, o kadar demokrasi bilinci ve güveni gelişmiş demektir. Demokrasinin pan zehiri şiddetsizliktir.
İktidar mücadelesinin askeri ve barışçıl kanalları, nitelik olarak çok farklı riskler taşır. Askeri bakış açısı; içe kapalıdır ve güce, kahramanlığa, iradevî/volantarist, despotik eğilimlere açıktır. Ayrıca “az olsun bizim olsun” ve erken iktidar hastalığı, şiddette ısrar ve şiddete tapma gibi riskler taşır. Barışçıl mücadele ise, oldukça esnek ve açık olduğundan, gönüllü ve bilinçli bir inanç, güven ve disiplin zeminine oturmazsa, rehavet ve laçkalığın gelişme riskini taşır. Her ikisinin kadro şekillenmesi ve kitle bağları, birbirinden çok farklı kanallardan akar. Somut şartlara göre insanlar, bu kanallardan birini seçerler. Her ikisinin bir arada ve aynı oranda yürütülmesi, mantıksız ve olanaksızdır. Farklı kanallar arasında çatışma, tıkanma ve bunalım oluşturulması, iç yıkımdır. Sürecin şartlarına göre birinin temel ağırlık noktası ve belirleyici güç olması şarttır. Askeri mücadelenin tamamen bitirilmesi koşuluyla, barışçıl demokratik mücadele, toplumsal değişim ve dönüşümde, giderek temel bir doğrultu kazanır. Silahların gölgesinde, zor ekseninde gelişen bir demokrasi aldatıcıdır, sahtedir, dogmatik, demagojik ve dayatmacıdır. Demokrasi; gönüllülük eksenli, bilinçli, bilimsel bir seçimin ürünü olduğunda ve değişen koşullara göre, sürekli olarak kendini yenileyebildiğinde, tam anlamıyla hayat bulur. Rutin tekrarlarla kalıplaşan bütün demokrasiler, küçülerek tıkanmaya, yerinde saymaya ve ardından çökmeye veya nihayetinde yenilenmeye mahkûmdur.
90’lı yıllar tek kutuplu olmaya doğru ilerleyen kapitalizmin, yüksek teknoloji eksenli küresel egemenliğinin, yeni bir boyut kazandığı yıllardır. Sistem, küresel bunalım ve tıkanmayı aşmak için, küresel savaş stratejisine geçmiş ve terörize ettiği dünyanın her yerinde işgal ve talana başlamıştır. Buna karşın, demokrasi bilinci olan ve barış mevzilerini korumak isteyen veya topraklarının bağımsızlığını korumak arzusuyla yanan bütün halklar, bu dayatmalara ve değişen koşullara karşın, kendiliğindenciliği aşarak içsel bir değişim geçirmek durumunda kalmıştır. Nihayetinde dünya halkları, birçok eksiklikle de olsa, farklı mevzilere çıkmış ve alternatif bir direnişi küreselleştirmiştir. 300 yıllık kapitalist demokrasi giderek daraltılmakta ve sınırlanmaktadır. Dünya, iktidar mücadelelerinin yeni bir boyut kazandığı kaos aralığında ilerlemektedir. Kent-soylu demokrasi çürümektedir ve halkların ortaklaşan özgür iradeleşmesi ile gerçek bir demokrasi çağı başlayabilir. Dünya halkları, ya yeniden demokratik bir yapılanma ve dönüşüm doğrultusunda, küresel direnişi bir şekilde ortaklaştırmayı başarıp, adaletle özgürleşecek ya da köleliğin tahakküm ve istismar zincirleri, devasa teknik bürokrasi ve militarizm ile daha hassas bir şekilde otoriterleşip, kurumlaşacaktır.
(*1) Biz burada kör ve sınırsız şiddetten değil, yalıtılmış ve berraklaştırılmış, politik bir meşruiyet içeren ve savunma eksenli şiddetten söz ediyoruz. Elbette kaba ve çıplak, saldırgan terörizm, tarih boyunca her zaman lânetlenmiştir ve lânetlenmelidir.