CHP içerisinde yaşananlar gayet tabi bütün ülkeyi etkiler ve herkesi ilgilendirir. Ancak bu ilginin dozu yüksek eleştirilere dönüşmesi başka bir anlam ifade ediyor. Kasetin yayına düşmesine verdiği ilk tepkide adres olarak devleti gösteren Baykal, daha sonra güçlü bir manevra ile iktidarı hedef tahtasına oturttu. Gerçekten böyle inandığı için mi yaptı sorusuna, Baykal’ı yakından tanıyan herkes hayır cevabı veriyor. Başbakan’ın önce çok doğru biçimde, konuşma yasağı getirmesine rağmen sonra kendini savunmak adına belden aşağı vurmaya başlaması ne anlam ifade etmektedir?
Bu duruma gelinmesini ister Baykal’ın taktik başarısı olarak yorumlayalım, isterse tam tersine Erdoğan’ın bilinçli tercihi biçiminde tanımlayalım. Sonuçta CHP’de değişimin iktidar partisini zora sokacağı kesin gözüküyor. Baykal’ın mağduriyet üzerinden ayakta kalma kavgası ile Erdoğan’ın sert açıklamaları birbirini destekliyor.
Türkiye siyasetinde ne söylendiğinden, ne yapıldığından çok, kimin söylediği, kimin yaptığı önemlidir. Bu durum iktidar merkezli siyaset algısının eseridir. Değerler yada toplumsal çıkarlar eksenli siyaset yapılabiliyor olsaydı CHP üzerine yapılan hesaplar da başka olurdu.
CHP’nin sorunu sadece Baykal sorunu değildir. Baykal’ın gitmesi ile her şeyin değişeceğini sanmak da büyük bir yanılgıdır. Ancak yeni bir ismin yeni bir heyecan oluşturacağı da kesin gözükmektedir. Bu gün itibarı ile Türkiye siyaseti için en tehlikeli gelişmenin iki kutupluluk olduğuna inanıyorum. Küçük hesaplarla diğer tüm siyasal aktörleri tasfiyeye zorlayan iki kutuplu yaklaşımlar kısa dönemde iktidar yada ana muhalefet partisine yarasa da orta ve uzun vadede Türkiye toplumunun lehine gelişmeyecektir.
İki partili siyasetin önemli örnek ülkelerinden birisi olan İngiltere’de Liberaller yeni belirleyici olma yolunda ilerlemektedir. Almanya çok kutuplu siyasetten uzlaşıya dayalı yönetim çıkartma örneği olarak önümüzde durmaktadır. ABD tarzı iki kutupluluk, Türkiye partilerinin iç demokrasi olgunluğu açısından şimdilik uygulanabilir gözükmemektedir. Diğer bütün faktörleri bir tarafa bırakıp sadece partilerin başkan aydının belirlenme sürecine baktığımızda bile Türkiye’de ne kadar mesafe alınması gerektiği görülmektedir.
Tek partili hükümetin istikrar anlamına gelmediğini, koalisyonun mutlaka zafiyet olarak yorumlanamayacağını erken fark etmezsek siyasal çözüm zemini tümüyle zayıflayacaktır. Birlikte yönetme becerisi siyasetin yeni belirleyeni olmak zorundadır. Buna uygun davranma konusunda iktidar partisinin liderlik modeli tehlike sinyalleri vermektedir.
CHP’de yaşananlar dolayısı ile Fenerbahçe taraftarı gibi yanlış anonslarla erken zafer kutlaması yapmaya kalkanlar büyük hayal kırıklığı ile karşılaşabilirler. Çorabına bile ismini yazdıran lider adayları için CHP’de yaşananlar önemli dersler içermektedir.
Zonguldak’ta göçük altında kalan işçileri yazmak yerine, CHP’de göçük altında kalacak olanları yazmak zorunda kalmak Türkiye siyasetinde at ile arabanın yer değiştirdiğini ortaya koymaya yetmektedir. Siyasetin bir avuç profesyonel için amaç haline geldiği bir ülkede, başka bir siyaseti savunmaktan başka bir çaremiz yok gibi.