”Biz bunca emek veriyoruz, bunca bedel ödedik fakat buna rağmen toplumsal bir mayalanmayı sağlayamıyoruz. Bunun bir karşılığı yok. Neden oluyor bu? Bu toplumla aramızda bir yabancılaşma var olduğuna dair ilk teşhisimiz bu olmuştu. Peki bu nasıl aşılacak? Yerellik ile yerel bir sol yaratma ile. Bu yerelleşme ise bizi İslam’a götürdü.”
12-13 Ocak 2019’da İstanbul Balat’taki İnşa Kültürevi’nde yapılan İslam ve Sol Çalıştayı’nda 16 konuşma iki yazılı tebliği sunuldu. Konuşmacıların mesajlarını bu yazı dizisinde aktarmaya devam ediyoruz. Bugün siyasetçi Bülent Parmaksız’ın konuşmasından mesajları sunuyoruz…
***
Ben devrimci ve sosyalistim, örgütlü mücadelenin içinden geliyorum. İslam’ın farkına varmak meselesi benim için pratik nedenlerle ortaya çıktı.Tabii ki öncesinde şu gerilimi yaşadım çocukluğumda. Benim bir dedem imam, bir dedem asker. Babam da öğretmen. Modernite ile geleneğin arasında bir gerilim yaşadım. Bu gerilimi çocukluğumda yaşamıştım. Babam, ilkokul 2. sınıfta kütüphaneye kayıt etti beni. Şehirde başka bir hikaye dinliyordum, köye gittiğim zaman başka bir kültür ile karşılaşıyordum. Bunun gerilimini hep yaşadım. Fakat sonrasında siyaseten İslam’ın farkına varmak, İslam, Müslümanlık, İslamcılar hepsini ayırt ederek söylüyorum, karşılaşmam biraz da cezaevinde oldu. Nedeni de şu; Son 50 yılda, 1960’lardan beri özellikle, Türkiye’de ne olup bittiyse kadın hareketlerinden, sınıf hareketine, çevreci hareketlerine kadar akla gelebilecek her türlü toplumsal özgürlüklerin kazanılmasında, sanat edebiyat da dahil olmak üzere, biriktirilen her şeyde solun emeği var. Devrimci hareketin, sol hareketlerin emeği var. Fakat şunu fark ettim; biz bunca emek veriyoruz, bunca bedel ödedik, fakat buna rağmen toplumsal bir mayalanmayı sağlayamıyoruz. Bunun bir karşılığı yok. Neden oluyor bu? Bunu anlamam, İslam’la, İslami siyasetle karşılaşmam bu soruların ardından geldi.
- Aradaki yabancılaşma yerel bir sol yaratma ile aşılacaktır
Bu toplumla aramızda bir yabancılaşma var olduğuna dair ilk teşhisimiz bu olmuştu. Peki bu nasıl aşılacak? Yerellik ile yerel bir sol yaratma ile. Sol derken, evrenselcilik anlamında bir şey söylemiyorum, biz çok evrenselci bir ideolojinin içinden geliyoruz. Fakat ihmal ettiğimiz bir alandı, yerel bir sol yaratılması. Oradan yabancılaşma teşhisine, hastalık anlamında söylüyorum, yerelleşme sonucuna vardık. Bu yerelleşme bizi İslam’a götürdü. Çünkü on bin yıllık kültür, şimdi Göbeklitepe ile onbir bin yıla çıktı biliyorsunuz. Daha önce Sümerlerden başlatıyordu. Bu onbir bin yıllık tarih, sınıf toplumları tarihi, bu tarihsel dinamik, geçmiş tarihlerden bu yana biriktirilerek getirilen bu hak alma, mücadele anlamında söylüyorum. Bütün bunları süpürerek bugüne getirmek nasıl olacak? Bu bizim açımızdan çok temel bir sorundu. Biz solla devrimciliğe ilk başladığımız dönemde, Paris komünü, Batı Avrupa tarihi, işçi hareketleri modern anlamda ilk orada başlamıştır. Daha sonra Sovyet Bolşevik tarihini okuyarak devrimci olduk bir yanıyla. Fakat tarihten süpürülerek getirilmesi gereken şeyler var. Şimdi İslamla yabancılaşmayı aşmak anlamında karşılaşmam bu sorunsalın ardından geldi. Demek ki bizim bir tarihsel dinamikleri süpürerek bugüne getirmemiz gerekiyor.
