Demokrasi nöbetlerine sadece AKP mitingleri olarak bakılması ağır bir yanlıştır. Nöbet dediğinde sırayla devredilen ve herkesi kapsayan bir görev akla gelir. Eğer gece nöbetlerinin darbe karşıtlığını aşan demokrasi talepleriyle gerçek bir demokrasi şölenine dönüşmesi sağlanamazsa, toplumsal kriz ve kaos daha da derinleşir. AKP tabanını oluşturan mütedeyyin insanların, alanların çapını ve katılımını genişletecek demokrasi bilincine açılmaları, kendi çıkarlarına en uygun olan tutumdur. Darbe karşıtı en geniş kesim, ortak bir demokrasi cephesinde buluşmalıdır. Demokrasi nöbetlerinde Müslümanların Allah’ı anmaları ve tekbir getirmeleri de yadırganmamalıdır. Nihayetinde söz konusu olan, ülkenin kanlı bir iç savaşa sürüklenmesinin engellenmesidir.
Bunun için Alevilerin ve Kürtlerin, sosyalistlerin ve demokratların, laiklerin ve Atatürkçülerin, alanlarda demokrasi bilincini yükselten bir dinamik olarak bulunmaları, ufuk açıcıdır. Mitinglerde Türk bayraklarının yanında Atatürk bayrakları ve her demokratik legal unsurun bayrakları olabilmelidir. Bütün ötekileştirmeleri aşan Gezi’de milyonlarca insanın gerçekleştirdiği gibi, daha kapsamlı yeni bir ‘Gezi Ruhu’ nun yaratılması elzemdir.
Çanakkale de bütün emperyal oyunları aşarak, birleşen halklar, şimdi de bu ruhla birleşebilir. Bunun için hiç bir kesimin, yek diğerine hakaret etmeden saygıyla yaklaşması, alçakgönüllü ve mütevazı olması, ortak vatanın birliğinden samimi olarak bahseden herkes için geçerlidir. Her kesimin, bedel ödediği öncelikli kutsalları vardır ama kimse kimsenin kutsalını aşağılamamalıdır. Çanakkale ve Gezi, farklı tarihlerde farklı dinamiklerle yaşanmış olsalar da, ortaklaşan bir ruhu yakalamakta başarılı olmuşlar ve bu nedenle tarihte unutulmaz izler bırakmışlardır. Bu anlamda ‘Geziciler ve Gericiler’ diyerek birbirini ötekileştirme zemininde ısrar etmek, samimiyetsizlik ve provokasyon üreten bir bozgunculuktur. Nihayetinde asgari ölçülerde birleşemeyen ve birbirleriyle didişen mazlumlar, kendilerini köleleştiren ve iradesizleştiren ortak düşmanlarını sevindirmekten ve zulüm çemberinde dönüp durmaktan kurtulamazlar.
DARBELER DEMOKRASİSİ
Ülkemizde demokrasi, darbelerle süslenmiştir ve ‘Darbesiz Demokrasi’ devrinin açılması sabırlı bir dayanışma gerektirmektedir. Demokrasi için dayanışma zihniyetini kökleştiren mücadele geleneğimiz cılız ve yetersizdir. Bunun için muazzam bir zihinsel dönüşüm ve ortak mücadele gücüyle, umudu ve dayanışmayı örmek gerekmektedir.
Gerçek demokrasi, ayrıcalık ve üstünlük üreten değil, çoğulculuğa ve katılımcılığa açılarak, insanları eşitleyen ve bütünleştiren, birbirini anlama ve uzlaşma rejimidir. Demokrasiden kutuplaşma ve çatışma, ötekileştirme ve ayrımcılık çıkarmak isteyenler, demokrasiyi yozlaştıran ve onu kullanarak gerçek çıkarlarını gizlemek isteyenlerdir. Öyleyse herkese lazım olan adalet ve hukuk gibi, demokrasi de herkes içindir ve en şeffaf tarzda, herkes için eşit bir şekilde uygulanmalıdır. Kimsenin tekelinde olmayan demokrasiyi bir palavraya dönüştürenler, önce onun gerçek muhtevasını boşaltmak isterler. Toplumu tekleştirerek bir kalıba sokmak, zoraki ve sahte bir bütünleşme yaratmak için demokrasiyi kullananlar, er geç kazdıkları çukura kendileri düşerler. Çünkü demokrasi bilinci, bir toplumda uyanırsa artık o topluma iğrenç tuzaklar kurmak alabildiğine zorlaşmaktadır.
