Türkiye, ABD yaptırımlarına karşı iPhone boykotu gibi misillemeler ile yanıt verirken tarımda tablo karanlık.
24 Haziran seçimleri döneminde çiftçilerin işsizlikten ve borçlarını ödeyememekten dolayı kendilerini yakma girişiminde bulundukları medyaya yansımıştı.
Döviz krizi ile daha da kötüye giden çiftçilerin durumu vahim…
BirGün’de Dr. Necdet Oral imzasıyla yayımlanan dosya haber, Türkiye’nin 2.8 milyon nüfuslu küçük Baltık ülkesi Litvanya’dan dahi buğday alır duruma geldiğini ortaya koyuyor…
Hububat ekim alanlarındaki en belirgin artış 1950-1960 döneminde oldu. Bu artış Marshall Planı çerçevesinde 1949’dan sonra tarımda traktör sayısının hızla artmasına bağlı olarak mera alanlarının sürülmesiyle sağlandı. 1970’lerden sonraki artış ise verimdeki yükselmeden kaynaklandı.
Buğday ekim alanları 1991-1995 döneminde 9,6 milyon hektara ulaştı; ancak bu dönemden sonra gerilemeye başlayarak günümüzde 8 milyon hektarın altına düştü.
1986-1995 döneminde yıllık ortalama 19 milyon ton olan üretim, 2006-2015 döneminde 20 milyon ton olarak gerçekleşti.
Yani bir anlamda buğday üretimi 30 yıldır yerinde sayıyor…
2015 yılında iklim koşullarının hububat üretimine uygun seyretmesi nedeniyle, buğday üretimi 22,6 milyon ton olarak gerçekleşti. 2016 yılında ise olumsuz hava koşulları nedeniyle rekolte 2 milyon ton civarında gerileyerek 20,5 milyon tona düştü. 2017’de de 21,5 milyon ton olarak gerçekleşti.
Üretim 30 yıldır yerinde sayarken nüfus yerinde saymadı ve arttı. Bu da dışa bağımlılığı getirdi.
2017’de rekolte 21,5 milyon ton, ülke nüfusu ise 80,3 milyona ulaştı. Kişi başına buğday üretimi 268 kg’a indi.
Buğday Türkiye’nin her bölgesinde yetiştirilebilmekle birlikte özellikle İç Anadolu Bölgesi’nde yaygın. 2017’de ekmeklik buğday üretiminde yüzde 32’lik payla İç Anadolu Bölgesi ilk sırada yer aldı. İç Anadolu’yu yüzde 18’le Marmara ve yüzde 15’le Güneydoğu Anadolu Bölgesi izlemekte. Üretimden en az pay ise yüzde 7’yle Doğu Anadolu ve Ege bölgeleri alıyor.
Makarnalık buğday üretiminde ise ilk sırayı yüzde 38’lik paylarıyla Güneydoğu ve İç Anadolu bölgeleri almakta, bu bölgeleri sırasıyla Ege (yüzde 13) ve Akdeniz (yüzde 8) bölgeleri izliyor.
Türkiye’de, son yıllarda buğday üretim ve kalitesinde yaşanan sorunlar nedeniyle talep karşılanamazken çare ithalatta. FAO raporları da önemli bir buğday üreticisi olan Türkiye’nin dışa bağımlılığının arttığı ve gıda güvenliğini giderek yitirdiğini söylüyor.
Bu çerçevede 2002 yılında 1,1 milyon ton olan buğday ithalatı; 2014’te son yılların en yüksek seviyesi olan 5,3 milyon tona ulaşıp; 2017’de 5 milyon ton olarak gerçekleşti. Son 5 yılda yapılan ithalat ortalama olarak 4,5 milyon ton civarında.
Türkiye son 16 yıllık dönemde yaklaşık 50 milyon ton buğday ithal ederek karşılığında 13 milyar dolar döviz ödedi.
Son yıllarda navlun ve rekabetçi fiyat avantajına bağlı olarak Rusya Federasyonu, Ukrayna, Litvanya, Meksika ve Kazakistan’dan buğday ithal ediliyor.
BirGün’ün dosya haberinde Türkiye’nin bu durumdan kurtulması için 7 maddelik tavsiye sıralanıyor:
1 – Hububat alanlarındaki daralmanın üzerinde önemle durulmalı; çiftçi tarafından boş bırakılan tarlalar yeniden üretime kazandırılmalı.
2 – Üretimde yağışa bağlı olarak görülen dalgalanmaları azaltmak için kuru tarımda uygulanması gereken yetiştirme tekniklerine önem verilmeli; sulama imkânlarını artırmak için yatırımlar hızlandırılmalı.
3 – Tarımsal destekler ABD ve AB’de olduğu gibi belirli dönemler için tespit edilmeli ve tarımsal desteklerin çiftçilerin üretime başlamadan önce verilmesini sağlayacak bir sistem geliştirilmeli.
4 – Tarımın en önemli sorunu yüksek girdi fiyatlarıdır. Öncelikle mazotta ÖTV ve KDV kaldırılmalı; diğer girdilerdeki vergi yükü azaltılmalı.
5 – Çiftçi gerek mazot gerekse gübre kullanımında desteklenmeli, başka alanlarda uygulanan fiyat indirimleri tarımda da uygulanmalı.
6 – TMO ve tarım ürünleri piyasasını regüle edici diğer kurumlar aktive edilmeli, yıllar içinde kaybedilen kurumlar yeniden oluşturulmalı.
7 – Pazarlamada çiftçinin elini güçlendirmek için kooperatifleşme teşvik edilmeli; tarım destekleri ağırlıklı olarak kooperatifler üzerinden verilmeli.
Sonuç olarak ithalatı değil üretimi hedefleyen, emekten yana, küçük ölçekli aile işletmelerini destekleyen tarım politikaları uygulanmalı, sürdürülebilir ve planlı bir tarımsal üretim politikası izlenmelidir.