- Dışsal bir ideoloji zaten maya tutmaz. Bu coğrafyada yaşanan ayaklanmaların devamı olarak, işçi sınıfı devrimciliği en az onlar kadar yerlidir
Zaten sınıf siyaseti yapıyoruz. Bir takım sınıfsal dinamikler var orta yerde. Yabancı bir ideolojisi olan sol için, Marksizm için şu söylenir; yabancı bir ideoloji dışarıdan şırınga edilmiştir. Bundan dolayı dışsal olarak bize yapılan eleştiriler olarak söylüyorum, zaten dışsal bir ideoloji bu anlamda maya tutmaz. Bunu kesinlikle kabul etmiyorum. Ne liberalizm, ne milliyetçilik, modern anlamda bildiğimiz bütün ideolojiler zaten hep dışarıdan gelmiştir zaten. Ne yazık ki bu böyle. Belki bize öğretebilirdi, İslam’da öğretmiş. Ortaçağ İslamı anlamında söylüyorum. Batı Avrupa kendisini tarif eder ya, ortaçağ karanlığı diye. Bizim için de bizim coğrafyamızda da aydınlanmadır bir tarafı. Yada Sümerlerden, Göbeklitepe’ye kadar bakarsak ilk aydınlanma süreci yaşadık zaten biz. Kültür ve medeniyet ikisi aynı şey değil tabi ki. Kültür, uygarlığın çıktığı beşik burası ve buradan Avrupa’ya taşınıyor. Bu bir sentez. Uygarlık zaten böyle hareketlidir. Yani bunun hiçbir şekilde kopyasına ihtiyaç duymaya gerek yok, bu insanlığın birikimidir. Yani o anlamda dışsal bir şey değildir. Biz bu topraklarının çocuğuyuz. Bu topraklarda ben ve biz doğduk, bu topraklarda öleceğiz. Bu anlamı ile ezilenlerin sesi dediğimiz şey nasıl dün Ebu Zer Gıfari’de, Karmatiler’de, Spartaküs’de, Kızılbaş ayaklanmalarında varsa, bunun devamı olarak modern anlamda işçi hareketlerinin, işçi sınıfı devrimciliği de onun kadar yerlidir. Bu anlamda bizde dışsal bir olgu değiliz. Ama hatalarımız var, işte o hatalar üzerine konuşmak istiyorum.
- Salt sınıf siyaseti ile insanı kavramak mümkün değil. Sınıf siyaseti ile beraber kimlik siyasetini de kavramak gereklidir
Bir diğer problem de şuydu; biz salt sınıfsal siyaset üzerinden baktık, kaba anlamı ile süreci işçiciliğe indirgedik. Yani işçi sınıfını, ezilenleri, sömürenlerden kurtarmak. Fakat sonra şunu fark ettik; bu tartışmaların nasıl başladığı anlamında söylüyorum. İnsan dediğin şey salt bir işçi değil. Aynı zamanda kadın, aynı zamanda erkek, aynı zamana Müslüman veya Hristiyan veya Alevi veya çevreci veya eşcinsel. Yani çok farklı kimlikleri üzerinde taşıyor. Dolayısıyla siz insanı salt bir şeye indirgeyemezsiniz. Yani sınıf siyaseti ile tarihi ile kavrama imkanınız yok. Eğer kavrayabilseydi işçiler, emekçiler, bugün Türkiye’de seksen milyon nüfus var, yirmi milyon ücretli insan yaşıyor, bunların hepsi bizim tarafımızda olurdu. Demek ki salt sınıf siyaseti ile tek başına bununla insanı kavramak mümkün değil. Burada sınıf siyaseti ile beraber kimlik siyasetini de kavramaya başladık. Kimlik siyaseti dediğiniz şey zaten içerilmiştir zaten. Dolayısı ile bir işçi hem Alevidir, hem Kürttür, hem Türktür veya başka bir şey. Bunu da gözeten bir yerde siyaset yapmak gerektiğini düşünüyorum.
