Hiyerarşi ve demokrasi kavramlarının ayrışabilmesi ve toplumun, bu ikilinin cenderesinden çıkabilmesi, bu iki kavramı bir daha bir araya gelmeyecek biçimde birbirinden ayrıştıracak olan ölçütün doğru belirlenmesine bağlıdır. Bu ölçüt, toplumsal yaşamdaki temel hak ve özgürlüklerin, vicdanların ve toplumdaki barış ve hoşgörünün esas dinamiğini oluşturan doğal hayatın geliştirilmesinden hareketle belirlenebilir.
Doğal hayat veya hayatın doğallaşması demek, hayatın zora dayalı bütün bağlardan kurtulması ve insanların ortak iyiliği için kurulan gönüllü rıza mekanizmalarının, toplumda yaygınlaşması demektir. Toplumda doğallaşmayla birlikte güç kazanan adaletli bir özgürlüğün, sarsılmadan kalıcı olarak korunabilmesi, bu değişim ve dönüşüme bağlıdır. Böylece demokrasi kavramı, kendisine musallat ve ayak bağı olan ve ona kendi kara rengini veren, zora dayalı hiyerarşi bağlarından kurtulacaktır. Demokrasi kavramının, asırların kirinden ve pasından kurtulması ve kendi hakikatini bulması, zora dayalı hiyerarşi bağlarından kurtulmasıyla mümkün olacaktır. Böylece demokratik ilişkilerin toplumsal zeminde, yani aşağıda/canlı hayatın içinde yatay olarak kuracağı, gönüllü seçim ve karar mekanizmaları, doğrudan toplumlumsal hayatın belirleyici gücü ve odağı olacaktır. Demokratik ilişkilerin doğallaşması sağlandıkça, hayatın canlılığını öldüren zor ve şiddet, toplumsal hayatın içinden, aşama aşama sökülüp atılacaktır. Tam bir doğallıkla oluşturulan yeni demokrasi ağları, tarihin derinliklerinden sürüp gelen eski demokrasi ağları ve zihniyeti ile uzaktan yakından bir benzerlik taşımamalıdır, aksi taktirde zorba hiyerarşinin kaybettiğini tekrar geri kazanması söz konusu olacaktır.
Bu iki farklı demokrasinin içeriği arasında kavram kargaşasına son vermek için, geleceğin bu yeni demokrasi sürecine yönelik, farklı bir adlandırma üretmek uygundur. Bizce bu yeni gelişecek olan süreç; gösterişi ve süsü olmayan, sade ve basit, düz ve yalın, saf ve üryan, örtüsüz ve şeffaf, çıplak demokrasi sürecidir. Hayata üryan gelip, üryan gittiğimiz gerçeğinden hareketle, yaşamın başlangıcı ve ölüm sonrası çıplak oluşumuz, hayatın ve ölümün çıplak doğallığıdır. Bu anlamda ilk toplumsallaşmadaki gösteriş ve ihtişamdan uzak yalınlık, doğallık, sadelik ve çıplaklık, döngüsel bir evrimle daha bilinçli bir sadelik ve yalınlığa ulaşabilir. İnsanların birbirinden gizleyecek bir şeylerinin olmadığı, vesvese ve sahiplenme hırsının en büyük ayıp ve günah sayıldığı bir toplumsallaşma, gösterişden uzak ve bakıldığı anda içi görünen şeffaf ve çıplak bir toplumsallaşmadır.
Demokrasinin, zorba hiyerarşiden soyunup, üryan olduğu ve ilk saf haline daha yüksek bir erdemli bilinçle döndüğü haline, “Doğal Demokrasi veya Çıplak/Yalın Demokrasi” diyebiliriz. Yalın demokrasi, gönüllü rıza ilişkilerinin gücüne dayanan, hiçbir kalıba döküleme-yen, akışkan ve çok yönlü değişimlere açık, farklılıklarla zenginleşmeyi doğal kılan bir işleyişe sahip olmalıdır. Zora dayalı bütün bağlardan ve tahakkümlerden arınmış ve bu anlamda katışıksız oluşu, demokrasinin; en yalın ve doğal haline, yani yüzyüze ve doğrudan işleyen çıplak haline dönüşü demektir.
