Bir cenaze gider evlerden ırak, bir cenaze gider evlere şenlik…
Kefene sarılı adam zamana takmıştır sözlerini. Konuşmuştur bir vakit…
Dalga gibi hırçın, kuş tüyü kadar yumuşak, umut kadar ışıl ışıl bir iz bırakmıştır:
“Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar’a, ateş hırsızlarına, Ernesto ‘Çe’ Guevara’ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz… Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.”
Bir cenaze gider, kalabalık, mahşer gibi…
Kanser; eski, siyah-beyaz bir filmin en hüzünlü sahnesi gibi mi sarar vücudu? Kanser; radyasyondan hızlı mı yayılır? Kanser; küçücük bir kurdun taze bir inciri çürüttüğü gibi çabuk mu tüketir bedeni? Öyle yapar besbelli…
DOST GÜLÜŞÜNDE TEMİZ BİR DÜNYA
Kâzım Koyuncu, sesleri aynı, sözleri ayrı türkülerin kardeşçe ve el ele söylendiği bir dünya hayal etmiştir… Dost gülüşünde temiz bir dünya…
Bu nedenle ahir ömrü boyunca, kendine uymayan ikiyüzlü duruşa karşı yumruğunu hırçınca kaldırmış ve ıslığını sıktığı dişlerinin arasından çalmıştır.
Koyuncu, muhaliftir… İnsanı olduğu kadar doğayı kirletenleri de eleştirmiştir. Global değerlerin ahlaksız çarklarında işbirlikçi naralar atanlara postanın en sertini koymuş, bir kez bile olsun gitarının teline şan ve şöhret kaygısıyla penasını dokundurmamıştır.
HAYATIN TRAJİKOMİK TARAFI
Koyuncu, Çernobil faciasından sonra tavşankanı çayı, “Bize bir şey olmaz!” nidasıyla höpürdeten Bakan’ın, günü kurtarmak için halka yalan söyleyen ‘günübirlik’ siyasetçinin tam karşısında olmuştur.
Çernobil faciasının ardından, iş bilir siyasetçinin söylediğinin aksine Karadeniz’de kanser öyküleri çoğalmaya başlamıştır. Sanatçı kimliğini, başkaldırı ezgileriyle jelatinleyen Koyuncu, kendisi gibi duyarlı olanlarla birlikte böylece harekete geçmiştir. Kampanyalara katılır. Felakete kayıtsız kalan dönemin yöneticileri hakkında suç duyurularında bulunur.
Hiç çekinmeden kanserden çok korktuğunu da dile getirmiştir. Hayatın trajikomik bir tarafı vardır. Koyuncu, kanserle ve ‘kanserli hücreyle’ mücadele ederken kanser olur…
Gerisi bir mahşer yeridir…
‘KARADENİZ BAĞRINA TAŞ BASTI’
Uçakla İstanbul’dan Trabzon’a getirilen Koyuncu’nun cenazesi buradan da memleketi Hopa’da toprağa verilmek üzere yola çıkarılır. Ailesi, dostları ve yakınları tabutunun peşi sıra ilerlemektedir. O gün Karadeniz’in dalgaları her zamankinden daha hırçın, havası her zamankinden daha pusludur.
Aynı günlerde, sahilde yol çalışması yapılmakta, kocaman iş makineleriyle iri kayalar bir uçtan öteki uca taşınmaktadır. Manzara bu şekildeyken, duruma en uygun sözü, Kâzım Koyuncu’nun kadim dostu Sunay Akın söylemiştir…
“Karadeniz bugün o kadar hüzünlü ki bağrına taş basıyor!”
UMUT DEVAM EDER
İlginçtir ve her şeye rağmen umut vericidir. O günkü kalabalık henüz dağılmamış, bilakis çok daha fazla olmuştur! Kâzım Koyuncu’nun dostları bugün de doğaya ve insana indirilmesi planlanan darbelere, hiçbir şeyden ders alınmadan Karadeniz’de kurulması için uğraşılan termik santrallara ve HES’lere karşı kol kola, bir arada mücadeleyi sürdürmektedir. O mücadeleden Gezi, o mücadeleden büyük bir direniş öyküsü çıkmıştır!
***
Kâzım Trabzonlu’ydu
Kâzım Koyuncu, hayatı boyunca Trabzonspor formasını hiç üzerinden çıkarmamıştır. Tabutunun üzerinde bile ‘10 numara’ bordo-mavi bir forma konulmuştur.
Trabzonspor taraftarı da tıpkı Kâzım Koyuncu gibi başka türlü düşünür. Haksızlığa tahammülsüz ve her koşulda rengine bağlıdır.
Bununla birlikte futbol gibi hayatı da Trabzonspor taraftarı gibi bambaşka bir perspektifte değerlendiren bir başka grup daha vardır. Beşiktaş takımı denilince, son demde kendine bile karşı olduğunu deklare eden çArşı akla gelir. “Gezi’nin Michelangelo’su” çArşı!
O maçta ne oldu?
İki takımın taraftarı Kâzım Koyuncu’nun ölümünden kısa bir süre sonra Trabzon’da karşılaşır.
Doğal olarak tribün üstünlüğü Trabzonspor taraftarındadır. Beşiktaşlılar maç boyunca, üzerlerine yıldırım gibi düşen Trabzon taraftarının baskısını bertaraf etmekte zorlanır. Ancak işin iyice zıvanadan çıkıp Trabzon taraftarının dizginlenemez bir noktaya geldiği sırada siyah-beyazlı tribünlerde bir hareketlenme olur. Büyük bir pankart, ağır ağır dalga dalga açılır: ‘çArşı kansere karşı’…
Önce bir uğultu, sonra derin bir sessizlik yaşanır. Gözyaşı kardeşliktir. Gözyaşı yürek ister. O saatten sonra ne maç, ne küfür, ne saha kalır!
Yeryüzünde ‘skorsuz’ biten tek maç da bu olur. Karadeniz’in hırçın dalgaları, horonu, ezgileri ve bin bir rengiyle büyüyüp Trabzonspor’a gönül veren Kâzım Koyuncu, belki de böyle bir tutku ve kardeşlikten söz etmiştir.