Şimdi dün İslamla sosyalizm arasında bir ilişki var mı, nedir bu ilişki diye bunun üzerine çok konuşuldu buna çok diyeceğim bir şey yok. İhsan Hoca özellikle Kur’an’dan da bunun bir sürü verilerini gösterdi
- Bizim aramızdaki ortaklık tarihsel dinamikleri bir araya getirme çabasıdır
İslam ve sosyalizm konusuna bazı devrimcilerin bakış açısı şöyledir; böyle bir şeye gerek yok ki, çok saçma bir şey oldu. Zaten kurulamaz. Böyle diyen devrimciler çok fazla. Şu anda Türkiye’de hala geleneksel TKP’nin kanadı da böyledir. Fakat biz özellikle pratik devrimcilerden gelenler için söylüyorum, kafamızı duvara çarptıkça, şunu fark ettik, sürekli yenilgi. Benim kuşağım özellikle 1980 sonrası 12 Eylül faşizmini, 1989 Sovyet Sosyalizminin çöküşünü gördü. Yani bizim tarihimiz, benim tarihim en azından 1980 sonrası itibari ile söylüyorum, sürekli yenilgiler tarihi, dayak yiye yiye, nasıl dayak yemeyeceğimizi öğrenmeye başladık. Şimdi bu anlamıyla İslam ve sosyalizm arasında arayış dediğimiz şey başladı. Ama bu tarihsel dinamikler meselesi on bin yıllık tarih, dinler tarihidir bir tarafta. Ali Şeriati bunu söyler. Bütün ayaklanmalarda dinin içinden çıkar, dine karşı din. Dinsizlere karşı bir şey değil, dine karşı din, sınıflar savaşıdır aslında. Sınıf hareketleri ve benzerleri, modern dönemde son yüzyılda var. Şimdi dolayısıyla bizim aramızdaki ortaklık tarihsel dinamikleri bir araya getirme çabasıdır aslında. Yoksa İslam’la solu eklektik anlamda birleştirelim arayışı değildir.
- Ezilenlerin bir çığlığı olarak ortaya çıkan özü, sürekli olarak deneyimlememiz, gerçekleştirmemiz ve pratikleştirmemiz lazım
Şimdi bu ortak noktalar hakkında epeyce bir şey söylendi burada, ben birkaç cümle ile ile şunu söyleyeceğim; Eşitlik, kardeşlik, adalet, antiemperyalizm bunlar hepsi ortaklığımızdır, doğrudur. Bunlar bizi bir araya getirecek. Fakat mevzu şu; İslam’a, bu ortak değerler kendiliğinden veya kesintisiz bir şekilde gönderilmiş, içerilmiş bir şey değil. Yani bin beş yüz yıl boyunca bunlar içerilmiştir ve bunlar hep devam edecektir, böyle bir şey yok. Türkiye’deki birçok İslamcı, devrimci İslamcı, sosyalistlerin de bir kanadı da dahil olmak üzere, zaten Emevi İslamı diye tarif ediyoruz bu süreçleri. Hz. Ali’nin öldürülmesi, Kerbela Vakası, Medine’nin basılması, Yezit tarafından Kabe’nin, Mekke’nin yakılması, Sahabelere yapılan saldırılar, bütün bunlar zaten, İslam’ın içinden direkt olanlar da dahil olmak üzere şunu söylüyor; bu bir imparatorluk dinidir. Bin dört yüz yıllık hikaye bu, çok kısa bir dönem hariç. Hz Muhammed’in öldüğünde biliyorsunuz cenazesi bile kılınamıyor. Hemen iktidar savaşı başlıyor. Dört halifenin üçü öldürülüyor. Dolayısıyla buna, içerilmiş bir kere söylendi vahiy yoluyla ve artık bu sonsuza kadar böyle olacak, böyle bir şey yok. Bu özürlü bir bakış. Benim ilk önce itirazım bu. Özü diye bir şey yok. Bir kere insanlar ister siyaseten ister günlük hayatında olsun deneyimleyerek yürür. Yani biri size bir şey anlatıyor, siz bunu deneyimlediğiniz ölçüde görüyorsunuz. Deneyimlemediğiniz zaman onun hiçbir gerçekliği yok. Şimdi deneyimlenmediği için, bin beş yüz yıldan beri imparatorluklar din haline gelmiştir, herkes de bunu söylüyor zaten. Şimdi diyelim ki, ezilenlerin bir çığlığı olarak ortaya çıkan İslam, dinler hepsi öyle çıkmıştır zaten esas olarak, mevcut sistemin tahtaverallası haline gelmiş veya basamağı haline getirilmiş. Dolayısıyla demek ki özü diye bir şey yok. Bir özü sürekli deneyimlememiz, gerçekleştirmemiz ve pratikleştirmemiz lazım.