Gönüllü Hiyerarşi ve Hiyerarşik Gösteri Demokrasisi
Zorba hiyerarşik güçlerini dokunulmaz kılan iktidarlar, hiyerarşinin; demokrasi ile olan tutkulu bağımlılığını şekillendirirken, ezilen yoksulların çok yönlü hak mücadelelerini saptırma, bölme ve yumuşatma noktasında, hiyerarşik gösteri demokrasisini bir dalgakıran olarak kullanmaktadır. Bu yetenekleri, tarihsel süreç içinde daha da gelişmiş ve hiyerarşinin köklü bağlarını daha derinlere gizlemek için, gösteri demokrasisini bir kamuflaj aracı olarak kullanmakta ustalaşmışlardır.
Hiyerarşi, tarihteki ilk toplumsallaşmadan itibaren var olduğundan dolayı, toplumsal yapıya nüfuz edişi ve hâkimiyeti, çok daha kalıcı ve öncelikli olmuştur. Demokrasi, hiyerarşiden çok daha sonra tarih sahnesine çıkmış ve demokrasinin oluşumu içinde, hiyerarşinin; kolaylıkla ve tam anlamıyla demokrasiye nüfuz edebilmesi ve demokrasiyi şekillendirebilmesi mümkün olmuştur. Hiyerarşi ve demokrasi arasında, zorunlu ve kesinlik içeren bir ilişkinin ve hiyerarşinin belirleyiciliği altında açık bir bağımlılığın var ol ması gerektiği, toplumsal bilinç ve toplumsal hafızaya adeta kazınmıştır. Öyle ki “Demokrasinin, hiyerarşi olmadan yaşayamayacağı aşikârdır.” denilmektedir.
Her kuramsal tasarım ve yapısal işlevde olduğu gibi, hiyerarşi ve demokrasiden, iktidar güçlerinin anladığı veya iktidar güçlerinin hiye rarşi ve demokrasiye verdiği anlam ve işlevle, baskı altına alınan yoksul ezilenlerin, hiyerarşi ve demokrasiye verdikleri anlam ve işlev, birbirinden tamamen farklı olmak durumundadır. Ancak ezilen yoksul halklar, hiyerarşi ve demokrasi konusundaki tarihsel okumalarını, ‘genellikle’ egemenlerin çizdiği tarihsel bilinçle oluşturmaktadır. Ezilenler, derinlikli bir bakış açısına ulaşmakta zorluk çekmektedir. Hiyerarşiyi kavramakta önlerindeki en önemli engel ise hiyerarşiyi perdeleyerek, ona meşruiyet kazandıran demokrasi anlayışıdır. Demokrasiye yükledikleri anlam ve işlevler, derin tarihsel yanılgılar içermektedir. Bu yanılgıları yıkmak için; demokrasi tarihinin, esas olarak hiyerarşinin korunma ve geliştirilme tarihi olduğu ve hiyerarşinin, demokrasinin beşiği ve ana ocağı işlevi gördüğü kavranmalıdır. Sonuçta demokrasinin, bizzat hiyerarşi tarafından beslenip büyütüldüğü gerçeği, en açık biçimde görülmelidir. Daha açık bir deyişle mevcut demokrasi alanı, zora daylalı hiyerarşik öz ile gönüllü hiyerarşik tarzın mücadele ettiği, toplumsal ve siyasal bir alandır. Demokrasinin işleyişine ruhunu veren hiyerarşik öz, bu iki tarzın farklı biçimlenişlerinden ibarettir.
İnsanlığın kurtuluş sorununu ileri sürüyorsak zora dayalı hiyerarşiye karşı olmak bir zorunluluktur. Unutmayalım ki cins ve sınıf baskılarının kurumlaşması olan devletin çıkışından önce, yaşamın her alanına hayat veren canlı emeğin cansuyunu emen asalak kökler olarak hiyerarşiler, birçok alanda yaygınlaşan bir ağ gibi, toplumu sarıp sarmalamış ve devletin doğumuna ebelik yapmıştı.
Aydın Mutlu Dinçoğul