Demokrasi, 2500 yıldır eğile büküle muğlaklaşmış ve kirlenmiş bir kavramdır. Kavramlar, herkes için yaratılsa da egemen iktidarlar tarafından genişleyip daraltılarak, kıvrılıp kırılarak tanınmaz hale getirilir. Bugün herkesin kendisine göre bir demokrasi anlayışı vardır. Geçmişte Filistin özgürlük mücadelesine sahip çıkan sol hareketlerin gerisinde kalan mücahidi hareketler, bugün darbe karşıtı olabilme yeteneğinde sol hareketleri nicelik olarak aşmış durumdadır. Demokrasilerde herkesin başkasından önce kendi eksikliğini görüp, kendisini eleştirmesi önceliklidir.
İktidar, darbeye karşı mücadeleyi, kendi yöntemleri çerçevesinde, sınırlarını kendi belirlediği bir çember içinde ve kendi belirlediği bir rotada yürütmek istiyor. Camilerden saat başı selâ verdirerek, kamu araçlarını ücretsiz yaparak, kendince bir dayanışma örmeye çalışıyor. Ancak bütün mitinglerde İslami sloganları ön planda tutmak, kimilerinin insanlara ruhsatlı silahlarıyla gelmelerini öğütlemesi, hangi amaca hizmet ediyor? Neden anayasal laikliğe sahip çıkılması mitinglerde hiç vurgulanmıyor? Bu mitinglerin, geçmişteki cumhuriyet mitinglerinin rövanşı gibi olduğu ve sadece tek bir görüşe hizmet ettiği bir zan mıdır yoksa aşikâr bir hakikat mıdır? Demokrasi için dayanışma kulvarını daraltan bir mantıkla yürüyen iktidar; kucaklayıcı değil kutuplaştırıcı, uzlaşmacı değil çatışmacı, kibir ve nefret siyasetine devam etmektedir.
İktidarın bugünkü ittifakları eski düşmanlarıdır. Silivri’de Ergenekon ve Balyoz generallerini kumpasla mahkum eden hakimleri bugün tutuklamakta, mevcut 40 bin subayın içine sızan FETO teröristlerini bugün ayıklamaktadır. Lâkin neden bu kadar gecikmek durumunda kaldı dersiniz? Yeni derin sistem, şimdi de tasfiye edilenlerin yerine, liyâkatı yüksek olanları değil de, yine kendi anlayışına yakın olanları atamakta bir beis görmüyor. Bu ise darbeler demokrasisine dönüşecek bir kaos ve kriz tetikçiliği yapmaktan başka bir anlam ifade etmiyor. Bu fırsatçı ve sinsi tutumdan, ne demokrasi ne de hakiki İslami bir kurtuluş ve diriliş çıkmaz. Bu tutum; hem İslamı, hem de güler yüzlü ve şeffaf demokrasiyi, yani her iki alanın mânâsında da, halkın kendi kendisini yönetmesi ve her insanın kendi iradesine kendisinin hakim olması demek olan hayat tarzını inkar etmek anlamına gelmektedir. Bu tutumda ısrar, demokrasileri güdük bırakarak, sivil ya da askeri darbe zeminini güçlendirmektedir. Her darbe kendi tek tip insanını yaratır, yayar ve hakim kılar. Gelişmeler de buna delâlet etmektedir.
ZORA DAYALI ASKERİ HİYERARŞİ, GÜÇ ZEHİRLENMESİ ÜRETİR.
Ordulaşma, ölme ve öldürmeyi tekelleştiren zorba hiyerarşinin en katı biçimidir ve güç zehirlenmesinin en aktif olduğu iktidarlaşma alanıdır. Askeri alanda emir demiri döver. Askerlik hiyerarşisi en katı disiplinle örülen sımsıkı bir ağdır. Bunları bilerek, kabullenerek ve buna boyun eğerek bu yola girenlerin, iradelerini askeri hiyerarşiye teslim edenlerin, ağlamaya sızlamaya da hakkı yoktur. Bu subaylar gerici ve statükocudur ve birazcık tarihimizdeki devrimci kahramanlardan nasip ve onur alsalardı, zaten bu sefil duruma düşmezlerdi. Öte yandan darbeci subaylara zamanında görev ve yetki veren, TSK’yı gerici güruhlara teslim etmekten çekinmeyenler kimlerdir? Bir yandan çok haklı olarak askeri vesayete son veriyoruz denirken, öte yandan bu gerici yobaz örgütlenmelere devletin her alanında prim vermek, kimlerin koruması ve sıvazlamasıyla mümkün olmuştur?
Tüm bunlara karşın yine de darbeci subaylar da bir insandır ve onlara uygulanan işkence ve aşağılamaları insani, ahlaki ve vicdanı açıdan değerlendirmek ve insanlık onurunun, insanlığın ortak zihinsel odak noktası olmasından hareketle, karşı çıkmak ve hukuki zemini korumak gereklidir. Toplum kin ve nefret üreterek, yönetillebilir bir zeminde tutulamaz. Elbette yapılan bu korkunç terörü ve sivil ya da askeri her tür darbeci zihniyeti lanetlemek, zorunlu bir görevdir.