- Şunu anlamıyor devrimci hareket; İslam ayrı, İslamcı ayrı bunu ayrıştırmak lazım
Devrimci hareketçiler açısından söylüyorum, bu hareketler arasında kaba bir inkarcılık var. Nedenleri olarak pozitivizm deyin, laiklik deyin ya da başka nedenler deyin, bir inkarcı yaklaşım var. Aslında bütün tarihsel dinamiklerde inkar var. Fakat şunu anlamıyor devrimci hareket, anlamayanlar için söylüyorum; İslam ayrı, İslamcı ayrı, bunu ayrıştırmak lazım. İlk yapacağımız şey bu.
Şimdi bu ilişki itibarıyla, bu tarihsel dinamikleri kucaklama itibariyle, bizim bunu kucaklamaya İhtiyacımız var. Fakat bunu yapmadan, kucaklamadan önce, bazı hesaplar var. Bunları kapatmamız lazım. Bu hesaplar kapatılmadan birlikte yürünemez veya içeremeyiz.
Şimdi birincisi İslam ve islamcılığı ayırdık. İslam ayrı bir şey. Ona da öz yaklaşmayacağız ama tarihselci yaklaşacağız. Tarihselci yaklaşan İslamcılarda var. Bunu bir tek ben söylemiyorum, Marksistler de söylüyor, başka İslamın içinden söyleyenler de var. İslam’la bir sorunumuz yok bu anlamıyla, ezilenlerin çığlığı anlamında. Fakat İslamcılarla sorunumuz var. Türkiye İslamcılarıyla. İşte bunları net konuşmamız lazım. Birazdan sola da geleceğim. İslamcılara çuvaldız, biraz da kendimize iğne batıracağım tersten. Şimdi Türkiye’de Osmanlı’yı kastederek söylüyorum, en güçlü ideoloji son yüz elli yıl milliyetçiliktir. Bir de bunun kadar da güçlü olan devletçiliktir. Şimdi Osmanlı çökerken ortaya çıkan İslamcılık, Osmanlıcılığı da katarak söylüyorum, Türkçülük bir kurtuluş olarak tarif edilir O muasır medeniyet seviyesine, Batıcılığa ulaşmak için. Aslında her biri ayrı bir yoldur ama hepsinin tek bir amacı vardır. Devleti kurtarmak ve batıya erişmek, ulaşmak. Yani burada devleti kurtarmak esas belirleyen kriter.Fakat burada hafif bir sakatlık var, vurgulayarak söylemek istiyorum. Bunlar farklı şeyler gibi gözüküyor ama aslında hepsinin amacı devleti kurtarmak. Devlette İslam. Toplumun böyle bir talebi yok aslında. Toplumsal anlamda bir talep yok. Yukarıdan geliyor bunlar. Yukarıdan aşağı indirilen bir hikaye. Şimdi bu tabii sakatlayan bir şey. İslamcılar anlamında bu benim birinci eleştirim
- Devletle, iktidarlarla, resmi ideolojiyle, sermaye ile ilişkisini koparamayan İslam veya hiçbir ideoloji bağımsız olamaz ve kendisi için devam ettiremez
Cumhuriyet döneminde Kemalizm ve Sovyet Sosyalist karşıtlığı, İslamcıları Amerika çizgisine itti. Öyle ya da böyle bunun gönüllü müfrezeleri oldular. Yeşil Kuşak projesi ile son yüz yılda. Bu da ikinci sakatlıktır. İşbirlikçilik anlamında söylüyorum. Evet direnişçi bir yanı vardır. IŞİD de bir çığlıktır aslında, öyle kestirilip atılacak bir şey değildir. Fakat bir tarafı da işbirlikçidir. Vahhabilik böyledir herkes de biliyor. Türkiye’deki Gülen Cemaati de böyledir, bundan kurtulunması gerekir. Türkiye’de de işte Komünizmle Mücadele Dernekleri’nden, Çorum, Maraş, Sivas tecrübeleri vardır. Kanlı Pazar tecrübeleri vardır. Buradan İslam’ın özeleştiri vermesi lazım.
Devletle, iktidarlarla, resmi ideolojiyle, sermaye ile ilişkisini koparamayan İslam veya hiçbir ideoloji bağımsız olamaz ve kendisi için devam ettiremez. Kendi özcü söylediği adalet, eşitlik, özgürlüğü kastederek söylüyorum. Bunu program haline getirmez.
Türkiye’de 1997’de 28 Şubat olayı olduğu zaman, cezaevinde şunu çok tartıştık: Türkiye’de İslamcılar bakalım ne yapacak. Bir veriydi bizim açımızdan. Direnecekler mi diye konuştuk. Bu esnada bir de şöyle şeyler vardı. Çeçenistan’da, Bosna’da, Somali’de bir sürü yerde cihatçı, cihat adına giden bir sürü İslamcılar da vardı. Fakat 28 Şubat’ta hiç bir şey olmadı. Bölündüler ve devlette olan taraf, daha fazlasıyla iktidar oldu. Olumsuz anlamda söylüyorum bunu. Şimdi güncel anlamda en somut olarak, Gülen Cemaati, AKP yandaşlığı ve Kürt bölgesinde hizbulkontra, hep işbirlikçi bir çizgi izledi son yüzyılı kastederek söylüyorum.
- Bunca emeği olmasına rağmen, bu sol toplumla niye bağ kuramadı?
Şimdi gelelim biraz sola. Solun da hatası var mı ? Var tabi ki. İslam’ın bu noktaya itilmesinde solunda çok büyük hatası var. Şimdi solla ilgili üç tane şey söyleyeceğim. Sol derken CHP’yi kastetmiyorum, Devrimci Sosyalist anlamda söylüyorum. Üç tane damar vardır solda.
Birinci damar Mustafa Suphi TKP damarı. Bu dava başlıyor ve bitiriliyor. Kemalizm bitiriyor bunu. Bakın bu devlet geleneği o kadar güçlü ki, tam bu süreçte resmi TKP kuruluyor. Muhalefeti söndürmeyi çok iyi bilen bir devlet geleneğinden bahsediyoruz. Esas geliştirilmesi gereken damar buydu, geliştirilmedi, bunun olumsuz anlamda çok sonuçlarını yaşadık.
İkinci damar Anadolu Solu, Ankara Eskişehir merkezli. İşte bunun içinde halk zümresi var mecliste ve çok güçlüler. Türkiye’de devrimci hareketlerde iktidara yakınlaştığı tek en önemli süreç budur. Halk zümresi, İçişleri Bakanı kadar güçlü. Halk İştiraki Fıkrasını kuruyorlar 1920’de. Fakat Kemalizm bunları tasfiye ediyor. Aslında burada en güçlü halkçı, tırnak içinde ‘Bolşevik Müslüman’ sol hareket bu. Efsane Yeşil Ordu’yu kurmaya çalışıyorlar ama kurulamıyor ve Kemalizm bunları da tasfiye ediyor.
Üçüncü damar İstanbul solu, Batı solu. Batıcılıkdan daha doğrusu batı referanslarla kendini var etmiş. Şimdi bu batıcı bir sol. Şimdi bu sol işçidir ama işçilerle bir bağı yok. Bu sol neredeyse 1970’lere kadar ki ana damardı. Arada Hikmet Kıvılcımlı gibi kişiler çıkmış ama bu zamana kadar ana damar bu olmuş. İşte burada sol ile ilgili eleştiriler yapmak gerekiyor. Bütün bu emeklere rağmen, bu topluma yabancılaşması, solun ortaya çıkış nedenlerine, kök nedenlere bağlı. Köksüz hiçbir şey yok, kök nedenlere bakmak gerekiyor. Tabii bunu şöyle bir anlamı var, peki bu sol toplumla niye bağ kuramadı. Bunca emeği olmasına rağmen. Şimdi kaba laiklik var, kaba pozitivizm var. Aslında pozitivizm tek başına kötü bir şey değil. Yoksa bilim, felsefe, akıl, kıymetli bir şey. Bu solda, Kemalizmin sol kanadı olma var. Kemalizmi küçük burjuva ideolojisi olarak görme var.
- Esas hikaye sınıf siyasetidir. Durakta otobüs bekleyen başörtülü kadınla, onun önünden jip ile geçen başörtülü kadın aynı değildir
Sadece şunu söyleyeyim Türkiye’nin son üç yüz yılında, 1620 Genç Osman’dan bu yana damgasını vuran şey sahte bir yanılsama anlamında, yanlış bilinç anlamında söylüyorum, bir çelişkiler var, ikilemler var. Nedir bunlar? Laiklik, şeriat, doğuculuk- batıcılık, modernlik-muhafazakarlık, ilericilik-gericilik… Bu ikilemler üzerinden şekillenmiş Türkiye siyaseti. Bir onlar iktidar oluyor, bir bunlar. Şimdide işte şeriatçı İslamcı kesim diyebileceğimiz kişiler var iktidarda. Şimdi bu ilericilik-gericilik tartışması bir tarafı yanılsamadır aslında. Esas hikaye şudur; sınıf siyaseti meselesi. Yani durakta otobüs bekleyen başörtülü kadınla, onun önünden jip ile geçen başörtülü kadın aynı değildir. Bu kadar basit. Sınıf siyaseti dediğiniz şey günlük hayatımıza değen bir şeydir, ekmek meselesidir. Kapitalizm biçimseldir. O duraktaki başörtülü kadın ile jip ile geçen başörtülü kadın biçimsel anlamda ortaktır. Ortak noktaları sadece baş örtüsüdür. Ama özsel olarak aynı değildir aslında. Şimdi bunun açığa çıkmasıyla, bu dediğimiz şey, tarihsel dinamikleri süpürerek, kimlik siyasetlerini süpürerek gelen bir sınıf siyaseti meselesidir. Eğer siz bunu yapmazsanız, bu üç yüz yıllık kavga yapay anlamda devam etmekte olan kavga bizim kavgamız.Taraf olmamamız lazım. Ama bu kavga tabi şöyle bir kavga, yani yapay derken çok sahte bir şey bir şey anlamında söylemedim. Bunun için çok kelleler gitti. Bunlar biliniyor. Vaka-i Hayriye olayından başlayıp son 15 Temmuza kadar. O kadar basit birşey değil. Ama bu iktidar içi kavgalar bir yandan. Buradan kimi zaman özgürlükler veya başka şeylerde çıktı. Egemenler arası kavgalardan da kimi zaman özgürlükler de çıkabiliyor. Ama bu kavga esas olarak ezilenlerin, gerçek bir toplumsal kurtuluşunu sağlayan bir kavga değil, bir çeşit örtü aslında, yanılsama. Yani o yanılsama sınıf dinamiklerinin üstünü örtü. Bunun bir tarafı Kışla-Cami ayrımıdırı. Bütün sosyoloji Türkiye’de bize bunu empoze etti. Kışla-Cami. Sen ne taraftasın. Ve solda ne yazık ki devrimci solu kastediyorum, çoğu zaman ana damar olarak söylüyorum kışlanın yanında yer aldı. Bu çok temel bir problem.